'Şehir- İnsan Medeniyet Köprüsü: Örnek Kişilikler Projesi'nin ilk adımı olarak yayınlanan 'Medeniyet Köprüsü Beş Şehirli' kitabı Süheyl Ü nver, Ali Fuad Başgil, Ekrem Hakkı Ayverdi, Mahir İz ve Fethi Gemuhluoğlu anlatıyor. Benim rol modelim bunlar. 
Bu konuda gençler beni mazur görsün! 15 - 60 yaş aralığına dair yapılan, rol model araştırmasında zirvede yer alan Acun Ilıcalı`yı kendime örnek alamayacağım.
Kitabı almak üzere Cağaloğlu ndaki DÖSİM e gittiğimde maalesef bulamadım. Görevliye tükendi mi, niçin yok, diye sorduğumda hiçgelmediğini, Topkapı Sarayı ndaki satış ofisinde olabileceğini söylediler. 
Cağaloğlu ndan, Topkapı Sarayı na doğru yürürken yolumun üzerindeki Kültür Bakanlığı kitaplarının dağıtımını yapan bir kitapçıya uğradım.
  'Medeniyet Köprüsü Beş Şehirli' kitabı yoktu lakin masanın üzerinde dizilmiş olan Mustafa Kutlu nun 'Vitrinde Olmak' kitabı gözüme ilişti. 
Kitabın kapağını bizzat Mustafa Kutlu tasarlamış.
Kapak çok ilginç beş adet klozet ve içinde rengarenk çiçek resmedilmiş.
Neye niyet neye kısmet, hemen aldım kitabı.
Kısa günün karı...
Malumunuz, Mustafa Kutlu Hikâye yazarlığının büyük ustalarındandır.
Dergâh Yayınları ndan çıkan bu kitabı ve yazdığı köşe yazılarından oluşuyor.
Kitabı bir solukta okudum.
Kitapta yer alan ve 07 Temmuz 2010 tarihinde kaleme aldığı ' Bezginlik' adlı makalesi, kıymetli tespitler ihtiva ediyor.
'Kısır siyasi çekişmeler bizi selamete çıkaramaz. Ne seçim kazanmak ne de kaybetmek artık yaraya merhem olacak bir şey değildir.
Tekrar ediyorum istikbalimiz fikir adamlarının, bilim adamlarının, sanatçıların elindedir. Onların gösterecekleri performans ülkeyi selamete çıkaracak. Elitlerin yerli-millî ve bağımsız olması şarttır. Şahsiyet ve haysiyet sahibi olmak şarttır. Ahlaklı olmak, faziletli olmak şarttır. Ancak bu adamlar menfaatin kara lekesini silip atabilir.
Ü lke yukarıda sayılan unsurlar çerçevesinde A dan Z ye yenilenmelidir. Bu yenilenmenin ayak sesleri bile gençleri harekete geçirebilir.'
Bu değerli tespitlerinden sonra kitaba adını verdiği makalesinden şu bölümle yazımızı bitirelim.
'Geçen asrın (XIX. a) ortalarına kadar ülkemiz esnafı dükkânına vitrin yapmıyordu. (Vitrin bize batıdan gelmiş, önce azınlıklar uygulamıştır.) Kepenkleri ve kapıyı açıyor, uygun bir yerde ise malının bir kısmını dükkânın önüne koyuyordu. Malın satışı hususunda özel bir gayreti, (süsleme-paketleme-cilalama vb) görülmüyordu. Zaten malı olduğundan farklı göstermek (yani çirkini güzel kılmak, malı olduğundan fazla parlatarak müşterinin aklını çelmek) âdaba aykırı sayılırdı.
Herhalde bu güzel âdetler, gelenekler yüzünden kapitalizme geçemedik. İyi ki de geçemedik. Lakin geçmeye çalışıp, onu da yüzümüze gözümüze bulaştırmamız acınacak bir durumdur.
Sonunda biz de aynı gemiye bindik bizde de şu söz kanun oldu: 'Vitrinde olmaz isen satış şansın yoktur.'
Her neyse, niyetim esasen bu tatsız meseleler içinde boğulmak değil. Yine de bahsedeceğim mevzu bir yönüyle yukarıda çizilen çerçeveye bağlanıyor o sebeple söz açtım.
Televizyon başlı başına bir 'vitrin' ve belki de vitrinlerin en etkili olanı. Televizyonda görünmenin, lanse edilmenin, tanıtılmanın, övülmenin nasıl tesirli bir şey olduğunu biliyorsunuz.'