"Hiçbir şeyin tadı tuzu yok gibi sanki. Her şey saman tadında!” Görüntü mükemmel ancak duygulara hitap eden hiçbir şey yok. Teknolojinin günlük hayata bu kadar müdahil olması, her anımızın onunla ilerliyor olması biraz fazla iyimserlik sanki.
İnsan kendi halinde olmalı, zaman zaman tefekkür etmeli ancak teknoloji bizim yerimize onu da yapıyor, yaptırıyor. Bütün paylaşımlar, iş, güç, neşe, hüzün, alacak, satacak, gülecek, güldürecek ne varsa o karar veriyor. O dediğim: “teknoloji!”
Bence büyük bir çıkmaz bu! Çıkmaz sokaktayız sanki! İnsanın yaptığı her hareket telefonlarla bir yerlerde kayıt altında. Sır, dostluk, içten bir paylaşım tarihin tozlu sayfalarında kaldı. Bu kadar teknoloji sağlığa da ruha da bedene de insan gibi insana da zarar. Kendimizden başlayarak bir şeyleri değiştirme zamanı geldi geçiyor bile.
Nasıl yapalım?
Sosyal medya perhizleriyle başlayabilirsiniz. Öce bir hafta, sonra bir ay kullanmayın bakalım! İnanın bir ayın sonunda:
“Gerçekten de dünyanın sonu değilmiş, iyi ki bırakmışım diyeceksiniz.” Her gün benzer paylaşımları izlemeseniz ne kaybedersiniz ki? Kaybı bırakın kazanacağınız çok şey var. Önce zaman sonra o zamanın daha faydalı somut iş ve etkinliklerle doldurulması. Hem bireysel olarak hem aile olarak hem okul, kurum, toplum olarak almamız gereken önemli kararlar olmalı. Küçük adımlar atmamız gerekiyor hem de hemen. Sonra çok büyük adımlar atmak işe yaramayabilir. Değişim önce kendimizden başlamalı.
Ne gibi bir değişim olabilir?
· Öğrenciler için tablet, telefon kullanımı sıfırlanmalı.
· Üniversiteye kadar hiçbir öğrenciye telefon alınmamalı.
· Mesai saatlerinin dışında internet kullanımı kişisel kullanımlara tamamen kapatılmalı.
· Öğrenciler için de yetişkinler için de kısıtlanmalı.
· Kurumlarda telefon üzerinden iş yapma, talimat verme işi tamamen kaldırılmalı.
· Sosyal medyada geçirilen süre uygulama tarafından sınırlı olmalı. Günlük 20 dakika olabilir. Daha fazlası kesinlikle olmamalı. Uygulama hiç açılmamalı bu süreden sonra. Otomatik olmalı yani.
“Herkes kendi iradesini kullansın, herkes eğriyi doğruyu biliyor, bunlara ne gerek var ki?” denilebilir ancak kazın ayağı hiç de öyle değil. Hepimiz insanız ve zaaflarımız, zayıflıklarımız var; kısacası nefsimiz ve şeytan var. Onlar da boş durmuyorlar elbette.
Kontrollü kullanma işi çocuklar için daha da zor. Bir yetişkin kendisini daha kolay kontrol edebilir ancak çocuklar bunu yapamaz. Yapamadıkları için de çocukları artık anne babalar değil sosyal medya eğitiyor ya da yoldan çıkarıyor. Sosyal medyanın ya da sanal dünyanın eğittiği çocuk da ruhu alınmış robot, zombi gibi oluyor. Duyarsız, hissiz, beceriksiz, kendine bile hayrı olmayan, etrafını tanımayan tipler.
Bunlar şimdilik aklıma gelen birkaç örnek. Bunun niceliğini ve niteliğini arttırmak mümkün. Bunu yapmadığımız takdirde zombileşen, robotlaşan, düşünmeyen bir nesil kendi ellerimizle inşa edilmiş olacak.
Gelin teknoloji kullanımı üzerine biraz ciddi düşünelim. Yoksa zaten iyice azalan insanlığımızı tamamen kaybedeceğiz. Teknoloji geliştikçe insan, insan olmaktan uzaklaştı sanki. Netice itibariyle nefis taşıyan varlıklarız. Lütfen bu konuya biraz eğilelim ve radikal kararlar alalım. Basit sıradan bahanelerle kendimize alan açmayalım. Kişisel, ailece, akrabalar arası, okul, kurum, toplum olarak yapmamız gerekenler var.
Gelişen teknoloji ile hayatımızın hemen her alanına nüfuz eden dijital dünya, insanî bağları iyice zayıflatıyor. Teknolojinin nimetlerinden faydalanırken, insanlık değerlerimizi kaybetmemek için daha bilinçli bir yaklaşım benimsememiz gerekiyor. Artık yüz yüze iletişim yerine, ekranlar aracılığıyla iletişim kuruyoruz ve bu, duygusal bağlarımızın yıpranmasına neden olabilir.
Gerçek dostluklar, derin sohbetler ve anlamlı ilişkiler, sanal dünyanın ötesinde kurulabilir. Tavşan kanı bir çay eşliğinde yapılan yüz yüze muhabbetler sanal olanla iç aynı olur mu? Teknolojinin sunduğu kolaylıklar, insanı insan yapan öz değerlerden uzaklaşmamıza neden olmamalı. Sanal olan çoğaldıkça selam, kelam, komşuluk, dertleşme, paylaşma, birlikte yapılan piknikler, imece usulü yapılan etkinlikler neredeyse bitmek üzere. Bu yapılanlar sadece bir iş değil aynı zamanda sosyal, psikolojik anlamda da birçok derde deva olan uygulama ve geleneklerdir.
Zaman zaman teknolojiyi sadece bir araç olarak kullandığımızın farkına varmalı ve gerçek dünyadaki ilişkilerimize odaklanmalıyız. Özellikle gençler arasında artan dijital bağımlılık, ruhsal ve sosyal sorunlara yol açabilir. Bu nedenle, teknoloji kullanımını dengelemek ve gerçek hayatın tadını çıkarmak önemlidir. Bunun için de sosyal ortamlar -fiziki anlamda- oluşturulmalı.
Sosyal medya platformlarında yaşanan sanal gösteriş, gerçek ilişkilerin yerini alamaz. Gerçek bağlar, karşılıklı anlayış, empati ve samimiyetle kurulur. Birlikte yemek yemek, doğayla iç içe zaman geçirmek, piknik alanında mangal yakmak, top oynamak, birdirbir oynamak gibi basit aktiviteler, insan ilişkilerini güçlendirebilir. Teknoloji, iş hayatında verimliliği artırabilir ancak aşırı kullanım, iş yaşamı ile kişisel yaşam arasındaki dengeyi bozabilir ki bozuyor.
İş yerlerinde teknoloji kullanımıyla ilgili kurallar belirlenmeli ve çalışanların verimliliğini artıracak önlemler alınmalıdır. Çocukların teknolojiye erişimini kontrol etmek, onların sağlıklı bir gelişim süreci geçirmelerine yardımcı olabilir. Teknolojinin esiri olmaktan kurtulmak için bilinçli seçimler yapmalı ve zamanımızı değerli aktivitelere ayırmalıyız.
İnsani ilişkilerimizi güçlendirmek için kendimize ve sevdiklerimize zaman ayırmalı, onlarla kaliteli zaman geçirmeliyiz. Teknoloji, insanın insan olmasını engellememeli, aksine onu daha iyi bir insan yapmalıdır. Teknolojinin getirdiği kolaylıkları kullanırken, insani değerlerimizi korumalı ve yaşamın tadını çıkarmalıyız. Dijital dünya ile gerçek dünya arasında denge kurmak, mutlu ve sağlıklı bir yaşam sürmenin anahtarı olabilir.
Günümüzde her şeyin bir tuşa dokunarak, bir ekranın arkasından kontrol edilebilir hale gelmesi, insani dokunuşun, gerçek duyguların ve derin düşüncelerin zayıflamasına neden oluyor gibi hissediyorum. Teknoloji, yaşamımıza o kadar yoğun bir şekilde girdi ki, artık o olmadan bir an bile geçiremez hale geldik. Ancak bu yoğun ilişki, insanlığımızı kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor gibi görünüyor.
Birinin gözlerinin içine bakmadan, sadece bir ekran aracılığıyla iletişim kurmak, neşe, hüzün, kızgınlık gibi duyguları tam anlamıyla paylaşmamıza engel olabilir. Herkes her şeyi ekranlar aracılığıyla paylaşmanın derdine düşmüş. Öyle bir hal aldı ki bu paylaşma telaşı, gerçekleri ıskalamamıza sebep oluyor. Doğada bulunduğumuz anları paylaşma arzusu doğada bulunduğunuz o kıymetli zamanları bile bizden almış görünüyor. Fotoğraf paylaşacağım diye önündeki yemeği yiyemiyor, oynadığı kar topunun tadını çıkaramıyor, etrafındaki bitkileri, minik canlıları fark edemiyor. Ekran sevgisi gerçeğin çok ötesinde olunca gerçekleri göremez hale geliyor insan.
Bir zamanlar samimi dostluklar, derin sohbetler ve gerçek bağlantılar vardı. Şimdi ise bir "beğeni" ya da "takipçi" sayısı, insanların değerini ölçmeye yetiyor sanki! Ancak sanal olanlar saman alevi gibidir, gelip geçici bütün mesele gönüllere dokunmak olmalı, o da öyle kolay olmasa gerek. Emek ister, zaman, gayret, göz yaşı, fedakârlık ister. Çünkü gerçek bağlar, yüz yüze iletişimde ve içten paylaşımlarda kurulur.
Teknoloji bizi gerçek dünyadan koparıyor ancak unutmamamız gereken bir şey var: Biz insanız. Teknolojinin esiri olmak yerine, onu akıllıca kullanmalı ve insani ilişkilerimizi güçlendirmek için araç olarak görmeliyiz, sadece araç. Kesinlikle amaç olmamalı.
Hangi mekâna giderseniz gidin şöyle etrafınıza bir bakın. Mesela, birçok kişi yemeğe oturduğunda, masadaki herkesin telefonuna gömüldüğünü görmüşsünüzdür. Bu, gerçek bir iletişim yerine, sanal dünyada kaybolmuş bir toplumun işaretidir. İnsanlar arasındaki derin bağlar, bu şekilde korunamaz. Karşısında canlı kanlı bir dostu varken onunla değil de ekranla meşgul oluyorsak bittiğimizin bir işaretidir bu.
Unutmamalıyız ki, bizler duyguları, düşünceleri ve derin bağları olan varlıklarız.