Türk tarihinde bir devre adını veren çiçek sadece bir çiçek olmaktan çoktan çıkmıştı. Lale, ilk görüldüğü yer olarak Pamir dağları kabul edilir. Güney Kafkasyadan Anadolu’ya yayıldığını düşünürsek Türkistan anavatanıdır diyebiliriz. Türklerin izinde yol alan lale Selçuklular’la Anadolu’ya ulaşmış Osmanlı ve Selçuklu estetiği ile binbir şekle bürünmüş ve Anadolu sanatına apayrı bir görsellik kazandırmıştır. Osmanlı ve Beylikler döneminde sikkelerin üstünde bile lale motifini görürüz.
XIII.yy Anadolu’da laleyi şiirlerinde ilk Mevlana kullanır (1207-73). Ey Gönül! Cânına üflenen nefhayla yan da kavrul! Amma lâle gibi ol ki, hâlinden sadece "yâr" haberdâr olsun.
” XVI. yy geldiğimizde Osmanlı’da lale her yerdedir padişah kaftanları ve tuğraları, halılar, süs eşyaları, yazma eserlerin süslemeleri, çini , minyatür aklımıza gelecek her alanda lale kendini baskın bir şekilde gösterir. Farsça bir sözcük olan lale yazılışından kaynaklanan kült bir değere sahiptir. Orjinal yani Arapça harfler ile yazıldığında Allah lafzı ile aynı harfler kullanılır. Bu harflerle yazılan lale tersten okunduğunda hilal sözcüğü çıkar. Ebced hesabı ile “Allah”, “Hilâl” ve “Lâle” kelimelerinin aynı şekilde 66 sayısına tekabül etmesi tasavvufi anlamda da bu estetik çiçeğe kutsal mânalar yüklenmesine yol açar. Lâlenin yazıldığı “lâm”, “elif” ve “he” harflerine eskiler “cevâhir-i hurûf” diyorlardı. ‘Harflerin mücevherleri’ nin sembolü olan laleyi , eşyalarına bir çeşit koruyucu uğur motifi olarak işlemeye başlarlar.
1540-66 yıllarında saray baş müzehhibi Nakkaş Kara Mehmed Çelebi klasik Türk bezeme sanatının dışına çıkar. Lale , gül, karanfil gibi bahçe çiçeklerini kısmen üsluplaştırarak tezhip sanatına dahil eder ve sonraki dönemlerde sıkça kullanılmasına vesile olur. Kanuni Sultan Süleyman’ın “Muhibbi” mahlasıyla yazdığı şiirlerin toplandığı Muhibbi divanını Kara Mehmed bu yeni üslupla süslemiştir.
Osmanlı sadece sanatsal yüzeylerde değil bahçe peyzajlarında da laleye çok fazla kullanır. İstanbul’un fethinden sonra Fatih ‘in emri ile şehir yeniden imar edilirken peyzaj unsuru olarak lalenin belirgin şekilde kullanıldığı bilgisini kaynaklardan elde ediyoruz. Farklı ülkelerden gelen ziyaretçiler lale tanzimli peyzajlardan her zaman etkilenmişlerdir. Avrupalı şair ve yazarlar İstanbul’un ağaçlar ve çiçeklerle süslenmiş caddelerini , evlerini ve yalılarını gördükçe “Keşke Shakespeare , Romeo ve Juliet’in bahçe sahnelerini yazmadan önce Boğaziçi’ni görseydi” ifadelerini kullanırlar.
Bugün Avrupa’da Lale için kullanılan ‘’Tulip’’ veya ‘’Tulipa’’ kelimesinin aslı Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun özel elçisi olarak görev yapmış O.G. Busbecq tarafından türetilmiş olduğunu biliyoruz. 1554-62 Kanuni Sultan Süleyman döneminde Busbecq’in halk ile bir sohbeti sırasında, ‘tülbent’ kelimesinin laleyi ifade ettiğini zannetmeleri sonucu “Tulip’’ kelimesinin ortaya çıktığını düşünülür. Ayrıca Busbecq’in lale soğanlarını kitap kolilerinin arasında gizlice ülkesine yolladığını ve bu sayede Avrupa’ya giriş yaptığı çeşitli kayıtlarda yer alır.
Lale Devri olarak bildiğimiz dönem; III. Ahmed’in padişah olduğu 1718-30 yılları arasına verilen isimdir. Aslında XVIII. yüzyıl Osmanlı kroniklerinde Lâle Devri adı altında bir dönem tanımlaması mevcut değildir. Haliç ve Boğaziçi çevresinde yoğun olarak lale kullanılmasından dolayı Yahya Kemal Beyatlı’nın kullandığı bir tabir olarak karşımıza çıkar. Bu oniki yıllık dönem Batı ile siyasî, ekonomik ve kültürel ilişkilerin geliştirildiği bir zaman dilimidir. İmparatorluk içinde kültür, sanat, mimari alanında eserlerin kazanıldığı bu dönemin şairi Nedim ‘Lâle Devri İstanbul'unundan şöyle bahseder;
Bu şehr-i Sitanbul ki bî-misl ü behâdır, Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedadır. ….. Altında mı üstünde midir cennet-i âlâ. Elhak bu ne hâlet bu ne hoş âb-ü havâdır. İstanbul’un dersaadet günleridir. Çırağan şenlikleri yapılır. Özellikle yaz gecelerinin eğlenceleri çok gösterişli olur , başta Beşiktaş’taki sahil sarayında olmak üzere lâlelerin altında kandiller ve yürüyen kaplumbağaların üzerinde mumlar yakılır. Bu eğlencelere elçiler ve yabancı misafirler davet edilir bazıları yanlarında ressam bulundururlardı. Bu ressamların en ünlüsü, otuz yıl İstanbul’da kalan Jean-Baptiste van Mour ‘dur. “Boğaz’da Düğün” (1720–1737) resminde tahtırevanın içindeki gelinin damadın evine götürülme anını resmetmiştir.
İstanbul yüzyıllardır olduğu gibi gümüzde de lale ile özdeşleşen bir şehir. 2010 yılında kurulmuş bir de müzesi bulunuyor. “Lale müzesi”, bu günlerde ‘lale çılgınlığını’ ağırlıyor. Tulipomania sergisi. Girişte kırmızı kaplumbağaları ile terbiyecisi karşılıyor sizi hemen karşısında yapay zeka-fine art baskısı ile Osman Hamdi kaplumbağaları besliyor lale bahçesinde
Karşı duvarda serginin afiş resimleri Perize ve Nevgüşade kızları. İçerde İstanbul video art Ayasofya’ da Darth Vader ve Yoda. Avrupa’da lale yiyecek olarak tüketilir miydi , lalelerin üstünden atlayan fesli gençler. Sanki ‘beni laleler ile gömün’ diyen bir aristokrat. Kendi hayal dünyanız ve algı seviyeniz ile anlamlandırabileceğiniz üç dakika süren ama daha uzun olmasını istediğiniz video art.
Avrupa- İslam sanatı karma koridoru ve yine Osman Hamdi fine-art yapay zeka eseri ile uğurlanıyorsunuz. 500 parçalık multidisipliner bir seçki. Etkileyici dijital art eserleri hayatımıza girmiş bulunuyor bunu yönetmek , klasik ile moderni harmanlamak ise bu eserlerin estetiğini ve değerini artırıyor şüphesiz. Lale bir çiçekten çok fazlası, küratör Ali Bakova’da bu bilinç ile hikayesini oluşturmuş ki böyle keyifli bir sergi ortaya çıkmış
*Osmanlı’dan Hollanda’ya getirilen lale soğanlarının değeri 1630 lu yıllarda ani bir yükseliş yaşar. Bir lale soğanı Hollanda’ da lüks bir ev ile aynı maliyete ulaşır. Bu döneme verilen isim ‘tulipomania’ dır. Avrupa kıtasında spekülasyon uygulanan ilk emtia olur. Bu haliyle günümüzde bitcoin ile benzemiyor mu?