Su şehri İstanbul’da akmayan duvar çeşmeleri

İstanbullular, tarih boyunca sanatını taşa kazıyarak, aziz suyu değişik şekillerde akıtıp payitahtı bezemişler, tarihi dokuyu, mimariyi zenginleştirmişlerdir.

Abone Ol

İstanbul bir su şehridir. Osmanlı medeniyetinde, su hayattır. Maddi manevi temizliğin simgesidir. Sesinin dinginliği ile ruhları tedavi eden şifadır. Suya rahmet ve azizlik anlamı yüklenmiştir. Sultanlar, padişahlar, sadrazamlar ve yüksek mevkide devlet yöneticileri için çeşmeler özel anlam ifade etmiştir. Bir yere su getirmek, çeşme yaptırmak en büyük hayırlardan sayılmıştır. Çeşme ile yetinmeyip, zengin su tesisleri inşa etmişlerdir.

Şehrin merkezine, önemli meydanlara kondurulan abide çeşmelerin bir kısmı sebil olarak da faaliyet göstermiştir. Sosyal birleştiricilik yönü ile de gündelik hayatın vazgeçilmez parçasıdır çeşmeler. Çeşme başı muhabbetleri, fısıltıdan yayılan dedikodular, ne dertler, ne aşklara şahitlik etmiştir tarihi çeşmeler.

Konak hayatının hâkim olduğu dönemde, sakalar, sebiller, kırbalar kullanılmıştır. Mutaassıp İstanbul ailelerinde hanımefendilerin sakalar ile muhatap olmaması için düzenlenen saka delikleri, bazen de kapı önlerine bırakılan kovalar; eski İstanbul ailelerinin adabı muaşeret inceliklerinden örneklerdir. 19 yüzyıldan sonra damacanaya dönüş başlamıştır.

Meydan çeşmelerinden ilk akla gelenler; Topkapı Sarayı önündeki III. Ahmet Çeşmesi, Sultan III. Ahmet’in Üsküdar meydanındaki çeşmesi, Azapkapı’da Mimar Sinan’ın Saliha Sultan Çeşmesi, Tophane’de yine Mimar Sinan’ın Kılıç Ali Paşa Camii’nin hemen yanındaki sebil çeşmesi, Alman İmparatorluğu’nun, Sultanahmet Meydanı’ndaki meşhur Alman Çeşmesi.

Meydanlar dışında, külliyelerin içlerini, kenarlarını süsleyen sebillerden ilk akla gelenler; Koca Mustafapaşa’da Ali Paşa Camii’nin köşesindeki sebil, Ayasofya Külliyesi’nin avlu köşesindeki Sultan İbrahim Sebili, Şehzadebaşı’ndaki Damat İbrahim Paşa Sebili, Nuri Osmaniye’deki Türk-Rokoko üslubunda III. Osman Sebili, Alemdar Caddesi’nde Gülhane Parkı karşısında bulunan Hamidiye Sebili, Eyüp’te Mihrişah Valide Sultan Sebili, Dolmabahçe’de Bezm-i Âlem Valide Sultan Camii karşısındaki Mehmet Emin Ağa Sebili ve nice abide eserler bulunmaktadır. Hemen her mahalle arası, yol kenarında hepimizin önünden geçtiği sayısız çeşme, sebil vardır.

Akmayan bir duvar çeşmesinin önündeyim. Çatlakları, kırıkları, her bir çizgi ile ecdadımızdan selam getiriyor, sesini duyan olmasa da haykırıyor. Bir zamanlar Sultanahmet semtinde, mahalle sakinleri için ne büyük anlamlar ifade etti kim bilir? Hangi ruhlara sesi ile şifa, kavururken yürekleri ezan özlemi hangi iftar sofralarına bir yudum su olup aktı, gam keder bırakmadı. Yorgunluktan kan ter içerisinde kalıp kimler gölgesinde serinledi, hayat buldu kim bilir. Gözlerimiz âmâ vicdanlarımız çeşmeler gibi kurumuş.

Bu güzel su şehrinde, ‘’Biz canlı olan her şeyi sudan yarattık’’ inanç kültüründen gelen bir toplumda, susuz çeşme olur mu? Kuruyan çeşme karşısında, ıslak gözlerimle, bir yazıklar çıkmazı içinde kaybolmuş, yalnız hissediyorum.  Sanatını taşa aktaran, dünyanın dört bir tarafına eşsiz mimari eserler bırakan tarihin mirasçılarının elinde pet şişe, işi bitince sebilleri çöp kutusu gibi kullanma gafleti içindeler.

Kadim kültürümüzde yerleşim alanları havasına, suyuna göre tercih edilir. Yemek yemek için bile su başlarını tercih etmez miyiz? Yol üzerinde, bir mahalle arasında çok basit gibi görünen değerlerimiz yüzlerce yıllık emekle bugünlere ulaşmış ve Türk- İslam düşüncesini mimari ile harmanlayıp Dersaadet’i dünyanın en güzel su merkezi haline getirmiştir.

Günümüze gelince, kuruyan çeşmeler mi, şuurumuz mu, ruhumuz mu?