“Frengistân zenâna her cihetle gerçi cennettir.” 

Ebûbekir Râtib Efendi’nin Nemçe Sefâretnamesi’nden alınan bu dize, Osmanlı devlet erkanı gözünden Avrupa hayranlığını yansıtmaktadır. Nemçe Sefâretnamesi, Osmanlı Devleti’nin Batılılaşma serüveninin başlangıcında önemli rol oynamıştır. Ebûbekir Râtib Efendi’nin bu eserin ardından yazdığı Büyük Layiha, devlet adamlarına imparatorluğun içinde bulunduğu durumdan çıkış yolu gösteren tavsiye niteliği taşımaktadır.

Bir devleti temsilen yabancı ülkelere elçi göndermek, tarihin eski uygarlıklarından beri süregelen bir uygulamadır. Elçiler, yabancı ülkelere çeşitli sebeplerle geçici olarak gönderilebildiği gibi, iki devlet arasındaki iletişimi sağlamak üzere uzun süreli, kalıcı olarak da görevlendirilmişlerdir. Avrupa ülkeleri arasında daimî elçilikler 15. yüzyılın ikinci yarısından itibaren görülmeye başlanmıştır. Bilhassa İtalya ve Papalık 15. yüzyılda diplomasinin merkezi haline gelmiştir.  İstanbul’un fethinden sonra da başta Venedikliler olmak üzere birçok devlet, Osmanlı İmparatorluğunun başkentinde daimî elçilikler ve diğer birçok bölgesinde konsolosluklar açmışlardır. Osmanlı Devleti ise daimî elçi diyebileceğimiz ilk "ikamet elçisini 18. yüzyılda III. Selim zamanında İngiltere'ye göndermiştir.  Batılı devletlerin fetihten hemen sonra İstanbul’da daimî elçilikler kurmasına karşın Osmanlı İmparatorluğu yabancı ülkelere neredeyse üç yüzyıl sonra “ikamet elçisi” göndermiştir. 

İkamet elçilerinin görevlendirilmesine dek, Osmanlı İmparatorluğundan yabancı devletlere padişahın cülûsunu bildirmek, barış teklifinde bulunmak, bir zaferi duyurmak ve vergi istemek gibi sebeplerle elçi gönderilmiştir. Zikredilen sebeplerle geçici olarak görevlendirilen elçilerin her biri vazifelerinin önemine binaen farklı unvanlar almışlardır. Taşıdıkları nâmenin veya vazifelerinin önemine göre sırasıyla, "fevkalâde büyük elçi", "büyük elçi", "orta elçi", "küçük elçi" ve "maslahatgüzar" gibi unvanlarla anılmaktaydılar.  

Sefirler görevleri süresince yoğun bir protokol ve teşrifat sürecinden geçerler. Hazırlıkların başlamasıyla birlikte hediye seçimi, beraberinde gidecek heyetin seçimi, elçinin padişahın huzuruna çıkması, hilat giymesi, nâme-i hümayunu ve sadrazamın mektubunu alışı ve merasimle yola koyulması hep belli protokol kaideleri çerçevesinde gerçekleşen ritüellerdir. Elçi, sefaretnamesini yazmaya bu hazırlıklardan başlar. Ardından yolda geçilen köyler, kasabalar, şehirler ve konaklama yerleri tek tek anlatılır. Elçi ve heyetinin uğradıkları yerlerde görülen muamele, karşılama ve uğurlama törenleri, ne hediyeler takdim edildiği hep raporlarda kayıt altına alınmıştır.   

Osmanlı Devleti’nin elçileri bir imparatorun temsilcisi olmanın şuuruyla, yabancı erkana karşı hal, tavır, giyim ve kuşamlarında oldukça dikkat etmişlerdir. Devlet-i  liyye’nin şanına zeval getirecek herhangi bir durumdan kaçınmış, titiz davranmışlardır. Bahşiş dağıtmakta ve hediyeler sunmakta ise son derece cömert davranmışlardır. Zira elçilerin vazifelerinden biri de imparatorluğun ihtişamını yabancı ülke hükümdarlarına ve halkına göstermektir.

Osmanlı Devleti’nin yabancı ülkelerde ikamet elçilikleri kurmasının görece geç bir tarihe rastlaması, o zamana kadar yazılan elçilik raporlarının hep geçici elçiler tarafından yazılmış olması demektir. Bu durum da Osmanlı Devleti sefaretnamelerinin diğer ülkelerinkine kıyasla ayrı bir tür ve kaynak olarak algılanmasına sebep olmuştur. Tarihî birer vesika olmalarının yanında, sefaretnameler Osmanlı aydınlarına ve devlet adamlarına Batılı hayat tarzının ilk elden örneklerini sunmaları açısından Osmanlı modernleşmesinde önemli bir role sahiptirler. Elçilerin, Avrupa’daki eğitim kurumları, atölyeler, fabrikalar ve kütüphaneler hakkında yazdıkları raporlar Osmanlı padişah ve devlet adamları için takip edilen reform hareketlerinde birer yol haritası olmuştur. Sadece yol haritasını göstermekle kalmamış, bizzat yetişmiş elemanların da teminini yine bu elçiler sağlamıştır. Mesela, Türk tıbbının gelişmesinde Ebûbekir Ratip Efendi'nin Avusturya'dan gönderdiği doktorların önemli rolü olmuştur.  

Sefaretnameler genelde mensur yazılmıştır. Ancak manzum olarak kaleme alınanları da vardır. Sünbülzâde Vehbî’nin İran Sefaretnamesi ve Ziştovili Ali Ağa’nın Lehistan Sefâretnâmesi  bunlara örnektir.  Bazen de elçinin şairlik vasfına göre mensur eserin arasına serpiştirilmiş manzum kısımlar bulunur. Sefaretnamelerde kullanılan dil ise resmî metinlerde görülen inşa üslubuna bağlı olarak ağır ve ağdalıdır. Uzun cümleler ve Arapça-Farsça terkipler çok görülür. 

Elçiler davet edildikleri ziyafet, balo, opera ve tiyatrolarda protokol kurallarına uymaya özen göstermiş, gözlemlerini de en ince ayrıntılarına kadar rapor etmişlerdir. Toplumsal yaşantının yanısıra gittikleri ülkelerin siyasî olaylarını da gazetelerden takip edip, zaman zaman önemli gördükleri olayları gazeteden tercüme ettirerek sefaretnamelerine eklemişlerdir.  


Sonuç olarak, sefaretnameler Osmanlı Devleti'nin batılılaşma sürecinde önemli bir rol oynamıştır. Bu belgeler, Osmanlı Devleti'nin Batı'ya açılan kapısını oluşturarak, Batılı düşünce ve yeniliklerin Osmanlı toplumuna etkisini kolaylaştırmıştır. Sefaretnamelerin sağladığı bilgiler, Osmanlı Devleti'nin modernleşme çabalarının önemli bir temelini oluşturmuş ve batılılaşma sürecindeki dönüşümünün kritik bir unsurunu teşkil etmiştir.