Uzun yıllar kültür sanat editörlüğünü deruhte ettiğim, bu süreçte 2007 ila 2018 yılları arasında on bir yılda bini aşkın makale, haber-analiz, mülâkat, sergi yazısı kaleme aldığım nitelikli yayın mecralarından Dünya Bülteni haber portalının ve üç yılda iki yüz civarında köşe yazıları kaleme aldığım Son Devir portalının maalesef yayın hayatı son buldu. Dolayısıyla bizim yazılar da görünmez oldu. Neyse ki yazılarımı bilgisayarımda muhafaza ediyorum.
Dünya Bülteni ve Son Devir haber portallarında kaleme aldığım yazılardan bir bölümünü ve özellikle sanatkâr portreleri yazılarımızı sanatsever okuyucularımızın irfanına İttifak gazetemizin internet portalında ve mevkutemizin matbu nüshasında gözden geçirerek teberrüken yayınlayacağız inşallah. Bu meyanda ilk yazı, değerli arkadaşım hattat Mahmut Şahin özelinde kaleme alarak 17 Ocak 2014 tarihinde Son Devir haber portalında yayınladığım Yolcu Sanatkâr başlıklı portre.
Yolcu Sanatkâr
Yolcu; sanatkâr yolcu, “İmam Hüseyin” ketebeli oval naht eserinin üzerindeki tavan camından gün ışığı alan loş odasının lambasını yaktı… Her zamanki gibi eûzü besmele çekerek yazı masasının önüne oturdu. Kamış kalemini, talebesi, Bursalı hattat Demir Ali Kurtulmuş’un gönül havanında dövdüğü is mürekkebiyle buluşturdu. âharlı kâğıdın müşfik yüzüne önce bir elif, sonrasında te harfi kondurdu. Kalem, hurufâtı yazdı, tashih tamamlandı, kırk dakikalık zikir sesinin ardından ortaya “ittekû vâ-vât” sülüs istifi çıktı. Sanatkâr, mürekkep kuruduktan sonra hat levhalarının istiflendiği raftan ebrucu Tülay Toğal’ın kırmızı bir kaplangözü ebrusunu aldı ve bir mukavvanın üzerinde yazının etrafını müzeyyen hale getirdi.
Yolcu sanatkâr mis gibi muhallebi kokan murakkaı masanın üzerine yatırdı ve vav harfinin gözlerinden içeriye dalarak Hekimoğlu Ali Paşa Medresesi’nde Hüseyin Kutlu Hoca’nın huzurunda geçirdiği maneviyat dolu meşk günlerini düşünmeye başladı… Ve bu esnada her zaman yaptığı gibi Mualla Hanım’ın elinden sade bir Türk kahvesi içti.
Küçükköy Merkez Camii’nin bağrı yanık müezzini Halid Behzad Efendi yatsı namazının ezanını okudu; ihtiyar delikanlılar gençlere inat yine camiinin ilk beş safını doldurdu. İmam Osman Efendi kıraatte Rahmân suresini okudu. Yolcu sanatkârın birkaç gün önce yazmaya muvaffak kılındığı “Nûn ve’l-kalemi ve-mâ yesturûn” celi ta’lik levhanın içinden yanık ezkâr geçti! Vâ-vât istifinin taze murakkaı seher vaktine doğru tiril tiril bir hâl aldı.
Yolcu sanatkâr, her zamanki gibi küçük el çantasına hokkasını, kamışkalemlerini, âharlı kâğıtlarını, maktaını ve kalemtıraşını koydu, sabah ezanıyla birlikte Bursa yoluna revân oldu. Otobüste yanına oturan üniversite öğrencisinin gözü, el çantasının kenarından uzanan kamış kalemlere takılınca sormadan edemedi ve böylelikle sanatkâr yolcu, Boğaziçi Üniversitesi’nde mühendislik tahsili yapmakta olan delikanlıya cismânî âletlerle icra edilen rûhânî mühendislik şeklinde tabir ve tavsif edilen hat sanatının irfanını arz etmek için haftanın dört günü Kocaeli, Bursa, Eskişehir ve Kütahya’ya hangi mülâhazalarla gittiğini şu cümlelerle izah etti:
“Bir gün Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki dersten sonra Hocamız Ali Alparslan Merhum’la birlikte Hattat Abdullah Gün arkadaşımızın görevli olduğu Mimar Hayreddin Camii’ne gittik. Her hafta, her dersten sonra böyle yapardık. Orada açılan bir konu üzerine Ali Hocamız, o dönemde yeni kurulmuş olan Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne hat hocası lazım geldiğini ve bu talebin kendisine iletildiğini söyleyerek, üniversite mezunu, ismini vermediği bir ağabeyimize bunu teklif ettiğinde aldığı şu cevapla sarsıldığını aktardı: “Hocam, biz oturduğumuz yerden zaten bu parayı kazanıyoruz. Bir de Isparta’ya gidip gelme zahmetine ne gerek var!”
Ali Hocamız arz ettiğim muhavereyi bizlere iç geçirerek anlattı ve ekledi. “Evlatlarım, hat sanatı gönül işidir. Maddi karşılık beklenerek yapılmaz. Eğer böyle bir görev, zamanı gelir de size teklif edilirse, maddi sıkıntınız yoksa, sağlığınız yerindeyse ve hanımınız da şehir dışına gidip-gelmenize müsaade ediyorsa Anadolu’daki talebelere hizmet etmek üzerinize vazifedir. Gitmezseniz, vebal altında kalırsınız. Çünkü siz İstanbul’da nimet içinde yaşıyorsunuz. Kocamustafapaşa’da Hüseyin Efendi (Kutlu), Üsküdar’da Hasan Efendi (Çelebi), Küçükayasofya’da Fuad Efendi (Başar) var. -Kendisini bu gurupta saymayarak ayrı bir tevazu gösterdi.- Bununla birlikte Anadolu’daki pek çok vilayetimizde bu toprakların insanlarına yazı sanatını öğretecek hattatımız bulunmuyor. Buralara gitmek önemli bir vazifedir.”
İşte ben de böylelikle Ali Alparslan hocamın ve sonrasında Hüseyin Kutlu hocamın teşvikleri üzerine Anadolu yollarında talebelere hizmet etmeye başladım.”
Sanatkâr, 4 saatlik bir yolculuğun ardından Bursa’ya; Şabaniye Dergâhı’na vardı… Dergâhın meydan odasında “Yâ Hayyu Yâ Kayyûm” sülüs istifini, ahşabın müşfik yüzüne aktarmakla meşgul olan Nahhat Recep hocasını hürmet ve tazimle karşıladı… “Hoş geldin Hocam” çayları içildikten sonra hat talebeleri birer ikişer dergâha düşmeye başladı!
Yolcu-sanatkâr, talebelerinin tüm çalışmalarını tek tek inceledi. Meşk kâğıtlarının birkaçına “aferin” yazdı... İlk defa hat dersi almaya gelen yaşlıca bir esnaf ağabeyine kamış kalem ve mürekkep hediye ettikten sonra “Rabbi yessir”i -her zamanki gibi ilk hat talebesine ders gösteriyormuşçasına- kemâl-i edep ve azami dikkatle yazdı…
Hat talebesi ve naht ustası Hüseyin Avni ile birlikte duâyen gazeteci İrfan da hat meclisine geldi ve böylelikle Bursalı sanatkârların hayâlini süsleyen Bursa Kur’ân-ı Kerîm Müzesi’ne dair bir bahis açıldı. Gazeteci İrfan, müzeye vakfetmek için emanetine yeni aldığı yazma Mushafları gösterdi… Ketebesi üç asır önce konulan Mushafın sülüs-nesih serlevhasına nazar edildi.
Dergâh olur da sohbet olmaz mı? Sohbette Evlâd-ı Fâtihan’a tarihlenen gurbet ellerdeki ibadethanelerinin hat eserlerinin tecdiden ihya edilmesi gündeme geldi. Üsküp’te, Kosova’da, Prizen’de fisebilillah cami, mescid, tekke, derviş odası ve türbe yazıları hazırlayan ekip İstanbul’un fethinden 4 yıl sonra Arnavutluk Preze Kalesi’nde inşa edildikten dört yüz yıl sonra İkinci Dünya Savaşı yıllarında yıkılan Kale Camii için Taliha Hanım tarafından yazılan çehar yâr-ı güzîn levhalarını inceledi.
Bursa’da muhabbet, sohbet, meşk, ders iyi de, kış mevsimlerinin günleri kısa, geceleri uzun... Yolcu/sanatkâr için 14 saatlik Şâbaniye Dergâhı mesaisi biterken tecehhüd vakti girdi. Birkaç saatlik dinlenmenin ardından sabah namazını Ulu Cami’de kılan sanatkâr, bu kez kendini Eskişehir’deki sanat sevdalılarına götürecek olan otobüste buldu. Muavin, “Eskişehir’e hoş geldiniz” derken, yolcunun cep saati 10:00’u göstermekteydi.
Sanatkâr/yolcu, Eskişehir Ve’l-Kalem Geleneksel Sanatlar ve Kültür Derneği’nin mütevazı mekânına adım attığında talebelerini, kendisini bekler vaziyette buldu. Selâm ve kelâmdan sonra meşkler incelendi, yeni dersler yazıldı ve aydınlık yüzlü gençlerle sanat serencamına başlandı. Aynı harfler, sabırla, ümitle, umutla onlarca kez yazıldı, genç-yaşlı Eskişehirli hat tâlipleri “kef” harfinde dertlerini, “elif”te yalan dünyayı unuttu… Hocasının yolundan emin adımlarla ilerleyen ve teşkil ettiği istiflerle sanat camiasının dikkatlerini üzerine çeken Hattat Emre’nin ve derneğin sanatkâr başkanı Dr. Fidan’ın yüzünde mutluluk çiçekleri açtı.
Akrep yelkovanı, mezar taze ölüyü, otobüsler yolcu sanatkârı bekler! Bu kez, Kütahya’nın yolunu tutan sülüs ve ta’lik hocası, çini yurduna varır varmaz kendini Vav VAV Kütahya Geleneksel Sanatlar ve Kültür Derneği’nde (VAV-DER) buldu. Kısa sürede dernek merkezinin kapısından içeriye, gönlünden hû zikri geçen Ahmet Türk, Arif Çelik, Bahri Bingöl, Betül Demir, Erkan Bakım, Esra Gün, Eyüp Can Sarı, Hidayet Şen, İsmail Tülüce, Kadriye Özkul, Murat Oruç, Mehmet Ali Tunca (Ruhu için Fatihalar okuyalım), Mustafa Er, Ömer Kısa (Ruhu için Fatihalar okuyalım), Özlem Çaldemi, Rümeysa Günay İnanç Şerif Çavuşoğlu, Sibel Temelkıkan ve Ülfet Balon girdi. Talebelerin meşkleri tek tek incelendi. Hat talebesi Erkan Bakım, şehit ve gazi aileleri yararına birkaç ay içerisinde düzenlenmesi planlanan sergi için yazdığı sülüs âyet-i kerîme levhalarını hocasına arz etti. Vakit ilerledi, gözler mahmurlaştı, duvardaki ketebehû Mahmûd tilmiz-i Ali Alparslan ketebeli celî ta’lik yazının keşidelerine nur indi…
Yolcu/sanatkâr iki günde üç şehirde yüzlerce talebesiyle görüşmenin verdiği huzurla tüm yorgunluğunu unuttu… Pazartesi gününün sabah namazı vakti girdiğinde Küçükköy’deki evine adım atan Yolcu Sanatkâr’a küçük kızı Elif “Baba bana uzaklardan ne getirdin bakalım” cümlesiyle sarıldı.
Hafta ortası geldiğinde Yolcu Sanatkâr kadîm dostu hattat-müzehhip Abdullah Aydemir ile beraber bu kez Kocaeli yollarındaydı.
“İstanbul unutuldu mu?” dediniz!
Cumartesi, Pazar ve Çarşamba günleri sırasıyla Bursa, Eskişehir, Kütahya ve Kocaeli’nde hat talebelerinin hizmetinde bulunan Yolcu Sanatkâr tahmin edebileceğiniz gibi Pazartesi, Salı, Perşembe ve Cuma günleri İstanbul’daki hat taliplilerine Küçükköy’deki evinde “eyvallah kurban” diyerek fîsebilillah ders veriyor.
Hattat yazar, müzehhip tezhipler, nahhat keser ve oyar… Yolcu sanatkâr, bunca yoğunluğu arasında sülüsten nesihe, ta’ikten şîkesteye kadar her ay onlarca yazıyı günün ve gecenin bereketiyle yazıyor… Yazı siparişi için evine gelenler olduğunda dolar kuruna, borsa endeksine, avro fiyatlarına bakmıyor. Kendisinden yazı talebinde bulunan herkese mutlaka yazısını yazıyor. Kiminden ücret dahi almıyor. Mezar kitâbelerini ise bilabedel yazıyor. Hiç kimseye “Sen benden yazı alamazsın falanca talebeme git” demiyor. Cami, mescit, türbe ve tekke yazılarını fîsebilillah kaleme alıyor. Mahza hayır için sergi talebinde bulunan STK’lara sayıları dört yüze varan öğrencileriyle birlikte âlâ keyfiyeti hâiz sergiler düzenliyor.
Yolcu Sanatkâr’ın özel ve tüzel koleksiyonlarla birlikte müzelerin yanında İznik Ayasofya Camii’nden Fatih Pîri Mehmet Paşa Camii’ne, oradan Üsküp Murad Paşa Camii’neve Kosova’daki Murad-ı Hüdevaendigâr türbesine kadar onlarca yerde levhaları var.
Hâsılı günler geçiyor, yolcu sanatkârın Küçükköy’den Anadolu’ya uzanan hat sanatı serencamı her istasyonda daha bir derinlik, anlam ve talebe kazanarak gönüllerde mânevî bir sevgi hâlesi oluşturuyor. Sanatkârın yolculuğu ise devam ediyor… Tıpkı Neşet Ertaş’ın dediği gibi: “Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez!”
İbrahim Ethem Gören/03.09.2024 Yazı No: 610