Bireyselliğin kutsandığı bir çağda, tüketim arzusu dizginlenemez boyutlara ulaştı. Tüketim çağı olarak tabir edilen bu süreçne sadece ceplere ne de sadece midelere hücum ediyor. Tüketim çılgınlığı çok farklı ve öngörülemez tehlikelere zemin hazırlayarak, toplum hayatının çok geniş bir alanına yayılmaya olanak buldu.
Tüketim çağı oluşturduğu yeni ve özgün değerler sistemiyle, toplum bünyesinin kılcal damarlarına kadar sızmıştır. Geliştirdiği enstrümanları ise oldukça etkin şekilde kullanarak, bireyin tüketim arzularını harekete geçirebilecek kabiliyete ulaşmış durumdadır. Markaları, reklamları, ışıklı tabelaları yeterken, tüketim arzularını daha da fazla depreştirmek için, cep telefonu ve interneti de arkasına alarak her an ve her mekânda varlığını hissettirecek güce ulaşmıştır.
Böyle bir üretim ve tüketim çağında, hiçbir değer üretilmiyor demek haksızlık olur kuşkusuz fakat akan bir sele kapılan her nesnenin akıbetidir başımızda olan. İçine katıp karıştırdığı her bir nesnenin selin şiddeti ile sağa sola çarparak kendi özünden çok şeyler kaybetmesi gibi, her bir kültür de bu büyük üretim ve kontrolsüz tüketim sarmalına kapılıp öz varlığını parça parça yitirmektedir. Ü rettiği nesnelerle giyimi, kuşamı, yemesi, içmesi ve izledikleriyle ortalama bir kültür oluşturan bu çağın en büyük zararı bin bir renkli çiçek buketini andıran yerel kültürleri aşındırması olmuştur. Değil her millet, milletleri oluşturan çok sayıda yöre dahi özgün ve zengin mutfaklara, yöresel kıyafetlere, örf adet, gelenek ve göreneklere sahipken tüm insanlar birbirlerine benzemeye başlamışlardır. Eski seyyahların gezdikleri yörelerde tanık oldukları çeşitlilik yerini baskın kültürün ortak kullanıma sunduğu yapay unsurlara bırakmakta ve tek bir renkten oluşacak cansız, soğuk bir dünyaya doğru hızla yol almaktayız.
Kitaplar çok satanlar listesinde hızla yer değiştiriyor. Biri okunup henüz hazmedilmeden ve toplum genelinde istenilen tesiri göstermeden raflardaki yerini seri üretim ürünü yeni kitaplarla değiştiriyor. Düşünülen okur ve toplum yararı değil daha yüksek kârlılık olduğu için göze hitap edişi öne çıkan, olması gereken fayda düzeyinden uzak hikâyeler mezarlığına gönmüş zihinler. Ve hormonlu fikirlerle zehirlenmiş bir neslin, yavaş ölümüdür şahitlik ettiğimiz.
Evrensel bir kültürün temelleri çocuk odalarında atılıyor adeta. Bez bebeklerin, kuklaların, cam bilyelerle çelik çomakların yerini alan barbi bebeklerle, spidermanlerle ev ev istila edilmiş durumda gelecek nesillerimiz. Ve sanki her çocuk odası bir oyuncakçı dükkânı... Eskiden oyuncağa göre oyun kurulur, o oyuncak ekseninde şekillenirdi sosyal hayatımız. Oysa şimdi çocuklar oyuna göre sunulan onlarca oyuncak seçeneği ile çepeçevre kuşatılmış durumda. Ve oyuncak kalabalığı içerisinde yalnızlaşan çocuk yüzleridir, aşina olmaya başladığımız.
Kırılması, bozulması, kullanılamaz hale gelmesi beklenmeden sırf eskidiği için atılmış ürünler çöplüğüne döndü dünyamız. Hâlbuki değerini eski olup, varlığını korumasından alan nesneleri, iğne ile kuyu kazarak arıyor arkeologlar. Çünkü uzun zamanda yapılan değerlidir ve muhafaza eder varlığını.
Aile veya arkadaş ortamındaki konuşmaları kaydedip, dile getirilen ihtiyaçnesnesinin reklamlarını öne çıkaran bir cihaz artık cep telefonları! Ve her telefon artık tüketim çağının dişlileri arasına düşmüş bireyin tasması;
Jean Baudrillard, Tüketim Toplumu kitabında nesnelerin varlık ve işlevlerinden daha fazla önem taşımaya başlayan konfor ve prestij işlevlerine vurgu yapar. ' Çamaşır makinesi araçgereçgibi hizmet eder fakat bir konfor ve prestij öğesi olarak da işlev görür. Asıl tüketim alanı bu ikinci kısımdır,' der. Tüketim çağı insanı, gerçek üretim amacının dışında kendisine kattığı bu konfor ve prestijden dolayı bir nesneye değerinden çok daha fazlasını ödeyebilir. İşini görebilecek bir arabanın yerine markayı önde tutarak yüksek bedellere razı olur. Tost yapmaktan başka bir amaca hizmet etmeyecek bir araçgerece eklenen ve sahibine adının baş harfleri yazan tostlar veren bir makine böyle bir amaca hizmet eder. Ü retim ve yeniden üretimi tetikleyen, güvence altına alan şey bu çağda artık ihtiyaçlar değil savurganlık, tüketim çılgınlığı, arzular ve son noktada yeni ürünlere duyulan açlıktır. Ve Amerikalı sosyolog William Foote Whyte durumu özetler, 'Thrift is unamerikan/tasarruf etmek Amerikalılık değildir.' Ve tüm dünya ölçeğinde yerleştirilmeye çalışılan mantık da tam olarak budur.
Günümüzde bireyin, birey olarak gerekli ve yeri doldurulamaz olduğu yer 'tüketici' konumudur. Ve tüketim sarmalına kendini kaptıranlar kendilerini tüketen bir çabayla bunu sürdürürler.
Bedeni saran ruh çağından, ruhu sarmalayıp boğan beden çağındayız. Ve bu çağın önemli özelliklerinden biri, kendini değerli hissetmek yerine, benzemeye çalışılan bir model üzerinden değer devşirme çabasıdır. Makyajla o modele benzeyeceği öne sürülerek gözüne sokulan reklamlardaki kremden medet umulan bir çağdır içinden geçtiğimiz. Oysa yapılan her makyaj, yüzün gerçekliğine çekilen bir perdedir. Fazla makyaj oranında kalınlaşan perde ve kadın yüzünün yitirilen gerçekliğine tanıklık ediyoruz.
Tüketim nesnelerinin çokluğu ile arzu stratejileri arasında bir bağ vardır. İhtiyaçlara göre üretilip sunulması gereken nesneler yerini, arzulara göre üretilen ve çoğaldıkça yeni arzulara kapı aralayan kısır döngüye bırakmıştır. İnsanlarla kuşatılan insan çağından, nesnelerle kuşatılan insan çağına evriliyor yolumuz.
Jean Baudrillard`a göre günümüzde tüketim, doğal ihtiyaçlardan mal ya da hizmet aracılığıyla tatmin edilme olarak değil, kodlar ve kurallarla düzenlenmiş global ve tutarlı bir göstergeler sistemi olarak yorumlanmaktadır.
Gerçek ve sahte ihtiyaçlar arasındaki ayrımın ortadan kalktığı bu düzlemde birey, tüketim mallarını satın almanın ve bunları sergilemenin toplumsal bir ayrıcalık ve prestij getirdiğine inanmaktadır. Artık nesne bir ihtiyaçgidermekten çok bir farklılaşma, sınıf ve statü aracı özelliği taşımaktadır.