TARİHİN ÖTEKİ YÜZÜ
Avrupa’da çok ilginç gelişmeler yaşanıyor. Denizci Henry adlı prenslerinden beri Batı sömürgeciliğinin öncülüğünü üstlenen Portekiz devleti sonunda pes edip kanlı ve kirli geçmişiyle yüzleşmeyi kabullendi ve pek çok ülkeyi dört asır sömürmenin ve milyonlarca insanı köleleştirmenin bir bedeli olduğunu itiraf etti. Haberlere bakılırsa Portekiz Cumhurbaşkanı Marcelo Rebelo de Sousa ülkesinin sömürgecilik döneminde işlenen suçlar için sorumluluklarını kabul ve geçmiş hatalar için tazminat ödenmesini teklif etmiş.
Dört asırdan fazla bir süre boyunca en az 12.5 milyon Afrikalı Güney Amerika’ya kaçırılmış, çoğunlukla Avrupalı gemiler ve tüccarlar tarafından uzun mesafelere zorla taşınmış ve köle olarak satılmıştı. Portekiz hem Afrika’ya, hem Hint Okyanusu çevresindeki ülkelere, hem de Güney Amerika’da işgal ettiği ülkelere karşı borçlu.
Portekiz ilk küresel imparatorluk ve 1415 ile 1999 yılları arasında olmak üzere sömürgeciliği en uzun süre sürdüren devlet olarak tarihe geçmiştir. Bir başka deyişle Portekiz’in sömürgecilik bagajı tıka basa doludur ve içindekiler pek iç açıcı şeyler değildir. Bugün koskoca Brezilya, Angola ve Mozambik’te Portekizce konuşulmakta ve Portekizce eski sömürgelerinde Portekiz’dekinden daha fazla insan tarafından kullanılmaktadır.
Portekiz İmparatorluğu 1415 yılında Cebelitarık boğazındaki Septe’yi işgaliyle başlamış, bunu Atlas Okyanusu’ndaki keşifler izlemiş, Azorlar ve Madeira’nın keşfiyle sömürgecilik hareketleri başlamış, 16. asrın sonundan itibaren Hollanda, İngiltere, İspanya, Fransa gibi imparatorlukların yükselişiyle rekabet edemeyip gerileme sürecine girmiş, en büyük sömürgesi Brezilya da 19. asırda bağımsızlığını ilan edince sadece Afrika ve Asya'da önemsiz sömürgeleri kalmıştı.
Portekiz ile Hint Okyanusu ve Akdeniz’de kıyasıya bir rekabete giren Osmanlı Devleti bu imparatorluğun zayıflamasında pay sahibi olmuştu. Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethi Portekiz’in kutsal topraklarımızı işgalini durdurmaya matuf bir girişimdi.
Mekke ve Medine’de yeni Ebreheler
Portekiz’in Hint Okyanusu’ndaki kuvvetlerinin başı Albuquerque’in gözü dönmüş, Goa, Malakka gibi Hint limanlarını ve kalelerini ele geçirdikten sonra gemilerinin burnunu Kızıldeniz’e çevirmişti.
Kristof Kolomb’un misyonunu inatla ve açıkça sürdüren Albuquerque, Müslümanları Kutsal Topraklar’dan silip süpürmek için sinsice bir plan hazırlamış ve Portekiz Kralı’na yazdığı 1 Nisan 1512 tarihli mektupta bu niyetini açıkça ilan etmişti. Şu ürkütücü maddeler zikrediliyordu mektupta:
1) Kızıldeniz ve Basra Körfezi’nde giriş çıkışları kontrol altına almak,
2) Yemen ve en önemli limanı Aden’i ele geçirmek,
3) Nil nehrinin yanında yeni bir paralel kanal kazdırıp nehrin yatağını değiştirmek suretiyle Memlûklerin hayat kaynağı olan Mısır’ın kuraklıktan kırılmasını sağlamak ve, önemlisi de,
4) Cidde’yi düşürdükten sonra Mekke’yi ele geçirip Kabe’yi yerle bir etmek, dahası, Medine’deki “Hz. Muhammed’in mezarını Hıristiyan topraklarına kaçırmak”.
Ne var ki, Osmanlı tahtında bu stratejik değişimi bir radar gibi okuyabilen Yavuz Sultan Selim oturuyordu. Yavuz, Hasan Can’ın rüyasında olduğu gibi, davet edilmiş veya kendi deyişiyle, bu işe memur edilmişti. Kararını verdi: Bu iş böyle olmayacak, ‘küffar’ın edip eyleyecekleri uzaktan seyredilmeyecekti.
Yavuz, casusları vasıtasıyla bu sinsi projeden haberdar olmuş olmalı ki, derhal harekete geçmişti. Yavuz’un eğri kılıcı, çok geçmeden önce Mısır’ı alarak Kızıldeniz’e yönelecek ve Süveyş Tersanesi kurularak inşa edilen gemilerle Hint Okyanusu’nda Osmanlı gemileri ile Portekiz gemileri arasındaki kovalamaca başlayacak, Osmanlı artık Okyanuslarda da söz sahibi olduğunu cümle âleme gösterecektir. Albuquerq’in planları suya düşmüştü.
Kudüs, Mekke ve Medine 400 yıl boyunca Osmanlı şemsiyesi altında her türlü Haçlı taarruzundan masun kalabildi. O mutlu dönemin Bosna’da “devlet zamanı” diye hatırlandığını unutmayın.