Uzun ve sıkıcı bir hazırlıktan sonra, üniversiteye girme hakkı kazanan öğrencilere, bütün dünyada kuruluşların hazır askerleri gözüyle bakılıyor. Bunun için üniversiteler gençlere doğru düşünmesini, doğruyu aramasını değil,kamu ve özel kuruluşların ihtiyacı olan çok dar bir alanda bilgi kazanmasını istiyorlar. Bütün dünyada ülkeler, gençlerin bilge kişiler olmalarını değil, bilgili kişiler olmalarını bekliyor.
Dünyadaki bütün üniversiteler, bilgelik kurumlarından daha çok bilgi kurumları olmak için, birbirleriyle kıran kırana yarışıyorlar. Oysa öğretim, beşikten başlayıp, mezara kadar devam eden bir yarıştan daha çok keyifli bir maraton olmalıdır. Bir yarışta ilk sıralara girenler kazanır. İlk üç ya da beşe giremeyen yarışmacılar, koşuyu kaybetmiş sayılır.Öğrenmede her sabah beyaz bir sayfayla başlar.Öğrenmesini öğrenme, Kıyamete kadar devam eden, uzun soluklu bir süreçtir .
Keyifli bir maratonda yarışma şartlarını yerine getirerek, koşuyu tamamlayan herkes yarışı kazanmış olur. Ömür boyu süren maratonda bazıları, herkesten daha hızlı koşarak, birbirleriyle kıyasıya bir çekişmeye girebilir. Yine de maratonda koşanların çoğu kendisiyle yarışarak, iki gününü birbirinden farklı kılmaya çalışırlar. Onlarla yaşamak hem kolaylaşır, hem de güzelleşir.
Gençlerin büyük bir bölümü için, üniversite bir yarıştan daha çok bir maratona benzer. Hayat da bir üniversitedir. Bu yüzden yönetim uzmanı Charles Handy "Hayat bir at yarışı değil, bir maratondur" diyor. Sezai Karakoç, bu yarışa metafizik bir boyut ekliyerek "Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız" demekle, yarışın bitiş noktasını yaşanan hayattan yaşanacak hayata taşır.
Öğretimde bilgelik, bugünü dünden, yarını da bugünden daha yaşanır kılabilmek için, herkesin kendisiyle gireceği yarışı belirlemesi ve temposunu ayarlamasıdır. Öğretimde, eğitimde olduğu gibi, kazanan ya da kaybeden yoktur, daha güzel bir dünyada yaşamak için, yardımlaşma ve dayanışma vardır.
Hayatı bütün boyutlarıyla üniversiteye dönüştüren toplumlarda, her şey, zamanında öğrenilir ve değerlendirilir. Yapılan çalışmalarda açıkça ortaya konulduğu gibi, üniversitede zorla öğretilen bilgilerin, günlük hayatta önemli bir karşılığı yoktur. Yararlanılmayan bilgiler, kısa zamanda yok olup giderler. Bilgiler bilgeliğe dönüşerek,uzun ömürlü olurlar.
Yabancı dil öğrenme, kullanılmayan bilginin uçup gitmesine çarpıcı bir örnektir. Konuşma imkanı olmadığında, bir dili öğrenmek mümkün değildir. Bir dil sürekli konuşulmadan
öğretilemez. Bilgelik de bilgilerin bilgeliğe dönüştürülmesiyle kazanılır. Hayatı yaşanır kılmada, değerlendirilmeyen bilgilerin, kimseye yararı olmaz.
Merkez ve çevre farkının ortadan kalktığı bir dünyada üniversiteler tek öğrenme yeri değildir. Özellikle sosyal bilimlerde, kitap, dergi, bilgisayar ortamında olan bilgilere, herkes kolaylıkla ulaşabilir.Sosyal medyada ulaşılmayacak bilgi olmadığı gibi, kendisiyle konuşulmayacak bilge de yoktur. Google dünyanın en büyük kitaplığıdır.
Öğretimin can alıcı noktası bilgiyi dört duvar arasında zorla öğrenciye ezberletmekten daha çok, nerede bulunduğunu, nasıl ulaşılacağını ve ne yapılacağını öğretmektir.Dünya''daki bütün eğitim, kurum ve kuruluşları, öğrencileri zorla eğitmek yerine, onlara nasıl öğrenebilecekleri öğretmeye yönelmelidirler. Öğrenmesini öğrenen için dünya bir üniversitedir.
Öğretim beşikten mezara kadar devam eden uzun bir süreçtir. Öğrenmesini öğrenme sürecinde, üniversiteler aracıdır.Dünyada öğrenme ilk insanla başlar,her insan dört bin yıllık bir bilgi ve bilgelik birikimine sahiptir.Şehirlerin anası,insanlığın ana vatanı Mekke'de, dünyanın Cennet'e açılan kapısı Kabe, insanlığın ilk üniversitesidir.
Geleceğin mimarları, bilgi sahibi bilginlerden önce, bilgelik kaynağı bilgeler olacaktır.
Bilginlerin akılları başlarındadır, bilgelerin akılları hem başlarındadır,hem gönüllerindedir.
Savaşlarını ortasında bestelenmemiş barış şarkılarının nağmelerini bilgeler duyarlar.