Rahmetli Ü mit Kaftancıoğlu nun kız Pınar Kaftancıoğlu (Çiftçi) ülkemizdeki tarım politikalarının durumu hakkında sosyal medyada bir yazı paylaşmış. Çok güncel ve gerçekleri içerdiği için köşemize almak istedik. Pınar Hanıma teşekkürler;
'Geçtiğimiz yaz... Çiftlikte köy tipi bir ofisim var benim. Orada çay - kahve içeriz ziyaretçilerimizle, gelenler bilir... Manisa - Alaşehir den gençbir kız geldi oraya. İşte sohbet etmek, haddime değil ama benden biraz akıl almak, şu bu... Şu anda da okuyordur eminim bu satırları, darılmaca, gücenmece yok... Yanlışı görmezden gelmek hiçbir işe yaramıyor. Görmek ve düzeltmek gerek...
Gençkızın babası, Alaşehir de çekirdeksiz üzüm üreticisi. O bölgedeki tarımdan konuştuk. Çekirdeksiz üzümde dehşet verici ölçülerde kullanılan tarım ilaçlarından, damla sulama ile verilen glikozdan filan. Babası da aynı şekilde yetiştiriyormuş. Attığı ilaçlardan baba da hasta olmuş bu arada.
Dedim ki, 'Neden böyle yapıyorsunuz bu tarımı?' 'Bölgenin gerçeği bu,' gibi bir şey söyledi. Tam hatırlamıyorum sözcükleri, yalan olmasın ama ağırlığı maksimize etmek, üzümün üzerinde böcek lekesi vesaire bırakmamak zorunda olduklarını anlattı. Halci jargonu ile yazacak olursam, turfanda, yani sentetik olarak glikoz ile tat verilmiş birinci sınıf üzüm hasat etmeleri gerekliliği... Ü rün turfanda girdiğinde fiyat bir misli artar. Olay sadece paraya bağlanıyor sizin anlayacağınız...
Bilmediğim gerçekler değil kızın anlattıkları. Şaşırmadım yani, ama bozuldum hafiften. Bilen de bilir beni, dan dun konuşurum pek çekinmeden. Dedim ki, 'Peki bu işin vicdani yönü ne olacak? Neticede çekirdeksiz kuru üzümleri en çok sevenler, tüketenler de ufacık çocuklar... Ben babanı iyi ve iyiyi hak eden biri olarak göremiyorum.' Bu kez de gençkız bozuldu haliyle... Bana söylediği şu oldu, noktasına virgülüne dokunmadan: 'Benim babam, evet, sağlıksız tarım yapıyor. Bunun nelere sebep olacağını da biliyor ama babam esasında çok iyi bir insandır. Çünkü bunları beni İstanbul da okutmak için yapıyor.' Dedim ki, 'Pes!' Muhakeme bu, izan bu, netice bu.
Aklı başında bir ülkede, ancak kamera şakası olarak sunulabilecek her şeyin bizde tamamen gerçek olması, dahası kanıksanmış olması bir bana mı tuhaf geliyor?..
Geçtiğimiz hafta içinde de Eğirdir Gölü ne dair bir belgesel izledim. Dalgıçlar göle dalıyor, çekiyorlar, sümüksü bir madde dibi kaplamış, göldeki yaşamın %80 i yok olmuş, kalan %20 balık ise tutuluyor. Satılıyor. Yeniliyor. Şuursuzluğun çok ötesinde, adeta bir delilik hali... Temel sebep gölün çevresinde yapılan elma yetiştiriciliği. Daha doğrusu elma ağaçlarını senede 30 kere ilaçlayan vicdan yoksunu üreticiler, toprağa sızan ve gölü besleyen yer altı sularına karışan zehir... İzlerken vallahi beynim zonkladı. Pamuk yığınlarında uyuyan çocukların zirai ilaçtan ölmesi mi dersiniz, Fethiye de portakal ilaçlıyorum derken onkoloji servislerine yığılan çiftçileri mi... Antalya seralarında domates tarımı yapıyorum derken tünelin sonundaki ışığı görenleri mi ya da?..
Çiftçi masum değil. Çiftçi ne yaptığını biliyor. Çiftçi bunu zoraki yapmadı - yapmıyor ve hiçkimse bunu çiftçiye zorla dayatmıyor. Çiftçinin önüne, çok 'Vicdan mı yoksa daha çok para mı?' diye bir soru geliyor ve çiftçi gayet ne yaptığının farkında olarak, sonuçlarının gayet farkında olarak seçimini yapıyor. Yeni de değil. 1950 lerden beri...
DDT yi hatırlarsınız. En yoğun uygulanan bölge Adana idi. DDT - BHS karışımının binlerce tonu uçaklardan atıldı. Arılar, böcekler, fareler, kuşlar... Her şey bu tozlama altında can verdi. Oysa kurdu yiyen böcekler, böcekleri yiyen kuşlar, böcek yumurtalarını yiyen fareler, fareleri yiyen yılanlar derken muhteşem bir ekolojik denge sürüyordu. Toprak bereketli idi ve ilaca ihtiyaçolduğuna dair hiçbir emare de yoktu. Açgözlülük ile, daha çok ve daha çok para hırsı ile hepsi altüst oldu.
Aynısı Karadeniz de oldu. Karadeniz halkı önceleri devletin sübvanse ettiği fındık kurdu ilacına itiraz etti. Zirai mücadele memurlarını tarlaya sokmadı. İlaçatılınca arılar, böcekler, sonra böceği yiyen her şey ölüyor dediler. Korkmuşlardı. Sonra desteklemeler, bir yandan Türk fındığına ilgi, bir yandan artan fındık talebi, yükselen fiyatlar filan derken ne olduysa oldu, üreticiler vicdan ver cüzdan arasındaki seçimi kolayca yaptı. Fındık kurdu ilacına, hem de hamuduyla geçiş yapıldı. 1986 da Çernobil de buna mum dikti ve benim Karadeniz fındığı ile işim o gün bitti. Ne oğlum Can, ne kızım İpek Karadeniz fındığı yemedi. O günden bugüne de, ilaçkullanımı Karadeniz de hiçazalmadı. İsmi değişti, formülü değişti ama ilaçlama aşkı hiçdeğişmedi. Şimdilerde ağaçaltlarında round-up kullanılıyor. Toprağı kızartan da odur.
Bu paragrafa Karadeniz üreticilerinden birkaçkınama, bir - iki de dava gelecektir, gelsin. Tepkiyi doğru yere yöneltmelerini tavsiye ederim. Zehirlenmeyi reddediyor olduğum için suçlu ben olamam sanıyorum...
İlaçlama her yerde, her bölgede devam etti. Ege de önce tütün ilacı başladı. Tütün bitti. Sonra Ovası nda pamuk ile start verildi. Şimdilerde de pamuk yerine tamamen GDO lu mısır kaynıyor bu bölgeler. Yoğurttan süte, bisküviden baklavaya her şeye zerk olup sizi - bizi hasta ediyor. Fethiye de, Antalya da, Mersin de, Gümüldür ve Seferihisar da zırıl zırıl narenciye ilaçlaması en vahşi hali ile ilerliyor. Yavuz Dizdar ve arkadaşlarını zehirleyen portakalın hikayesini okumuşsunuzdur... İşte o durum...
'E ne var? Tarım ilacı her yerde kullanılıyor,' diyorlar. Kısmen doğrudur. Örneğin çok õ nem verdikleri 'Avrupa da da kullanılıyor' örneği gerçektir. Ama çok önemli farklar vardır. Tarım ilacı, Avrupa da reçete ile verilir. Adam o sene kaçadet marul diktiğini ilgili devlet kurumuna bildirir ve bu devletçe denetlenir. Sonra devlet bir hesaplama yapar, dikilen marula göre tam gelecek ölçüde tarım ilacı reçetesi yazar ve çiftçiye verir. Çiftçi bu reçete ile ilacı temin eder ve reçeteye uygun biçimde kullanır. Ü zerine fikir yürütmez. Kural ne ise kurala uyar.
Bizde, tarım ilaçlarının ölçüsü Türk çiftçisine emanettir. 100 litre suya 10 gram atılacak diyelim. 10 gram, bizim çiftçinin gözüne elbette az görünüyor. Bakıyor ilacın bidonu da üçpara bir şey... Yallah boca... Hasattan belirli bir süre önce ilacın kesilmesi kuralı imiş bilmem ne imiş... Onlar Avrupa işi...
DDT, böcekler üzerindeki güçlü toksik etkisi ile 1948 de Nobel ödülü aldı. Hayvanlar için son derece tehlikeli olduğu ve doğadaki besin zincirini bozduğu anlaşılınca da 1970 lerde yasaklandı. Yasaklanışından 10 sene kadar sonra nihayet bizim de aklımız başımıza geldi ve bizde de yasaklandı. Ancak kasabalarda DDT nin yasaklandığı anonsu geçince zirai ilaççılarda ne kadar DDT varsa çiftçi tamamını topladı. Ü çer senelik daha stok yaptılar. Hâlâ da merdiven altı, benzer formüller ile devam ediyor. Topraktan derelere, denizlere karışıyor. Denizde tutulmuş balıkta dahi çıkıyor.
Dört koldan ilaçlanıyoruz. Dört koldan zehirleniyoruz.
Pamuğa zehir giriyor atlet, tulum, iççamaşırı, gömlek giyiyoruz zehirleniyoruz. Tahıla atılıyor, ekmek olarak sofraya geliyor, zehirleniyoruz. Meyveye atılıyor, sebzeye atılıyor, o kadarı da yetmiyor, toplanıyor, parafinleniyor, azotlanıyor, klimalardan mantar ilacı atılıyor... Şaka gibi... Zehirleniyoruz. İşler çığırından fazlası ile çıktı ki artık herkesçe bilinsin, yüksek sesle konuşulsun isterim. Devletin regülasyonlarını, üreticinin vicdan kıstaslarını filan beklemekle bu iş olmuyor. Bir şeyin pazarda talebi varsa, buna ne devlet, ne de vicdan engel oluyor. Çünkü bu işin temelinde tüketicinin, yani 'parayı veren'in talebi yatıyor.
Böceğin hasar vermediği pırıl pırıllık yeşillikler, bir koca torbanın bir tanesine bile kurt girmemiş elmalar, sineksiz marullar, asla böceklenmeyen pirinçler, unlar, bakliyatlar tercih etmenin anlamı böcek ilacı yemeyi tercih etmektir. Kural aslında bu kadar basittir. Marulun arasından çıkan salyangozu bahçeye bırakır, sineklenmiş brokoliyi sadece akan suyun altında kolayca temizlersiniz ama tarım ilacını asla temizleyemezsiniz. Bedeninize girer, birikir, birikir, bir sınırı aşar ve bedeniniz artık kaldırmaz hale gelir. Kolon CA ve özellikle löseminin etkin sebebi tarım ilacı kalıntısıdır. Düşünerek, ama gerçekten çok düşünerek atın adımlarınızı. Her şeyi sorun, sorgulayın, araştırın, anlatılanlar ile yetinmeyip kendi doğrunuzu bulun ve bunu paylaşmaktan hiçkorkmayın. Acı ve içkarartıcı olsa da, gerçeği duymaktan da öyle...
Tek Kelimeyle Köylü Artık Kendisinin Celladı Olmuş!
Göktan AY
Yorumlar