Yıl 1985. Akdeniz Bölgesi`nin bir köy ilkokulunda  5.sınıf  öğrencisiyim. Sınıfımız 15 kişi civarında. Öğretmenimiz H. Güçlü. 4 ve 5.sınıfı kendisinde okudum. Hayatımda unutamadığım, benim üzerimde çok olumlu ve derin etkiler bırakan bir öğretmenimdi. Hatta benim tahsil hayatına devam etmem için babamı ikna eden unutulmaz öğretmendi.
Bizi gerçekten seviyordu. Bu sevgiyi bizler de çok net hissediyorduk. Bir anne şefkatiyle yaklaşırdı bize. Kendi öz çocuklarından ayırmazdı. Bazen kendi elleriyle yapmış olduğu kekleri ikram ederdi. Özellikle unutamadığım birkaçuygulama ya da olay var ki hiçaklımdan çıkmaz.
Malum bizim köy Akdeniz ikliminin egemen olduğu bir köydür. Nisan ayından sonra havalar ciddi şekilde ısınır. 5.sınıflar olarak öğretmenimiz bizimle okul bahçesinde ders yapardı. Yakın bölgelere alan gezilerine çıkar, tabiatı tanıma imkânı bulurduk. 23 Nisan Çocuk Bayramında okulumuzu söğüt dallarıyla süslerdik. Ana kapının üstüne söğüt dallarından yaptığımız takı hiçunutamam mesela. Bütün köy halkı 23 Nisan Çocuk Bayramında okula gelir ve bizim şenliğimizi izlerdi. Çok ilginçyarışlar yapardık bu şenliklerde. İlk defa bir tiyatro oyunu oynadık ve akşam bütün köylüye sunmuştuk. Benim de tek cümlelik bir rolüm vardı. Hala hatırlarım o cümleyi.
Köy okulu deyip geçmeyin. Öğretmen adeta bizim okulu bir atölyeye dönüştürmüştü. Keser, testere, bıçak kullanmayı öğretti bize. Tabure, kirmen, topaçyapmıştım kendi ellerimle. Uygulamalı tarım dersi vardı. Herkesin bahçede bir bölümü olur ve oraya mevsimine göre soğan, sarımsak, patates, marul, maydanoz, salatalık gibi sebze ekerdi. Sonra bunları yetiştirir ve afiyetle yerdik.
Özellikle nisan ayından itibaren öğleden sonraki dersleri bahçede zeytin ağaçlarının gölgesinde işlerdik. Sıraları da bahçeye taşırdık. Okul bahçemiz bir hayli büyüktü ve kaysı, zeytin, kavak ağaçlarıyla doluydu. Hacer öğretmen bu dersleri daha da keyifli kılmak için yeni bir uygulama başlatmıştı.
İkindi çayı:
Her gün bir öğrenci evinden çay demleyip getirir ve biz de son ders okul bahçesinde toplu bir şekilde çay içerdik. Öğretmenimiz de bazen kek, bazen bisküvi getiriyor ve dersler bu şekilde çok keyifli geçiyordu. Ben de anneme çay yaptırmış ve teneffüste koşarak gidip getirmiştim. 2 ay boyunca birkaçkez sıra gelirdi. O günün gelmesini keyifle beklerdik. Hiçunutamıyorum bu uygulamayı.
Yine şimdi düşününce çok faydalı bulduğum bir başka uygulamayı anlatayım.
Bir günlüğüne öğretmen olmak:
5.sınıfa devam ederken her gün sınıfımızdan iki arkadaşımız 1.sınıflara girip öğretmenlik yapardı. Birleştirilmiş sınıf uygulaması olduğundan köyümüzde 1,2 ve 3.sınıfa bir öğretmen, 4 ve 5.sınıfa da bir öğretmen girerdi. 1.sınıfların dersleri boş geçmesin diye bizim öğretmenimiz bu uygulamayı başlattı. Her gün iki tane 5.sınıf öğrencisi 1.sınıflara gidip ders yaptırıyordu. İlk öğretmenlik deneyimimizi o zaman yaşamıştık. Müthiş heyecan duyduğum ve keyif aldığım bir uygulamaydı. 1.sınıflara okuma, yazma öğretmek, onlarla ders yapmak bizi çok büyük havalara sokmuştu. Teneffüste bile 1.sınıflar bize öğretmenim diyorlardı. Öğretmenin ne kadar zor ve bir o kadar da keyifli olduğunu o zaman hissetmiştim. Belki de öğretmen olmaya karar verişimde bu uygulamaların etkisi büyüktür.
Yine unutamadığım bir başka olay daha var
Parşömen kâğıdı olayı:
Hacer öğretmen bir gün, çocuklar yarın sizi yazılı sınavı yapacağım, herkes parşömen kâğıt bulup getirsin dedi. Biz ilk defa duyuyorduk bu parşömen kâğıdını. Acaba nasıl bir kâğıt diye düşüne düşüne evin yolunu tuttuk. Anneme, babama sordum, bizde öyle bir kâğıt yok dediler. Köyde olay oldu bu parşömen kâğıdı meselesi. Arkadaşlarım da bulamamışlar. Her neyse o akşam kâğıdı bulamadan yattık. Sabah okula giderken yol üstünde bir arkadaşımızın evinin önünde bir kalabalık var. Baktım bizim arkadaşlar, Celal abinin etrafına toplanmışlar kâğıt alıyorlar. Meğer parşömen kâğıt denilen kâğıt, beyaz, çizgisiz A4 kâğıdıymış. Celal abi askerde mektup yazmak için bolca almış. Artınca da köye getirmiş. Bütün sınıfı büyük bir dertten kurtarmış oldu. Bizler de parşömen kâğıdının ne olduğunu öğrenmiş olduk. İlk olduğum yazılı sınavı da o sınavdı. Aldığım notu inanın hatırlamıyorum. Bizim ilgilendiğimiz asıl konu parşömen kâğıdı meselesiymiş anlaşılan.
Hatırladığımda biraz tebessüm ettiğim, biraz da hüzünlendiğim bir başka hatıram daha var: Tükenmez kırmızı kalem:
Benim halam o yıllarda (1985) Tarsus`ta  çalışıyordu. Bir gün babaannem halamı ziyaret etmek için Tarsus`a gitmeye karar verdi. Ben de hemen halama bir mektup yazdım. Mektupta halamdan bana tükenmez kırmızı kalem göndermesini istemiştim. Çünkü köyde kimsede bu kalem yoktu. Aşağı yukarı 2 ay gibi bir süre geçtikten sonra babaannem köye döndü. İlk merak ettiğim şey kalemdi. Sağ olsun halam da bana kalemi göndermiş. O kadar çok mutlu olmuştum ki; Artık bir tükenmez kırmızı kalemim vardı. Öğretmen sınıf defterine ders isimlerini yazmak için kırmızı kalem sorardı. Ben de her defasında gururla öğretmenime verirdim. Uzun zaman o kalemi kullandım. Özenle kullanırdım bitmesin diye. Yenisini bulmak, almak nerdeyse imkânsızdı. O yüzden çok değerliydi benim için o kalem.
Şimdi öğrencilere bakıyorum da hiçbir malzemelerinin, eşyalarının kıymetini bilmiyorlar. Kendilerine ait eşyalara bile sahip çıkmıyorlar. Zahmet çekmeden elde edilen hiçbir şeyin kıymeti bilinmiyor anlaşılan;