TARİHİN ÖTEKİ YÜZÜ
Miladi takvimle 13 Nisan 1909’a tekabül eden 31 Mart kanlı ayaklanmasının faturası, olayda un ufak bir dahli bulunmadığı Mason Sadrazam Talat Paşa tarafından dahi kabul edilen Sultan Abdülhamid’e kesilmiş, tahttan indirilip sürgüne gönderilmesine varan olayları tetiklemiş, tarihimizde neredeyse 20 yıl sürecek artçı sarsıntılara sebep olmuştu. Bu İngiliz merkezli “Yeni Dünya Düzeni”ni getirecek tektonik sarsıntılar Lozan Antlaşması’yla karara bağlandığında yaklaşık 4 milyon km2 büyüklüğündeki bir imparatorluğun dağılıp çöktüğüne şahit olunacaktı. Dolayısıyla “31 Mart Vak’ası” denilince 114 yıl geçmesine rağmen üzerimizdeki etkisi devam eden, uğultuları ‘derinden gelen’ sarsıcı bir olay karşısında olduğumuzu bilmemiz gerekir.
Altı asırlık bir imparatorluğun kaybıyla sonuçlanacak olan olaylar zinciri esasen meşrutiyet ve hürriyet isteyen Resneli Niyazi, Enver ve Eyüp Sabri Beyler ve adamlarının dağa çıkmasıyla başlamış, Avcı Taburları adıyla Makedonya’dan toplanan gönüllülerin payitahta yürümesi ve İstanbul’a varmadan Sultan Abdülhamid’in Meşrutiyeti ilan ettirmesiyle suya düşen hesaplarla devam etmişti. Asıl amaç, elbette Kızıl Sultan diye iftira attıkları Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesiydi. Onlardan önce davranıverip Meşrutiyeti ilan edince Sultan’ı o sırada tahtından indirmeye yüzleri kalmadı ve fırsat kollamaya başladılar.
Aradıkları fırsat “gerici” veya “şeriatçı” bir ayaklanma dedikleri 31 Mart isyanıyla ayaklarına gelmişti. İstanbul’a Meşrutiyeti ilan ettirsinler diye gönderdikleri Avcı Taburlarına mensup askerler nasıl olmuşsa 9 ayda Meşrutiyet düşmanı kesilmiş, bu defa Meşrutiyete karşı isyan ediyorlardı! Dünyanın bütün komedyenleri toplansa daha komik bir fıkra icat edemezdi.
Hepi topu 1,5 gün süren bu sözde ayaklanmayı bastırmak için Selanik’ten harekete geçen Mahmud Şevket Paşa kumandasındaki Hareket Ordusu ise 14 Nisan günü kendiliğinden sönmüş olan bitmiş bir isyanı bitirmek için 15 Nisan gününün ilk saatlerinde Çatalca’ya doğru yola çıkıyordu.
Garabete dikkat: Nisan’ın 13’ünde başlayan isyan 14’ünde kendiliğinden bitiyor ama 15 Nisan sabahı bitmiş isyanı bastırmak için Hareket Ordusu hareket ediyor!
İşte 2. Abdülhamid’i tahttan indirecek olan Hareket Ordusu’nda bir Yahudi Taburu da mevcuttu.
Emanuel Karasu da işin içinde
Araştırmacı Rıfat N. Bali’nin Musa’nın Evlatları, Cumhuriyet’in Yurttaşları adlı kitabındaki bir makaleden öğreniyoruz ki böyle bir tabur vardır, varlığı kaynaklara da geçmiştir (İletişim: 2001, s. 53-81)
Aynı kitapta Meşrutiyetin 24 Temmuz 1908’de ilanının Osmanlı Yahudi basını tarafından büyük bir sevinçle karşılandığını, adeta bayram gibi kutlandığını da öğreniyoruz. Hercule Diamantopulo adlı şahit, haberin geldiği gün İzmir’de yaşananları şöyle aktarmış:
“O günün akşamında Ermeniler İzmir sokaklarında büyük bir kortej halinde dolaştılar. Kortejin başında kısa bir süre önce serbest bırakılmış olan Ermeni tutuklular vardı. Çiçeklerle süslenmiş bir tahtta bir Türk asker ve bir Ermeni birbirlerini ellerinden tutmakta ve çok güzel bir Ermeni kızı da tahtın üstünde onlarla birlikte hazır bulunmaktaydı. Bir diğer tahtta bir Müslüman, bir Ermeni, bir Rum ve bir Musevi Osmanlı pankartlarında rastlanmakta olan ‘Hürriyet, Uhuvvet, Eşitlik’ kelimeleri kadar yeni ve sempatik bir grup teşkil ediyorlardı.” (nakl. Bali, age, s. 58)
31 Mart Vak’asından 3 ay kadar önce, Harbiye’de İsmet İnönü’nün hocası olan Hayim Nahum Yahudi Hahambaşılığına seçilecekti.
Rıfat Bali’nin verdiği bilgiye göre Selanik’ten İstanbul’a yürüyen Hareket Ordusu’nun bünyesinde 700 Selanikli Yahudinin yer aldığı bir tabur mevcuttu. Taburun resmi adı Musevi Taburu idi. Kısa ömürlü de olsa taburdan birkaç kişinin askerlik mesleğine intisap ettikleri ve askeri okula gittikleri biliniyor. Bu kişilerden biri, diyor Bali, gençliğinden beri ateşli bir Siyonist olan ve Yahudi taburunda subay olarak yer alan Şemtov Revah idi ki, anlattığı hatıralar çok ilginç ayrıntılar içermektedir.
Haliç’te bulunan kendi askeri okullarında askerlerin bile “Selanikli Çıfıtlardan ve gâvurlardan memnun değiliz. Padişahım çok yaşa!” diye bağırdıklarını söyleyen Şemtov Revah birçok Yahudinin Hareket Ordusu’na gönüllü olarak katıldığını ifade etmiş ve sözlerini şöyle sürdürmüştü:
“500 Yahudi gönüllü vardı. (…) 150 Yahudi gönüllüyle birlikte Çatalca’ya geldim. (…) Başkent Kostantiniyye’ye (metinde böyle-MA) ayrı kollar halinde ve muhtelif çatışmalara girdikten sonra girdik. 700 gönüllüden oluşan Musevi taburu Albay Kâzım Bey’in komutasında üç değişik istikametten Taksim Kışlası’na gitti. İsyan edenlerle çarpıştık. 23 Yahudi yaralandı ve, Allah rahmet eylesin (metinde böyle-MA) Teramin ile Beja dahil olmak üzere 21 Yahudi de çatışmalarda öldü. (…) Bu arada temsilcimiz Emanuel Karasu ve heyetin diğer üyeleri Yıldız Sarayı’na girdiler. Hareket Ordusu ve halkın adına konuşarak Sultan Abdülhamid’e tahttan indirildiğini tebliğ ettiler.”
Şemtov Revah adlı Yahudi subay bundan sonra “Kızıl Sultan” dediği Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilip gönderildiği Selanik’te Alatini adlı zengin Yahudi bir aileye ait bir villada tutuklu kaldığını keyifle anlatıyor. “Zaferimizden dolayı eski istibdat rejiminin düşürülmesinden mutlu olduk” diyor ve ekliyor: “Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm halklarına barış ve terakkinin geleceğini umduk.”
Hatta Hareket Ordusu’na katılan Yahudi gönüllüler İspanyolca bir şarkıyı hep beraber terennüm etmişler.
Yahudiler de Müslümanlarla birlikte gömüldü
Bu arada bir ayrıntıya daha yer verelim:
Çatışmalarda ölen gönüllü Yahudi askerler nereye gömülmüştür biliyor musunuz? “Sonsuz Özgürlük” diye çevirebileceğimiz Çağlayan Adliyesi’nin yanı başındaki Hürriyet-i Ebediye tepesinde yaptırılan Abide-i Hürriyet’e. 23 Temmuz 1911 tarihinde törenle açılan abideye Müslüman askerleri Yahudi ve Ermeni “kardeşleri”nden ayırmamak için birlikte gömen kafaya İttihatçı denilir ve Enver Paşa’nın açılışta yaptığı Osmanlı halklarının kardeşliği masalını dile getiren konuşmayı, Turancı Enver portresi ile ne kadar bağdaştırabileceğinizi varın düşünün.
Jön Türklerin oturmuş bir fikirleri olmadığı gibi bir projeleri de yoktu nitekim. “Vatan parçalanıyor” diye dağa çıkıp da vatanı toptan kaybetmek ve ardından da arkalarına bakmadan ülkeden kaçmaları keskin dilli Refik Halid Karay’a vaktiyle şu acımasız satırları yazdırmıştı:
“Vurdular, kırdılar; yaktılar, yıktılar; astılar, kestiler; kastılar, kavurdular; nihayet leşimizi meydanlara sererek yılan gibi kaçtılar; memlekete düşmanları sokarak üstümüzden aştılar… Eli sopalı, beli palalı, gözü kanlı paşalar damdan dama nereye?”
Öte yandan Rıfat Bali, Hareket Ordusunun İstanbul’a hakim olması ve Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle Selanikli Yahudilerin nasıl büyük bir sevinç yaşadıklarını da şöyle nakleder:
Selanikliler bayram ediyor
“Hareket Ordusu’nun zaferi Selanikli Yahudiler arasında büyük bir sevinç yarattı. Selanik Yahudi cemaatine ait Cercle Des Intimes Kulübü muazzam bir gösteri düzenledi. Yahudilerden oluşan bandolar Türk marşları çaldılar. Osmanlı subaylarının hazır bulundukları bir topluluk karşısında vatansever nutuklar atıldı. Osmanlı subaylarından oluşan bir heyet Cercle Des Intimes Kulübüne gidip ordu adına Selanik Yahudilerine Osmanlı İmparatorluğu’nun gelişmesi için yaptıkları maddi fedakârlıklar ve döktükleri kan için teşekkür etti. Kulüp, Selanik cemaati mensuplarına, Hareket Ordusu saflarında savaşırken Konstantiniyye’de ölen Yahudi askerlerin anısına bir anıt inşa edilmesi için açılan bağış kampanyasına katılmaları çağrısında bulundu.”
Daha çarpıcı olanı, söz konusu kulübün Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesi üzerine görkemli bir kutlama düzenlemiş olmasıdır. Sultan’ın gidişine o kadar sevinmişlerdi ki Yahudiler, yeni Sultan Reşad, Enver ve Niyazi beyleri öven bir şarkı bile yazmışlardı. Hareket Ordusu kumandanı Mahmud Şevket Paşa ve Harbiye Nazırı Salih Paşa ise o kadar memnun olmuşlardı ki, Yahudilerin, özellikle de Selanikli Yahudilerin kendilerine verdikleri destekten dolayı İstanbul Hahambaşı Hayim Nahum’u makamında ziyaret ederek şükranlarını sunmuşlardı.
Yahudiler Osmanlı askeri
Sultan Abdülhamid zamanına kadar Yahudiler askere alınmazdı. İşte tam 31 Mart’ın akabindeydi ki Yahudilerin askere alınması meselesi de İttihatçılar tarafından halledildi. Artık onlar Osmanlı ordusunun bir parçasıydı. Ayrılık gayrılık kalmamıştı. Nitekim 2 Aralık 1912 günü Selanik’i işgal eden Yunanistan’ın kralı Yorgo ile görüşen Selanik Hahambaşası Yaakov Meir an itibariyle Osmanlı ordusunda 500 civarında Yahudi askeri mevcut bulunduğunu söyleyecektir.
Jön Türk ihtilalinden sonra Selanik Yahudileri arasında Siyonist faaliyetlerin canlandığını ve Filistin’de yerleşik Yahudiler ile diyasporada yaşayan Yahudiler arasında Jön Türk ihtilalinin Siyonist amaçların gerçekleşmesi için uygun bir ortak yarattığı inancının yayıldığını söyleyerek yazımızı noktalayalım. Tabii Rıfat Bali’nin yazımızda faydalandığımız kitabından şu alıntıyı ihmal etmeden:
“Bu yüzyılın başında Selanik önemli sayıdaki Yahudi ve Dönme nüfusuyla “Balkanların Kudüs’ü” sayılıyordu. (…) Bu nedenle Selanik Yahudilerinin Hareket Ordusu’na gönüllü olarak katılmaları hiç de şaşılacak bir durum değildi. Dönme bir aileden gelen Maliye Nazırı Cavit Bey, onun kâtibi Nissim Russo, mebus Emanuel Karasu gibi Selanikli Yahudiler ve Dönmeler, yeni siyasi rejimde önemli ve seçkin mevkiler işgal ediyorlardı.”
Aynı Yahudilerin Çanakkale ve Gazze muharebelerinde bu defa İngiliz ordusuna gönüllü olarak katıldıklarını söyleyeyim de siz anlayın vaziyeti.