Geçde olsa 'Naim' filmini izledim. Çocukluktan gençliğe doğru gönüllü bir büyüme çağındaki iki büyük heyecanımızdan biriydi onu podyumda izlemek. Galatasaray`ın Avrupa maçlarıyla titriyor, Naim`in, Olimpiyat ve Dünya Şampiyonalarındaki rekorlarıyla gözyaşı döküyorduk.
Bir önceki kuşağın Muhammed Ali maçlarındaki hissiyatını dinlemiş biri olarak Naim`in bir kaçdakika süren podyuma çıkışı ve inişi inanılmaz bir heyecan fırtınasıydı. Sonuçtan her defasında emin olsak da, o ağırlığın altına girdiğindeki gücü, kararlılığı ve tebessümü dünyalara değerdi.
Halter gibi insan bedeni için hayli yıpratıcı bir spor dalında olağanüstü başarılar elde eden Naim Süleymanoğlu, sadece halter ile sınırlandırılamayacak ölçüde büyük bir sporcuydu. Zaten halter sporu ne öncesinde ne de sonrasında Naim gibi bir sporcu çıkartabildi. Galiba halterin popülaritesi onunla başladı ve vedasıyla da son buldu.
Naim`in hikayesi sadece bir sporcunun kariyerini anlatmıyor. Dönemin siyasi olaylarını, uluslararası çatışmaları, yeni bir yüzyılın eşiğindeki propaganda çalışmalarını da bize yansıtıyor. Galiba Naim`in hikayesi, Soğuk Savaş döneminin spor salonlarındaki son muhteşem olayı olarak tarihte yerini aldı. Bir yandan Türkiye siyasi tarihinin önemli krizlerinden birini yansıtırken diğer yandan da küresel güçlerin büyük savaşının yan etkilerini sergiliyordu. Türkiye ile Bulgaristan arasında bir çatışmanın eşiğinden dönülürken Naim`in iltica kararı ABD ile Sovyetler rekabetinin de izdüşümüne denk geliyordu.
Henüz çocuk sayılacak yaşlarda çok zor kaldırılacak ağırlıkların altına girmekle kalmıyor kolay kolay verilemeyecek kararlar alıp uygulamaya geçiriyordu. Naim`in Bulgaristan adına yarıştığı bir şampiyonadan sonra kaçışı, Doğu Bloku ülkelerinden bir sporcunun Batı ülkelerine iltica etmesinden çok farklı anlamlar taşıyor. Çünkü bu kaçışların büyük çoğunluğu ABD ve Avrupa`nın görece konforlu ülkelerine geçişlere işaret ediyordu. Ü çüncü dünya ülkelerine iltica edilse dahi nihayi hedef hep gelişmiş Batı ülkeleri oluyordu. Zaten pek çok kez ABD devreye giriyor ve kendi alanında büyük başarılar elde etmiş bu sporculara yeni bir kariyer imkanı sunuyordu. Naim ise azınlık olarak yaşadığı bir ülkeden anavatana yani Türkiye`ye kaçıyordu. Ü stelik de binlerce kilometre uzaklıktaki bir ülkede veriyordu bu kararını.
Naim filmi siyasetle sporun, sporcuyla milletinin içiçe geçmiş tarihine de odaklanıyor. 30 yıl önce yaşananlar bugünkü kuşaklar için çok fantastik gelebilir, komünist bir ülkede yaşananlar çok tuhaf bulunabilir ama Dünya böyle bir yer işte; Her olay yaşandığı çağı yansıtıyor. Dünün Jivkov yönetimi bugünün Bulgar gençliği için tarih öncesi kadar uzak kabul edilebilir ama hemen yanı başımızda Suriye`de yaşananlar da çeyrek asır sonra Suriyeli gençler için çok fantastik bir korku filmi gibi anlaşılacak.
Siyasi tartışmaları, istihbarat oyunları bir yana Naim Süleymanoğlu`nu sadece bir sporcu olarak değil insan olarak da çok sevmiştik. Podyumdaki her hareketini en ince detayına kadar zaten biliyoruz ama podyum dışındaki açıklamaları da ilgi çekiciydi. Göçmen aksanıyla yaptığı konuşmalar, her madalya töreni sonrası TRT`ye verdiği demeçler, yüzüne iliştirdiği ince tebessümü, ağır adımlarla yürüyüşü unutulur mu? Kısa ömrüne sığdırdığı muhteşem başarılarıyla biz Naim`i çok sevmiştik.
Naim`i ve dönemini bilenler hatırlamak için o döneme yetişemeyenler ise öğrenmek için bu filmi mutlaka izlemeli.