Şiir, duygulardan, düşüncelerden, düşlerden, özlemlerden vb. süzülmüş yaşantı birikimleri olarak, ozanların, sözcüklerin sözlük anlamlarına kimi zaman değişik anlamlar da yükleyerek, dil içinde özel olarak oluşturdukları, imgelerden, simgelerden, söz sanatlarından, ritimden, uyumdan vb. yararlanarak ortaya koydukları, okurda estetik duygular uyandıran yazın ürünü.
Şiir, nesirden bambaşka bir kimliktedir. Musikiden başka türlü bir musikidir, diyeceğim. Şiirde 'nefes' ve 'ses' iki temel öğedir. Dizenin ayakları yerden kopmazsa ve uçmazsa, ya da ister en hafif perdeden olsun, ister İsrafil in suru (borusu), kadar gür olsun, kulağı bir ses gibi doldurmazsa halis şiir değildir.
Şiir duygusunu dil haline getirinceye kadar yoğurmak, onu çok toplu bir madde haline sokmak, o kadar ki, dize güya duygunun ta kendisi imiş gibi okuyucuda içten bir sanı uyandırmak. İşte bunu özlüyorum.
Kemal Beyatlı, Yedigün, c.V. 1935, no. 122)
Şiir, sözcüklerle güzel biçimler kurmak sanatıdır, başka bir şey değildir. Ama sözcük nedir? Bir anlamı, bir çağrışımı, bir gölgesi, hatta bir rengi ve tadı olan nesnedir. Sözcük, insanoğlundan haber verir. Sözcük boş bir kalıp değil ki. Ozanın duyguları, düşünceleri, hayalleri, dünya görüşü, felsefesi, kişiliği, her şeysi şiirde belli olur. Şu var ki, sözcükleri tanımak, sevmek, okşamasını bilmek gerek. Hangi sözcük hangi sözcükle yan yana geldiğinde nasıl bir ışık ortaya çıkar? Bunu bilmek gerek. Şiir, böylece hüner ve marifet işi oluyor. Öyledir de. Ata binmek, ok atmak, elbise dikmek, kundura yapmak hatta boyamak ne ise, şiir de odur yani ustalık ve uzmanlık işi. En zengin malzeme, kötü bir ozanın elinde berbat olup gider, tıpkı çok iyi bir İngiliz kumaşının kötü bir terzi elinde çarçur olup gitmesi gibi. Sanat, terzilikte olduğu gibi, makas sorunudur. Makasdar olmak gerek.
(Cahit Sıtkı Tarancı)
Ozan ne bir gerçek habercisi, ne bir belâgatlı insan, ne de bir yasa koyucudur. Ozanın dili 'nesir' gibi anlaşılmak için değil, fakat duyulmak üzere vücut bulmuş, musiki ile söz arasında, sözden çok musikiye yakın, ortalama bir dildir. Nesirde üslû bun oluşması için zorunlu olan öğelerin hiçbiri şiir için söz konusu olamaz. Şiir ile nesir, bu bakımdan, birbiriyle bağlılık ve ilişkisi olmayan, ayrı düzenlere bağlı, ayrı alanlarda, ayrı boyutlar ve biçimler üzerine yükselen ayrı iki yapıdır... Denebilir ki, şiir, nesre çevrilemeyen nazımdır.
Şiirde her şeyden önce önemli olan şey, sözcüğün anlamı değil, cümledeki söyleniş değeridir. Ozanın amacı, her sözcüğün cümledeki yerini, öbür sözcüklerle değme ve çarpışmalardan doğacak tatlı, gizli, uçan ya da sert sese göre saptamak ve türlü türlü sözcük ahenklerini, dizenin genel gidişine uydurarak, dalgalı ve akıcı, karanlık ya da aydınlık, ağır ya da hızlı duygulara, sözcüklerin anlamı üstüne, dizenin musiki dalgalanmalarından, sınırsız ve etkili bir anlatım bulmaktır.
Sözcük değişmeleri ve ahenk kaygıları arasında anlam karanlıklaşırsa, ruh, ahengin tadıyla onun yerini doldurur. Zaten 'anlam', ahengin telkinlerinden başka nedir? Şiirde, konu, ozan için ancak şakımaya ve hayale dalmaya bir bahanedir. (...)
(Ahmet Haşim, Piyale, 1928)
Anneciğim;
Ak saçlı başını alıp eline,
Kara hülyalara dal anneciğim!
O titrek kalbini bahtın yeline,
Bir ince tüy gibi sal anneciğim!
Sanma bir gün geçer bu karanlıklar,
Gecenin ardında yine gece var
Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar,
Yaşlı gözlerinle kal anneciğim!
Gözlerinde aksi bir derin hiçin,
Kanadın yayılmış, çırpınmak için
Bu kış yolculuk var, diyorsa için,
Beni de beraber al anneciğim! ...
(Necip Fazıl Kısakürek-1926)