Seçime artık saatler kala, partilerin son çırpınışlarını izliyoruz. Seçimi kazanmak adına ellerinden geleni ardına koymayan partiler, kampanyalarında her türlü hile ve şaklabanlığı denediler. İdeolojilerinden saparak rakip parti seçmenlerinin oyunu almak için çaba sarf ettiler.
Örneğin, bir sol parti cuma namazından sonra camide bulunan cemaate yönelik olarak tesbih, gül suyu, zikirmatik, Namaz takkesi gibi dini motiflere sahip hediyeler dağıtabiliyor. Böylece, camiye giden seçmen kitlesine daha yakın olduğunu ve onların taleplerine duyarlı olduğunu göstermeye çalışıyor. Aynı şekilde, sağ bir parti de sol seçmenlere yönelik olarak ruj, krem veya bikini gibi güya daha modern ve görsel hediyeler verebilir artık bu tür kaymalar sapmalar oy uğruna bunlar için çok normal hale geldi. Bu tür hediyeler, partinin toplumsal çeşitliliği kucakladığını ve sadece belirli bir ideolojiye değil, geniş bir kitleye hitap ettiğini sözde göstermeye çalışıyorlar.
Normal yaşantısında caminin yolunu bilmeyenler seçim döneminde camiden çıkmıyor. Tıpkı ramazan geldiğinde Türkiye’de ki sağ sol medya organlarının Kuran-ı Kerim dağıtması ya da iftar ve sahur programı icra etmesi gibi!..
Kendilerine göre bu vurucu ve anlamlı hediyeler, siyasi partilerin seçim kampanyalarında dikkat çekmek ve güya seçmenlerin duygusal bağ kurmasını sağlamak için kullanıyorlar. Böylelikle aynı zamanda, rakip partinin seçmenlerini kendi tarafına çekmek ve oy almak için etkili bir strateji olarak değerlendiriyorlar. Ancak, bu tür hediyelerin verilmesi, eleştiri ve tartışmalara da neden olabilir ve siyasi partilerin samimiyeti ve niyetleri konusunda sorgulanmalarına yol açarak bu davranış ve tutumları sebebi ile seçim dahi kaybedebilirler.
Ancak unutmamalıyız ki, bu tür şaklabanlığı yapanlar yarın bizim oylarımızla gelecekler ve bizi yönetecekler. Yani, neye layıksak onunla yönetileceğiz. Bu durum, seçim sürecinin önemini bir kez daha gözler önüne seriyor. Seçim sandıklarında vereceğimiz her oy, ülkemizin ve geleceğimizin şekillenmesinde kritik bir rol oynayacak. Bu nedenle, seçim öncesi ve sonrası her vatandaşın sorumluluk duygusuyla hareket etmesi gerekiyor. Sandıklara gitmeden önce partilerin vaatlerini, geçmiş performanslarını ve hedeflerini dikkatlice değerlendirmeli ve en doğru kararı vermeliyiz. Çünkü geleceğimizi şekillendirecek olanlar, bizim tercihlerimizle belirlenecek. Unutmayalım sandık başına gittiğimizde seçme hakkımızı kullanırken, ülkenin ve milletin menfaatlerini ön planda tutmalıyız.
Seçim sandığına gidip oy kullanacak olan kişiler arasında, uzun yıllarını eğitim hayatına adayan akademisyenler, hâkimler, doktorlar, mühendisler ve öğretmenler gibi meslek gruplarının bulunması gerçekten de dikkat çekici bir durumdur. Bu kişiler, topluma hizmet etmek için uzun yıllarını harcamış, mesleklerinde uzmanlaşmış fertlerdir. Ancak bu kişilerin, seçim sandığında daha düşük eğitim seviyesine sahip adaylara oy verme eğilimi, düşündürücü ve şaşırtıcı bir durumdur.
Özellikle doktorlar ve akademisyenler gibi mesleklerde eğitim süreci, genellikle hayatlarının en verimli dönemlerini alır ve yıllar sürebilir. Doktorların en az 30 yıl boyunca eğitim alması ve uzmanlaşması, öğretmenlerin ise en az 25 yıl boyunca eğitimlerini tamamlaması beklenir. Ancak bu süreçler, yoğun bir özveri ve çaba gerektirir ve sonunda topluma hizmet etmek için hazır hale gelinir.
Seçim sandığında bu meslek gruplarına mensup olan şahısların, siyasi adayların eğitim seviyesi ve niteliği konusunda aynı hassasiyeti göstermemesi oldukça düşündürücüdür. Seçimlerde herkesin, yönetim yetkisine sahip olacak adaylardan eğitim ve nitelik bakımından belirli bir standartı beklemesi gerekmektedir.
Bu noktada, siyasete girecek olan adayların halkı nasıl yönetecekleriyle ilgili özel eğitimler alması ve siyaset bilimi, kamu yönetimi, etik, liderlik ve iletişim gibi konularda detaylı bir eğitimden geçirilmesi elzemdir. Bu eğitimler, adayların bilinçli ve sorumlu bir şekilde toplumu yönetmelerini sağlayacaktır.
Adaylar, bu eğitimlerden geçtikten sonra ilçe, il, belediye veya ülke yönetimine talip olmaları sağlanmalıdır. Bu sayede, nitelikli ve donanımlı adaylar, toplumun yönetiminde görev alacak ve ülkenin ilerlemesi için en uygun kararları verebileceklerdir.
Siyasete atılmayı düşünen her adayın, halkı yönetme becerilerini geliştirecek ve kamu hizmetine en iyi şekilde katkı sağlayacak nitelikli bir eğitimden geçmesi gerekmektedir. Bu eğitim hem akademik hem de kişisel beceri ve pratik zekâ üzerine olmalıdır. Ancak bu şekilde, ülkenin yönetiminde daha etkili ve sorumlu bir şekilde hizmet verebilecek nitelikli liderler yetişecektir. Bu, toplumun refahı ve ilerlemesi için hayati öneme sahiptir.
Kısaca her işi ehline vermek gerekiyor. Bu durumla ilgili bir kıssadan hisse anlatayım.
Bir gün, sarayın beyleri Sultan Mahmud'a dönerek, "Eyaz denilen kölenin ne marifeti var ki sen ona otuz kişinin maaşı kadar ödeme yapıyorsun?" diye sordular. Sultan Mahmud, sessizce dinledi ve bir cevap vermek yerine birkaç gün bekledi.
Sonra bir av gezisi düzenledi ve beylerini yanına aldı. Yolda bir kervan gördüler. Sultan Mahmud, beylerinden birine, "Git, bu kervan nereden geliyor?" dedi. Bey hızla atını sürdü ve birkaç dakika sonra döndü. "Efendim, kervan Rey şehrinden geliyor" dedi. Sultan Mahmud, "Nereye gidiyor?" diye sorduğunda ise, bey cevap veremedi.
Bunun üzerine Sultan Mahmud, başka birini gönderdi. O da kervanın Yemen'e gittiğini öğrendi, ancak yükü hakkında sessiz kaldı. Bir başkası, yükün çoğunun Rey kâseleri olduğunu söyledi, ancak kervanın ne zaman yola çıktığını bilemedi.
Sonunda, Sultan Mahmud, Eyaz'ı çağırdı. "Eyaz, git ve kervanın her detayını öğren" dedi. Eyaz, padişahın huzurunda saygıyla eğilerek konuşmaya başladı. Kervanın Rey'den geldiğini, Yemen'e gittiğini, yükünü, taşıdığı hayvan sayısını, yolcuların sayısını ve hatta silahlı olanların sayısını tek tek anlattı.
Beyler, hayret içinde Eyaz'ı dinlediler. Eyaz, tek başına otuz beyin başaramadığı bilgiyi elde etmiş ve Sultan Mahmud'un istediği bilgileri eksiksiz bir şekilde sunmuştu.
Bu hikâye bize, bazen marifetin sadece akademik eğitim veya statü ile değil, pratik zekâ ve tecrübeyle de ölçüldüğünü gösteriyor. Eyaz, kendi marifeti ve dikkatiyle, önemli bir görevde başarı sağlamış ve böylece herkesin dikkatini çekmişti.
Siyasi liderlerin seçilmesinde de benzer bir özen ve dikkat gereklidir. Sadece eğitim seviyesi değil, adayların pratik zekâsı, liderlik yetenekleri ve toplumsal sorumlulukları da göz önünde bulundurulmalıdır. Çünkü bazen en doğru kararları almak, sadece bilgiyle değil, doğru zamanda doğru kararları verebilmekle mümkündür.
Oysa Sultan Mahmud'un sarayında yaşanan bu olay, sadece akademik eğitimin veya gösterişli bir dış görünümün, insanın asıl değerini belirlemediğini gösteriyor. Mevlâna'nın dediği gibi, "Nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok, nice elbiseler gördüm içinde insan yok." Yani, bazıları görünüşte tahsilli ve iyi giyimli olabilir, ancak içlerinde merhamet ve yöneticilik vasfı bulunmayabilir. Diğer taraftan, bazıları dışarıdan bakıldığında sıradan veya mütevazı olabilir, ancak yüreklerinde insanlık, merhamet ve yöneticilik gibi değerlerle dolu olabilirler.
Bu hikâye, ön yargılarımızdan kurtularak insanları yüreklerinde taşıdıkları gerçek değerlerle değerlendirmemiz gerektiğini öğretiyor. Ayrıca, toplumu etkili bir şekilde yönetecek liderlerin sadece akademik ve pratik zekâ değil, aynı zamanda güçlü ahlaki değerlere sahip olmalarının önemini de vurguluyor. Herkesin dış görünüşü veya statüsü, asıl kişiliğini veya potansiyelini belirlemez. Gerçek liderlik ve insani değerler, kalpteki ve davranışlardaki samimiyetle ve eğitim ile ortaya çıkar.
Selam ve dua ile kalın sağlıcakla!..