Her ziyaret ettiğimde huzur duyduğum Kocamustafapaşa semtindeki bulunan Sümbül Efendi Camii`nden bahsedeceğimi bu yazımda. Cami, başta Sümbül Sinan Efendi ve ailesi olmak üzere önemli zatların türbelerinin bulunduğu bir avluya sahip.
1284 yılında, Teoddora tarafından kızlar manastırı kurulmuş ve kilise inşa edilmiştir.
Osmanlı minarelerinde kandil yakma geleneği ilk bu camide başladığı bilgisini de verelim.
Sümbül Efendi Camii avlusunda kuş sebili bulunur. 
İstanbul`un fethinden sonra harap halde bulunan kilise, Koca Mustafa Paşa tarafından 1489 yılında camiye çevrilmiş, ek olarak medrese, han, imaret, hamam ve çeşme yaptırılarak bir külliyeye dönüştürülmüştür.
Türk mimarisi üslubunda yapılan merkezi kubbe, iki yarım kubbe ile desteklenmiş, dış duvarlar Türk üslubunda bir kılıf içerisine alınmıştır. İçmimarisinde Bizans etkileri hissedilen caminin dış görünümü tamamen Osmanlı Türk unsurlarıyla yenilenmiştir.
Avluda, Çifte Sultanlar diye adlandırılan iki mezar ve bunların yanında yer alan Sarı Sıdıka mezarıdır.(Çifte Sultanların Hz. Hüseyin`in esir düşen iki kızı olduğu, Sarı Sıdıka`nın da bunları çok seveni yardım eden ve onların etkisiyle Müslüman olan Bizans İmparatoru`nun kızı olduğu rivayet edilir.)
Ü çavlu kapısı, iki giriş kapısı vardır. Giriş kapıları camekanlı bölmedendir. Bu kapılar son cemaat yerine açılır ve buradan iki kapıyla camiye girilir. Kürsü, minber, müezzin mahfili ahşaptır. İki kapı arasındaki mermer kitabe avlunun ortasındaki şadırvana bakar. Kocamustafa kapısından girişte sağ ve solda hazire ve sağda metruk ahşap ev bulunmaktadır. Ev şimdi restorasyon edilmiştir.
Kubbe 4 sütuna yaslanır, iki apsid, iki nartekslidir. Sütun başlıkları yapraklı, monogramlıdır. Minare ortadadır. Sağda Safiye Sultan Türbesi, avluda Halvetî ye nin Sümbülî ye kolunun pî ri, 1493 te vefat eden Pî r Yusuf Sümbül Sinanüddî n Efendi başta olmak üzere, Sümbülî ye büyüklerinin türbeleri bulunmaktadır. Sümbül Efendi Türbesi ile şadırvan arasında korumaya alınmış 500 yıllık selvinin hikayeleri çok ilginçtir.
Bu mezarların başucunda da sanki bir evin çatısından fırlamış görünümüyle kuru servi ağacı dikkatinizi çekecektir.Günümüzde servinin kurumuş olan kökü kırılıp insanlara zarar vermesin diye bir odayla koruma altına alınmıştır.Tabii bu şekliyle ruhani bir özellik te kazandırılmıştır.Servinin İstanbul`un 22 anıt ağacından biri  olduğu tescillenmiştir.Yaklaşık 1400 yaşında olduğu belirtilir.
Peki niye zincirli servi? Nedir hikayesi? Bu konuda anlatılanlar ilgi çekici olduğu kadar çeşitlidir de
Derler ki servinin dalları kuruyunca insanların üstüne düşmemesi için dallara bir zincir dolanmış ve koruma altına alınmıştır.Yüzyıllar serviyi öylesine yıpratmıştır ki nihayet bu zinciri taşıyamaz olmuştur .(Bu zincir şimdi İstanbul Belediyesi Müzesindedir)
Bu servinin altında Sümbül Efendi`nin Allah`ın Resulü`nün ruhuyla görüştüğü rivayet edilmektedir.
Zincirli Servi`nin İstanbul folklorunda önemli bir öyküsü olduğunu da anlatırlar. Buna göre   borcunu kabul etmeyenler ağacın altına getirilecek olunursa, zincir hareketlenerek borçlunun üzerine değermiş. Bu nedenle de alacaklı birçok kişi Osmanlı tarihinde Kadı`nın yerine şahitler önünde yakaladığı borçlusunu servinin önüne götürür ve onun vereceği hükmü beklermiş. Ancak Servi`nin üzerindeki zincir nasıl ve ne şekilde hüküm vereceği de bilinmez.
Zincirli Servi ile ilgili  bir başka inanışa göre de bu zincir kıyametin kopmasını önlüyormuş. Zincir yerinden kopup düşecek olursa o zaman kıyamet koparmış.
Halk arasında dolaşan hikayelerden birine göre, serviye asılan zinciri,demircilerin piri olan Davud peygamber yapmıştır. Bu yüzden de zincire bir kutsiyet atfedilmiştir.
Servinin Hz. Cabir tarafından dikildiği rivayet edilir.Bir rivayete göre de Hz. Hüseyin`in kızları Fatma ve Sakine bu ağacın altında ölmüş, bu ölümün üzerine servi bir anda kurumuş. Yıllar sonra Sümbül Efendi kuruyan serviyi zincirlerle sararak korumaya almış.  Ancak, zincirin bir ucunu yere doğru sarkık tutmuş ve demiş ki 'Bu ağacın altında kim durur ve yalan söylerse, bu zincir yere doğru uzayacaktır.' Zincirli servinin efsanevi hikayesi de böylece başlamış ve günümüze kadar birçok yerde konu edilmiş.
Bir zamanlar İstanbul`u gezen yabancıların da dikkatini, çekmiş servi ve hikayesi.Rupert Wilbrandt`ın İstanbul Çeşitlemeleri adlı kitabında sevi ağacına sarılı zincirle ilgili efsaneden şu şekilde bahsedilmiş:
'Eskiden serviye asılmış bir zincir, davacı ve davalı olan iki kişiden hangisinin haklı olduğunu gösterirdi. Davacı ve davalı zincirin altına otururlardı ve zincir haklı olana doğru hareket ederdi. Günün birinde adamın biri başka birine borçpara vermiş. Geri ödeneceği gün gelmiş, parayı ödünçalan adam parayı geri ödediğine dair yemin ediyor. Ödünçveren ise bunu inkar ediyor. Kavga etmeye başlıyorlar. Ödünçalan öbürünün sakalına asılıyor ve bağırıyor,diğeri ise karşısındakinin parmağını adamakıllı ısırıyor. Yardıma gelen komşular, ikisini ayırıyorlar ve Sümbül Efendi`nin efsanevi servisine gitmeye ikna ediyorlar. Gidiyorlar. İkisi de zincirin altına oturduktan sonra, paraları borçolarak vermiş olan adam davasını anlatıyor serviye. Sıra öbürüne gelince, elini kaldırıp yemin etmek için elindeki kamış bastonu davacıya veriyor ve Al senin olsun, ben istemiyorum şu bastonu` diyor ve yemin etmeye başlıyor, borcu geri ödediğini söylüyor. Etraftakiler büyük heyecanla zincirin hangisine doğru hareket edeceğini bekliyorlar. Servinin dallarından bir fısıltı işitiliyor ve en nihayet zincir, paraları borçveren adamın istikametine doğru hareket ediyor. Bunu gören davacı fena şekilde öfkeleniyor, çünkü paraların bastonun içinde saklanmış olduğunu bilmiyor kızıyor, ayağa kalkıyor ve elindeki kamış bastonla zinciri tartaklamaya başlıyor. Bağırıyor, küfür ediyor, zincirin yalancı ve namuzsuz olduğunu ileri sürüyor. Tam o anda baston kırılıyor ve içine yerleştirilmiş altın paralar meydana dökülüyor. Faizi dahil tüm borçolarak verilen miktar.'