Ramazan sevinci başladı

TARİHİN ÖTEKİ YÜZÜ

Abone Ol

1445 yılı Ramazan-ı Şerifi hoş geldi, safa getirdi.

Bedenen ve ruhen cümlemizi diriltecek, tamir edecek ve kirlenmiş idrakimizi yıkayacak bereketli bir iklime adım atmış bulunuyoruz. Ne yazık ki yavaş yavaş unutmaya başladığımız Gazzeli kardeşlerimizle geçici de olsa bir frekansta buluşmak imkânı da doğmuş bulunuyor oruç ayı ile birlikte. Ama en önemlisi, gökten sarkıtılan ve adına Ramazan denilen bu kutsal merdiveni sabır kuvvetiyle çıkmayı başarmaktır.

Nasıl oruç sırasındaki açlık bedenimizdeki toksinlerin imha edilmesine yol açarak vücut sağlığımızı iade ederse nefsimizin dizginlenmesi de ruh sağlığımızı geri kazanmamıza yardımcı olacaktır. Bu da tefekkür kabiliyetimizin inkişafı demektir.

Şimdi Ramazanların daha yoğun yaşandığı eski zamanlara gidelim ve algı kapılarımızın kilidini yavaş yavaş çevirelim. Bakalım neler göreceğiz o büyük kapının ardında.   

Ramazan boyu mahya uygulaması İstanbul’da Sultan I. Ahmed döneminde başlamıştır. Başlangıçta “Selatin Camii” denilen büyük camilerde iki minare arasında mahya kurmak adeti birkaç büyük camiye münhasırken diğerlerinin de mahya kurmasına ve bayram geceleri büyük camilerin minarelerine kandillerden “kaftan giydirilmesine” Sultan III. Ahmed devrinde ve Damad İbrahim Paşa’nın emriyle Lale Devri’nde başlanmıştır.

Kaftan, gelinin duvağında olduğu gibi minarelerde yukarıdan sarkıtılan kandillerdir ki, son giydirilen kaftanlardan biri 1949 yılında Şişli Camii’nin açıldığı Ramazan ayında gerçekleşmişti.

İftar ve imsak vakitlerinde top atma adeti ise daha yeni olup 18. asırda hüküm süren Sultan III. Mustafa zamanında konulmuştur. Çocukluğumun geçtiği Bursa’da Tophane bahçesinde bulunan bir gazi top bugün de iftar vakitlerinde patlatılarak Ramazan geleneğini sembolik olarak devam ettirmektedir.

Mukabele, karşılama demektir, yani Ramazan karşılaması. Ramazandan 15 gün evvel mukabele okunmaya başlanır ve 30 günde Kur’an-ı Kerim hatmedilirdi ki bu adetin de günümüzde mahalle camilerinde ve bazı evlerde devam ettiğini görüyoruz.

Eskiden demirden mamul kaşık, bıçak ve çatal yoktu. Cins cins, rengarenk tahta kaşıklar kullanılırdı. Temizlik açısından insanlar kaşıklarını yanlarında taşırdı. (Osman Gazi’nin vefatında üstünden çıkan eşyasından biri de kaşığıydı.) Fakat bugünkü İstanbul Büyükşehir Belediyesi binasının yerinde bulunan Akif Paşa Konağı gibi zengin mekânlarında iftar sofrasındakilere kaşıkçı esnafına hususi olarak imal ettirilmiş tek kullanımlık tahta kaşıklar dağıtılır, sonra da bunlar toplanıp yakılırdı.

Öte yandan kızarmış et gibi bazı yemeklerin elle yenildiğini biliyoruz. Fakat elle yenildiği zaman o kadar itinayla yenilirdi ki, tırnaklardan birisi bile yağlanmazdı.

Yemekten evvel ve sonra eller leğende ibrikle yıkanırdı.

Tanzimat sonrasında Ramazanların ilk günü devlet daireleri tatil yapar, hatta diğer günlerde de memurların hepsi işe gelmeyerek nöbet tutarlardı. Bilhassa kış Ramazanlarında günler kısa olduğundan iftardan sonra birkaç saat çalışıp gündüzleri hiç işe gelmezlerdi.

Yukarıdaki bilgileri veren Server R. İskit, “Hülasa, ibadetle yıkanan ruhların ve günahlarından affı ümidiyle şenlenen gönüllerin huzur ve sevinci ile Müslümanlar bu ayda coşar, coşardı. Kitle halinde namaz, kitle halinde niyaz, kitle halinde heyecan, İstanbulluları kitle halinde sevince boğardı” demiştir. (“Tanzimat devrinde İstanbul Ramazanları”, Tarih Konuşuyor, Sayı: 24, Ocak 1966, s. 1944.)

Bir de Cuma geceleri olduğu gibi Ramazanlarda sabah ezanından sonra da Temcid okunurdu.

Şemseddin Sami’nin Kamus-i Türkî’sine göre Temcid’in manaları şunlardı: 1. Ululama, ağırlama, mecd ve azametini itiraf ve ilâ etme, ta’zim ve tekrim: nam-ı akdes-i Cenab-ı Nebeviyi temcid etmek. 2. Tazim yolunda sabah ezanından sonra minarelerde okunan dua: Temcid okumak.

“Temcid pilavı” deyimi ise her vakit tekrar edilip usanç veren şey manasındadır. İmamın birine anlaştığı köy halkının her sahurda ısıtıp verdikleri aynı bulgur pilavına isyanından kinayedir.

Ey Rabbimiz, bizi Ramazana girdiği gibi çıkanlardan eyleme. Şahsiyetimizi tazele. Muhammedî bereketi şahsımıza, ailemize, memleketimize, ümmet-i Muhammede ve dahi insanlığa ibzal eyle. Âmin.