Hindistan’da üniversite, Almanya’da ve Fransa’da doktora çalışmalarını tamamlayan Hamidullah Hoca, kalıcı çalışmalarıyla, Kıyamet’e kadar defteri kapanmayanların arasına katılır. O ömrünü öğrenmeye ve öğretmeye adar, arkasında önde gelen dünya dillerine çevrilen, dünyanın bütün üniversitelerinde yararlanılan, hazine değerinde eserler bırakır. Ve yüzlerce öğretim üyesi yetiştirir.
Hamidullah Hoca’nın zengin birikiminden yararlananlar arasında, Yusuf Ziya Kavakçı, İhsan Süreyya Sırma, Şerafeddin Gölçük, Erzurum’da üniversite çatısı altında buluşurlar. Onun sonradan kitaplaşan, doktora derslerini Üniversite’nin değişik fakültelerindeki öğrencilerle birlikte, öğretim üyeleri büyük bir ilgi gösterirler. Belirli konu çerçevesinde yapılan her konuşma,olumlu tartışmalara ve çalışmalara yol açar.
Hamidullah Hoca Erzurum’da iki dönem İslami İlimler Fakültesi’inde misafir öğretim üyesi olarak bulunur. Derslerinde bazan Arapça, bazan Fransızca, bazan İngilizce konuşur, bir öğretim üyesi de Tükçe’ye çevirir. Bir üniversite öğretim üyesinin, bütün Müslümanların ana dilleri olan Arapça yanında, bir iki Batı dili bilmelerinin önemini, konuştuğu dillerle vurgular. Ve çeviride eksik gördüğü kısımları düzeltecek kadar Türkçe de bilir.
Hamidullah Hoca’nın doktora çalışması olarak hazırladığı “İslam’da Devlet İdaresi” kitabında, İslam’ın iki ana kaynağı ışığında, Devletin Yönetimi’ne ve Uluslararası Hukuk’a ilişkin her dönemde tartışılan sorunlara çözüm aranır. Savaşta sınır tanımayan, büyük soykırımlar yapan Avrupa ülkelerini uyarır. Ve savaşın da, ülkeler arasındaki ilişkilerin de, çiğnenmemesi gereken hukuku olduğunu ayrıntılı olarak ortaya koyar.
Hamidullah Hoca, İslam’da Jüstinyen’nin bin yılık bir birikimden düzenlediği Roma Hukuku’nda nikaha, köleliğe dönük, genel ahlaka aykırı, bugün zalimce görülen hükümlerin kesinlikle olmadığını, kaynaklarıyla gözler önüne serer. Genel ahlaki ilkelere uygunluk yönünden, hiçbir hukuk, Müslümanların Kur’an’la, Sünnet’le ana referans çerçevesi belirlenen hukuyla, yarışamayacağın yaptığı çalışmalarla anlatır.
Türk Dünyası’da üretimin ve yönetimin temellerini oluşturan, Hanife’liğin kurucusu Ebu Hanife’yi, “İmam-ı Azam ve Eseri” kitabında, mezhep öncüleri Malik’ten, Şafi’den, Hanbel’den, Caferi Sadık’tan yararlandığını anlatır. O Hanefiliğe bütün mezheplerin toplamı olarak bakar. Yahya Kemal Hanefiliği, Türklerin kimliğinin ayrılmaz bir parçası olarak görür. Semarkant’tan Saraybosna’ya uzanan büyük yolculuklarında, Türkler kimliklerini Hanefi’likle korurlar.