Topunuz gelin!...

Abone Ol

İnsan vücudunda organize edilen sistemi, sitelerdeki güvenlik görevlilerine benzetmiştik.
Bunun adına da “immün sistemi” veya halk arasında sık gündeme gelmeye başlayan şekliyle “bağışıklık sistemi” demiştik...
Hani pandemi döneminde doktorların sık sık gündeme getirdiği ve “kuvvetlendirmezseniz hastalığa yenilmeniz daha kolaylaşır” dediği sistem...
Herkes bu sisteme vurgu yaptı o dönem... İnsanlar bağışıklık sistemini kuvvetlendiren soğana sarımsağa, kelle paçaya yöneldi... Amerika’da akupunktur tedavisinin bağışıklık sistemini kuvvetlendiren yan etkisi de olmayan en etkili tedavilerden biri olduğu haberi çıkınca insanlar akupunktur tedavisine yöneldiler... 
Vitaminlere koşturanlar oldu... İnsan içine çıkmaktan korkanlar oldu... Neler neler...
Aslında konu çok sade ve çok kolaydı... Bağışıklık sistemini organlarımız, hücrelerimiz, dokularımız oluşturuyordu. Bir de bunları besleyen proteinler ve vitaminler... 
Bunlar vücudu dışarıya karşı koruyan bir koalisyondu... 
Nedir bu dışarıdan gelen etkenler?
Enfeksiyon hastalıklarının tümü... 
Enfeksiyon hastalıklarına sebep olan virüslerin tümü... 
Bildiğimiz bilmediğimiz milyonlarca hatta milyarlarca bakterilerin tümü...
Yine adını bilemediğimiz, tanımlayamadığımız ve halen de bilim dünyasının sürekli “yeni bir virüs bulundu”, “yeni bir bakteri bulundu” diyerek isim vere vere bitiremediği türde yabancı cisimler ve patojenler...
Vücut işte adını bildiği veya bilemediği tüm bu etkenlere karşı kendini sürekli hazır tutmakla görevlendirirdi kendini...
Ve aslında vücudun bu sistemi bir harika sistemdi... Tanımadığı, kendine zarar verdiğini fark edince imha etmediği ve bir daha gördüğünü bir daha unutmadığı ve anında imha etmediği hiçbir yabancı etken yoktu... 
Bağışıklık sistemi eğer kürsüye çıkıp kendini anlatmak istese şunu söylerdi:
Topunuz gelin!
Çünkü biz “zoru hemen yaparız, imkânsız ise biraz zaman alır.” 
Yani, bu sistem vücudun imha etmesi gereken her türlü yabancıyı imha etme yeteneğine doğuştan bu derece sahipti... Sadece endüstri geliştikçe insanlar daha çok yeni hayatlarla karşılaştıkça vücudun bağışıklık sistemine o kadar çok yabancı musallat ediyorlar ki vücudun bunların hangi birini imha edeceğini bilemeyip şaşırıyor... 
Hepsinin üstesinden geliyor ama insan yani... Bundan otuz sene önce 100 yeni patojen ile karşılaşıyorsa bugün on bin patojenle karşılaşıyor... Buna immün sistemi ne yapsın arkadaş... 
Bağışıklık sistemi bu tanımadığı yeni cisimler vücuda girdiğinde ne yapar peki?
Her birine en hızlı sürede tanımak ve ona karşı antikor üretmek üzere kendini otomatik göreve çağırır...
“Antikor nedir?” diye soranlarınız olduğunu duyar gibiyim. 
Antikorlar vücudumuzun ürettiği bir çeşit Y şekilli proteinler. Bu proteinler vücuda yeni gelen bilinen bilinmeyen antijenlere, (virüs olabilir, bakteri olabilir, mantar olabilir) bütün bunların parçalarına tutunur... Bilim insanları bunu bir anahtarın bir kilide yapışması ve onu açarak içeri girmesi (ve imha etmesi) gibi değerlendirir.
Diyeceksiniz ki “öyleyse ne diye bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinden söz ediliyor?”
Çünkü, bu saydıklarımız sağlıklı bir kimsenin bağışıklık sisteminin çalışmasını gösterir...
Eğer bağışıklık sistemi normal çalışacak seviyenin altında olursa bu işlemleri yeterince yapamaz veya zamanında yapamaz... 
O zaman ne olur?
Vücut yukarıda sayılan patojenlere karşı yenilir...
Hastalanır yani... 
Öyleyse sitemizin askerlerini güçlendirmemiz için onları ne yapmalıyız?
Onları eğitmeli, beslemeli, moral ve motivasyonlarını yükseltmeliyiz.
Bağışıklık sistemini için ne yapmalıyız? 
Vücudu beslemeliyiz... Dinlendirmeliyiz... Temiz hava ve su ile arındırmalıyız... Elektro manyetik etkilerden korumaya özen göstermeliyiz... Uyku düzenimizi aksatmamalıyız... Beynimize giden oksijen miktarını artırmaya özen göstermeliyiz... Dışarıdan vücuda ekstra patojen içerikli gıdalar almamalıyız... (Kendi elimizle kendi kalemize gol atmamalıyız...)
Yani, karaciğerimizi, akciğerimizi sigara gibi alkol gibi, egzoz dumanı gibi hava kirliliği gibi ortamlardan uzak tatmaya çalışmalıyız...
Karaciğer yağlanmasını tetikleyecek derecede serbest radikal içeriği bol olan endüstriyel gıdalardan bilinmedik yerlerde satılan hazır yiyeceklerden vb. uzak durmalıyız...
Mevsimine göre bir beslenme düzenine özen göstermeliyiz... 
Tencere yemeği dediğimiz ev yemeklerini tercih etmeliyiz... 
Hayatımızdaki stresi mümkün olduğunca en aza indirmeye çalışmalıyız. 
İnsanî ilişkilerimizi artırmalı, sohbet ortamları oluşturmalıyız... Bu insanın moral ve motivasyonunu artıran çok önemli bir etkinliktir, yabana atmayalım... 
Hareketlerimizi kısıtlamamaya dikkat etmeliyiz... 
Sağlıcakla...