İster dolu dolu, ister yeknesak olsun insanların yaşadığı hayatların bir açıklayıcısı olarak tesadüflerin rol oynamakta olduğu görüşü, konunun çekiciliğine rağmen gerçeklik karşısında o kadar da itibar görme şansına sahip değildir. Bizim günlük hayatta sık sık karşımıza çıkan 'işi şansa bırakmamak' öğüdüyle karşılaşmamız ise bir tesadüf değildir. Sevgi ve kaygıdan doğan bir ikazdır. Gençlik yıllarımızda bu sözden, itiraf edelim, pek hoşlanmasak da ileriki yıllarda biz de bunu sık sık yaparız. Aslında tesadüfün herhangi ciddi bir ansiklopedide karşımıza çıkan tanım ve açıklamaları yeterince saydamdır. Sözgelimi felsefe tarihinin sorumlu süzgeçlerinden birisi olan Büyük Larousse sözlük ve ansiklopedisi (Milliyet Y.) rastlantı kelimesi ile de sıkça kullandığımız bu kavram için aşağıdaki izahı vermektedir:
Yalnızca olasılıklara bağlı olduğu düşünülen olayların görece nedeni tesadüfü günlük hayatımızda sık sık kullanır ve bu kelimeye kişiye özel bir önem yüklediğimizin farkına da pek varmayız. Olabilir ki biz bu yanardöner kavrama içimizdeki hayreti yüklemişizdir. Bunun da farkında olduğumuz pek söylenemez. Çünkü kendimize ait hayat çizgisinde kader bakımından ilk defa yüz yüze gelişlerimizdeki yoğun etkiyi biraz azaltmak isteriz. Şiddetliyse hafifletmekten yanayızdır.
Şimdi, tesadüfü izah eden cümleyi bu psikoloji ile okuduğumuzda tesadüf yani rastlantının çifte belirsizlik denilebilecek bir insan durumunun adı gibi olduğunu söyleyebiliriz. Şundan ki karşımıza çıkma ihtimali birden fazla yaşanacak olanı bizim önceden bilmemiz istisnaî haller dışında mümkün değildir. Karşılaştığımız ve bizim de içinde bulunduğumuz yaşama akışı yani olay, tesadüfün alışa gelinmiş, kolayına kaçılmış, günlük dildeki ağza alınma hovardalığına, savurganlığına hiçde uygun olmadığı halde, nedense bu uyumu var etmek için çelişkilerin insafına gerçekleri terketmiş gibi değil miyizdir?
Gelişi üzerinde tam bir denetim gücüne sahip olmadığımız hayat acaba bize nasıl bir değerlendirme ile bakmaktadır... İtiraf edelim ki yetenekleri coşkun bir akarsuda görüldüğü gibi hiçde esirgenmemiş olan toplumumuz, hayatı böyle iki yönden de karşılıklı olarak kabul etmekte, nasıl demeli, ya kararsız, ya üşengeç, ya vurdumduymaz, ya da bir mirasyedi sorumsuzluğu diye yaftalanmaya razı olacak bir aşırılık içinde...
Her eylem ve olayı rastlantı olarak kabul etmeye eğilimli bir toplumda hakikî bir sinema kurulması, bu alanda atılması gereken temeller atılmadığı için o kadar da kolay değildir. Böyle olduğu halde nitelikli ve kalıcı bir Türk Sineması beklemek akıntıya kürek çekmek gibi olmaz mı? Bir de şu var: Bir türlü sahih oluşum ve şahsiyetine kavuşma hedefi koyamayan sinema rüya bankasına hayal yatırmaktan öteye bir türlü gidememektedir. Dolayısı ile ancak 'umabilir' ekime hazır hale getirmediği toprağından ve serpmediği tohum, dikmediği ve can suyunu vermediği fideden yemiş bekleyen absürt bir hevesliden başka birşey olmadığını günün birinde farkedesi. Ama işte bu da bal gibi tesadüfü yaratıcı kaynak yerine koyma değil midir...
Roman ise zaten böyle. Görmeye yanaşalım ki genel bir kendine bakışı olmayan bir toplumda romanla düşünme güçlenemiyor. Ama işte dürüstçe söylemek lâzım: Çağdaşlık ihtiyacı içinde kıvranan bir Türkiye`de çağdaşlaşmanın istediği hedefe yönelmek yerine bu ihtiyacı adeta bir totem haline getirince, sahici bir ilim hayatının kurulamadığını gözlüklüler ve gözlüksüzler aynı anda görebilirler. Ü rkütücüdür: Ü niversite soyut ve gelişkin düşünceyi en büyük tehlike saymaktadır. Dön dolaş sonuçsuz bir tartışma. Futbola bile yansıyan birşey bu. Ona ne diyebiliriz? Yani öyle ki sahada oynananla sonrasındaki arasında neredeyse bir öz çatışması var!.. Halbuki tartışma kendisini sahadakilerin yapıp ettiklerine borçludur.
Bir çok alanda ideal olanı fikretme cehdini göstermekten başka bir yol gösterilebilir mi? Devlet yönetmek, 'sahih bir toplum' mayalandırmak ve böylece 'bir insan örneği' ortaya koymak gibi bir büyük hedefe kendini adamak değil de nedir? Geçmişe bakmak da ancak gelecekçilik adına bir anlam taşıyabilir. Yoksa dönüm noktası şahsiyetler etrafında yaşanmış olana dikkat etmeksizin yapılan tartışmalar, tesadüf devine sunulan körpe kurbanlardır.