Ölüm İstanbul`da ve tüm Türkiye`de hiçbu kadar insanlarımızın gündeminde olmamıştı. Karantina günlerinde vefât eden kardeşlerimize son vazifelerimizi salgın tedbirleri uyarınca gereğince ifa edemiyoruz. Cenaze namazları maalesef camilerde kılınamıyor. Helâllikler, şahitlikler geniş katılımlarla dile getirilemiyor. Mevtalarımız bugünlerde teçhiz ve tekfin hizmetleri yerine getirildikten sonra kabristanlıklarda 8-10 kişilik hazirun ile ebediyet yurduna sırlanıyor. Bu yazımızda Osmanlı asırlarının İstanbul`un ölüm adetlerine kısaca göz atacağız.
Günlük yaşamın önemli bir bölümü ev, cami, çarşı, medrese ve tekkede geçirilen eski İstanbul da hayat ile memât içiçeydi. Beş vakit namaz kıldığı camiin haziresinde ba`sübadelmevt`i bekleyen 'sâhibü l-hayrât' hazerâtına dualarını eksik etmeyen İstanbullular ebedî hayata yarın ölecekmiş gibi hazırlıklıydı.
Yaşı kemâle ermiş bulunanlar kefenlerini alır, arkadaş ve yakınlarıyla, cami cemaatiyle helâlleşir, günlerini ibadet, tesbihât ve zikirle geçirirdi.
Vefât etmek üzere olan bir kişinin yanında bulunanlar su, varsa zemzem suyu vererek başını kıble yönüne çevirir, kelime-i şehadet getirmesine rehberlik eder, hafif bir sesle Yâsin-i Şerî f ve Kur`ân-ı Kerî m okurdu.
Ölüm döşeğindeki kişiler vefât ettiğinde yatağında kıbleye doğru yatırılır, ayakları ve başıyla birlikte çenesi bağlanır, gözleri açık kaldıysa soğumadan göz kapakları kapatılır, şişmemesi için göğsünün üzerine küçük bir metal eşya bırakılırdı. Gece vefât edenler öğle namazında, sabah erken vakitlerde vefât edenler de öğle ya da ikindi namazında defnedilirdi.
Cenaze yıkanıp kefenleninceye kadar yanında Kur`ân-ı Kerî m okunmazdı. Ceset evde yalnız bırakılmaz, yakınlarından biri mutlaka başucunda beklerdi. Cenazenin bulunduğu yere kedilerin girmesi engellenir, erkek cenazelerin yanına kadınlar, kadın cenazelerin yanına erkekler girmez, çocuklar cenaze evinden uzak tutulurdu.
Ceset umumiyetle evlerin, konakların bahçelerinde mevtanın vasiyet ettiği kişiler tarafından güzelce yıkanıp kefenlenir, bu esnada öd ağacı yakılır, kefenin üzerine gül suyu, misk ve zemzem serpilir, bir odada Kur`ân-ı Kerim tilavet edilir ve en kısa süre içerisinde toprağa verilmek üzere tabuta konulurdu. Tabut, eller üzerinde camiye ya da varsa müntesibi bulunduğu tekkeye götürülür, erkekler için tabutun başucuna sarığı, kadınlar için başörtüsü konulur, bu esnada salâ okunurdu.
Sokakta, caddede tabutu görenler taşımak için birbirleriyle yarışır, cenazeyle birlikte en az kırk adım giderlerdi. Semt sakinlerinin yoğun katılımıyla kılınan cenaze namazında bugün olduğu gibi şahitlikler alınır, mevtaya ilişkin dünyevî ve uhrevî haklar helâl edilirdi. Namazdan sonra tabut omuzların üzerinde kabristanlığa kadar taşınırdı.
Namaza katılanların hemen hepsi defin merasimine de iştirak eder, yakın akraba mevta kabre konulduktan sonra üçavuçya da üçkürek toprak atmaya özen gösterirdi. Mezar başında Kur ân-ı Kerî m tilavetleri tamamlandıktan, defin gerçekleştirildikten sonra kabrin üzeri toprakla güzelce örtülerek üzerine su dökülür, imam efendi mevtanın başucunda telkin verir ve dua ederdi.
Vefât edenin şahsî eşyaları arkadaşları ve ihtiyaçsahipleri arasında paylaştırılırdı. Cenaze evinde üçgün yemek pişirilmez, konu komşu ölü evine taziyeye gelirken yemek götürürdü.
Vefât edenlerin arkasından mevlid okunur, hayır hasenat yapılır, devir ve iskat gibi görevler yerine getirilir ve kısa süre içerisinde mezar kitabesi yaptırılırdı. Kitabelerde vefât eden kişinin adı, babasının adı, mesleği ve meşrebi yazılır, mevta için dua talep eden ifadelere yer verilir, kadınların mezar kitabelerine isimlerinin yanına babalarının ismimleri eklenirdi.
Bazı İstanbullular cenaze namazlarının Hz. Hâlid (Eyüp Sultan) Camii`nde kılınmasını, tabutunun, türbenin önüne getirilerek dua edilmesini ve Hz. Hâlid Camii`nin haziresine/yakınlarına defnedilmelerini vasiyet ederdi.
Metin And, 16 ıncı yüzyılın İstanbul unda vefât eden kimselerin akrabalarının gece vakitlerinde sokak aralarında 'hu, hu, hu' diye bağıran ağlayıcılar tuttuklarını belirtir.
Yavuz Sultan Selim Han döneminden itibaren vefât eden padişahların naaşlarının Hırka-i Saâdet Dairesi`ne götürülmesi gelenek haline gelmişti. Padişahlar ebediyet yurduna sırlandıklarında naaşları Hırka-i Saâdet Dairesi nin önünde bulunan mermer seddin üzerine konularak burada gasledilir, teçhiz ve tekfin işlemleri tamamlandıktan sonra tezkiyeler, Hırka-i Saadet Dairesi nde yapılırdı. Padişahların tabutlarının üzerine kullandıkları sorguçlu kavuklar ve kâbe örtüsü serilirdi.