Her sabah sevinçle güneşin doğuşunu, kuşların cıvıltısını izledikleri pencerelerden alevler yükseliyordu. Artık gidecek bir okulları, oyun oynayacak arkadaşları, öğretmenleri yoktu.
Savaştan önce ne çok severlerdi gülmeyi, oyun oynamayı. Önce gülmeyi bıraktılar. Sonra konuşmayı unuttular, oyun oynamak onlar için çok uzaktı. Parlayan inci tanesi gözleri ürkek, al yanakları solgun, minicik bedenleri acıyla titriyordu. Penceresiz, evsiz, ekmeksiz, anasız, babasız, okulsuz, öğretmensiz, vatansız kalan savaş çocuklarıydı onlar.
Uluslararası Çocuk Hakları Konvansiyonu, çocuğu 18 yaşını doldurmamış, hakları olan bir birey olarak tanımlıyordu. Ders kitaplarında barış, insan hakları, sevgi, bilim, evrensel hukuk kuralları ile ilgili bir dolu ders notu okumuşlardı. Pekâla, şu an yaşadıkları neydi? İşgalciler, temel yaşama haklarını, öğrenme haklarını, hayallerini katletme cüretini hangi yasadan alıyorlardı ? Tertemiz dünyalarında adaletsizliği, soykırımı, zulmü yaşayarak tecrübe ediyorlardı. Tüm dünyada görselleri dramatik olarak paylaşılan savaş çocuklarına fikirleri sorulsa memnun olurlar mıydı, bu kişilik haklarının ihlali değil miydi?
Hiçbir şeyden habersiz masum bebeklerin, çocukların yaralanması, sakat kalması, öldürülmesi, işkence ve kötü muameleye maruz bırakılması. Anne babasını, yakınlarını kaybeden çocuklar kime sarılacaktı, kimin kucağında kendini güvende hissedecekti? Kendi yaşıtlarından güç alarak minicik bedenlerinde kocaman cesur yürekleri ile birbirlerine sarılan savaş çocuklarına büyüyünce ne olacaksın diye sorulsa belki de verecekleri tek cevap “İyi bir insan olacağım. “ olurdu.
Dünyanın bir ucunda kendi yaşıtlarının uğradığı katliamı, haberlerde, sosyal medyada seyreden çocukların duyguları görülüyor muydu? Onlar için dünya ne güvensiz, korkunç bir yerdi. Belki de hiperaktif zannedilen bir erkek çocuğu, tepkisel olarak savaşa isyan ediyordu. Parkta oyun oynarken bir kız çocuğu oyunu yarım bırakıp, bankta oturan annesine şu soruyu sordu:
“Anne biz de Müslümanız ya İsrail bizi de vuracak mı?”
J.R.R. Tolkien; “Barış zamanında çocuklar babalarını, savaş zamanında babalar çocuklarını toprağa verirler.” Diyor. Kendi çocuğunun tırnağına zarar gelse dünyayı yakacak anne babalar katliamı görmezden gelerek şiddeti desteklediklerinin farkındalar mı? Yaşanan acı karşısında duyarsızlaşmak, korkmak algı dünyamızı temelden sarsmıyor mu? Sorumluluk almak korku verici, duyarsız kalmak rahat bir duygudur. Savaş çocukları, dünyanın tüm kuruluşlarından, otoritelerinden topyekün bir insanlık, direniş, boykot bekliyorlar.
Oyun oynamak lüks, okula gitmek hayal, büyüdüklerini görebilmek şu an onların dünyasında çok uzak. Çocuk asker olmak, zorunlu göç, göç sonrası ötekileştirmeye maruz kalmak diğer savaş etkileri arasında. Çocukluğunu bombalar, itilip kakılma, sürgün ortamında sevgisiz, güvensiz, ilgisiz geçiren savaş çocukları yetişkin birer birey olduklarında nasıl bir kişiliğe sahip olup, dünyaya ne gözle bakacaklar?
Savaşın, kontrolsüz şiddetin acılarının bedelini, solgun yüzlü, ürkek bakışlı, bitkin yavrular ödüyor. Her çocuğun temelde bir aile, ev, güven ve sevilme ihtiyacı var. Şiddeti ile dünyayı kasıp kavuran Hitler; “Aklın bittiği ve sustuğu yerde son karar şiddete aittir.” Diyor. Akıl tutulması yaşayanlar, aklını susturanlar bilmelidir ki, bugün savaşlarla kan tohumu ekenler, yarın kanlı meyveler yemek zorunda kalacaklardır. Ya katliamı durdurmanın yolları için gerçekten mücadele edelim, ya da içi boş kavram, özel günler ile çocukları kandırmayalım.
Cesur savaş çocukları acizliğimiz sonsuz. Sizlerin minik ellerine, masum bedenlerine dualarımız ile sarılmaya söz veriyoruz. Sosyal medya, haber başında daha az vakit öldürüp, gecenin bir kısmında uykumuzu bölüp gözyaşlarınıza, acılarınıza dualarla eşlik etmeye söz veriyoruz. Hz. İbrahim’e serin ve selamet olan ateş sizlere de dokunmasın. Barış er ya da geç dünyayı kuşatsın, çocuklar güven içinde yaşasın.