Lala Hayreddin (Acem Ağa) Mescidi, Fatih devri ricalinden Arpa Emini Lala Hayrettin Paşa tarafından 1484 yılında camiye çevrilmiş bir Bizans eseri. Kadim cami 1779 yılında tamir edilmesinden bir müddet sonra yanmış akabinde tekrar ibadete açılmış. 1935 yılında Kadro Kanunu ile devredışı bırakılan mescidin malzemeleri kiremitlerine kadar içerisindeki tüm tezyinatı dâhil hurdacılara satıldıktan kısa bir süre sonra duvarları ile çatısı çökmüş.
Uzun yıllar harap vaziyette olan camii iş adamı Osman Bilgili restore ettiriyor. İnce bir sanatkâr hassasiyetiyle aslına uygun bir şekilde restore edilmekte olan tarihi camide yürütülmekte olan şenlendirme çalışmalarını Osman Bilgili`den dinledik.
Osman Bey Acem Ağa Mescidi nasıl gündeminize geldi?
Çok sevdiği yakınını kaybedenler bilir. Önce bir duygusal infilak olur ama ardından hep akıl galip gelir. Annemizi ansızın bir trafik kazasında kaybetmemizin akabinde kardeşim ve ablamla birlikte kalıcı bir hayır işine teşebbüs etmek istedik. Kendisine sağlığında da bu niyetimizden bahseder ve her seferinde yapmamız doğrultusunda bizi teşvik ederdi. Hayır işinde acele etmenin önemini de bu şekilde anlamış olduk. Ne yapalım, kısmet bugüne imiş.
Her oluş vakt-i merhununu bekliyor.
Sonuçta her oluş vakt-i merhununu bekliyor. Eğitim, sağlık gibi pek çok seçeneği değerlendirirken bu cami ihyası önümüze proje olarak geldi. İçimizde var olan eski eserlere gönül bağımız da bu tercihimizde rol oynamadı değil. Yeri gelmişken belirteyim. Bir miktar bütçe ayırarak hayır yapmak isteyen vatandaşlar seçim yapmakta zorlanıyorlar, öğrenci yurdu, sağlık ocağı, okul binası, cami gibi pek çok seçenek arasında hangisine nerede ihtiyaçolduğunu bilemiyorlar. Bu konuda danışabilecekleri bir devlet kurumu ihdas edilse çok iyi olur.
Sıfırdan bir cami yaptırmak yerine eski bir Osmanlı eserinin ihyasında hangi âmiller etkili oldu?
Vakfiyelerde, bir eserin yok edilmesine sebep olanlarla ilgili çok ağır ifadeler var. İstanbul, Roma ve Bizans İmparatorluklarıyla Osmanlı Cihan Devleti`ne başkentlik yapmış bir şehir. Bu dönemlerde yapılmış çok sayıda tarihi yapıdan çok azının, sadece en büyük ve önemlilerinin günümüze kadar gelebildiğini görebiliyoruz. Bu eserler özellikle 19. yüzyılın sonlarından itibaren modernleşme adına yok edilmeye başlandı. Cumhuriyet döneminde yaşananlar ise tümüyle bir felaket. Doğal afet olsa anca böyle bir kıyıma sebep olurdu.
Mesela;
Mesela 1935 yılında çıkarılan 'Beş yüz metre içerisinde tarihi değeri büyük de olsa birden fazla cami olmayacak' kanunu. 1950`li yıllarda ise geniş caddeler ve büyük bulvarlar açma merakı, başta Mimar Sinan`ın eserleri olmak üzere birçok tarihi yapıyı ortadan kaldırdı. Lakin, son 20-30 yıldır artan şekilde şahit olduğumuz güzellikler de var. Başta Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve diğer kamu kurumları ve hayırsever şahıslar pek çok eseri ihya ediyor. Sadece İSTED Derneği`nin tavassutuyla şimdi var olmayan onlarca eski cami tescil edildi, bir kısmı da yeniden hayat buldu. Burada İSTED`e bu büyük hizmeti için bir İstanbullu olarak teşekkür ederim.
Mescid ile ilgili ne türden tarihi bilgiler mevcut?
Fetih yıllarına yıkık halde gelen bu yapının apsisinin naosa açılan kemerli kısmı örülerek 1484`de mescide çevrilmiştir. Bu görevi Emin-i Cev (Arpa Emini) Lala Hayreddin Bey yerine getirmiştir. 1546 tarihli İstanbul Vakıflar Tahrir Defteri`nde kayıtlı olan vakfiyesi 1486 yılını verir. Müstakimzade Süleyman Sadeddin Efendi`nin Tuhfe-i Hattatin ve Ayvansarayi`nin Hadlkatü`l-cevami` adlı eserinden öğrenildiğine göre caminin iki beyitlik 1484 tarihli kitabesi Akşemseddin torunu Mehmed b. Hamdi tarafından yazılmış, yangın sonrasındaki tamirde yanındaki çeşmenin üzerine konulmuştur. Camii daha sonra Acemi ağalarından Ahmet Ağa tarafından -ki sonradan bu zat Babüssaade ağası olmuştur- onartılmış ve cüzleri bağışlanmıştır. Acem Ağa Camii ismi ile de anılması bundandır. Yine kaynaklardan minberinin Sadrazam Ali Paşa (Bıyıklı) tarafından 1756 yılında yaptırıldığı, daha sonra 1755- 56 yılında yapının III. Osman`ın sadrazamı Mehmed Said Paşa tarafından onarıldığını öğreniyoruz.
1766`daki depremde hasar gören mescid, Karavezir Seyyid Mehmed Paşa tarafından onarılmış, Sultan I. Abdülhamid döneminde 1779 yılında yeni bir onarım görmüştür. Bu tamire ait kitabe 1969 yılında İstanbul sevdalısı Ahmed Bilgin Turnalı çamur içinden çıkartılıp uzun bir uğraş ve emekten sonra 1970 yılında Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesi içinde düzenlenen Vakıflar Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi nde koruma altına alınmıştır. Yapının tamamen harap olması 1785 yılındaki yangında olmuştur. 1808 ve 1826`da yeniçeri ayaklanmaları sırasında çıkan yangınlar sonucunda da büyük zarar görmüştür. 1814 yılında Baş Çuhadar Seyyid Ömer Ağa caminin yanına yeni bir çeşme yaptırmıştır. Bu çeşme ve üzerinde Hattat Mustafa Rakım tarafından yazılmış kitabesi sağlam vaziyette günümüze ulaşabilmiştir.
Cami 1937 yılında Vakıflar İdaresi`nce yıktırıldı!
Bütün bu olanlara rağmen 20. yüzyıla ayakta ulaşan bu yapının 1937 yılında Vakıf eserlerini korumakla görevli Vakıflar Müdürlüğü tarafından minaresi yıktırılıp mimari eleman ve aksamları döşeme ve kiremitlerine varıncaya kadar yıkıcılara satılıp bina harabe haline getirilmiştir. 1974 yılı mayısında çıkan yangından da nasibini alan bu mescid 2020 yılına kadar harabe halindeydi.
Yapının, Bizans dönemlerindeki tarihçesine ilişkin neler biliyoruz?
Theotokos Khalkoprateia Kilisesi Erken Bizans devrinde bakırcılar çarşısında yer alıyormuş. Khalkoprateia Rumca bakır, bronz işlenen yer, Theotokos Meryem anlamına geliyor, yani Bakırcılar Meryemi Kilisesi. Başkentin, Meryem adına yapılan kiliselerinden en ünlüsü imiş. Büyük Konstantin döneminde (306-337) bu bölgede Musevilerin ikamet ettikleri ve bunların ibadeti için kendilerine bir sinagog tesis edildiği bilinmekte. II. Theodosius, imparatorluğun son yıllarında bu sinagogu yıktırmış, daha sonra kardeşi Prenses Pulkheria da kutsal eşyanın korunması ve teşhiri için bu sinagogu kiliseye çevirtmiştir. II. Justinianus (565- 578), bir depremde zarar gören bu kiliseyi tamir ettirerek ilaveler yaptırmıştır.
İstanbul`u Latin işgaline gelen Katolikler yağmaladı.
Bütün bu tarihlerin İslam`ın doğuşundan önce olduğuna dikkatinizi çekerim. Latin işgali sırasında (1204- 1261) Katolikler kiliseye el koymuş çeşitli mimari aksamları ve çevresindeki yapılar yağmalanmıştır. Nitekim kilisenin rölikleri (kutsal eşyaları), 13`üncü ve 14`üncü yüzyıllarda Orta Avrupa`da çıkmaya başlamıştır. Burada şunu belirtmek gerekir. Türkler fetihle birlikte İstanbul`u yıkmadılar, bilakis harap halindeki binalara yeni işlevler kazandırarak ihya ettiler. Bu husus hâlâ korumacılıkta bilinen bir usuldür. İstanbul`u yıkanlar ve yağmalayanlar fetihten önce Latin işgalinde gelen Katolikler oldu.
Kilise nasıl bir planla inşa edilmiş?
Erken Hristiyanlık devrinin karakteristik plan şemasına uygun olarak Ayasofya gibi bazilikal tipte inşa edilmiş. Apsis, Naos, Narteks, Atrium, üçer adet sağda ve solda Nef, Vaftizhane, hatta Rölik odası gibi tüm ögeler varmış. Bazilikalarda orta mekân (Naos) sağında ve solunda sütun dizileriyle bölümlere ayrılır, bu yan bölümlere nef denir. Bazilikaların giriş yönünde Narteks denilen giriş kısımları vardır. Onun önünde de Atrium denilen avlu yer alır. Apsis, yani yapının en sonundaki ruhbanların törende işgal ettikleri kısım içten yarım daire, dıştan beşgendir. Bu cephedeki üçbüyük pencere boşluğu hâlâ sağlamdır.
Osmanlılar camii en sondaki bu apsis kısmına kurmuşlar. Yapının tek kurtulan bölümünün de bu kısım olması manidardır... Yani camiinin değerlendirilmemiş olan onda dokuz kısmı maalesef bugüne gelememiş. Bir de sağlam kalan vaftizhane kısmı var. Bu yapı şu anda civardaki bir otelin altında depo olarak kullanılıyor. Burada bulunmuş olan bir vaftiz teknesi şimdi İstanbul Arkeoloji Müzesi nde korunmaktadır. Bu yapının sekizgen duvarlarında bir takım freskler 1953 yılında fotoğraflanmıştır ve Aziz Zekeriya`yı tasvir ettiği tespit edilmiştir. Kilise, 150 metre güneyindeki Ayasofya`ya merdivenli bir yol ile bağlanıyormuş. Camide içi boş olsa da yapısı günümüze sağlam gelmiş bir yeraltı odası var. Bu odalara konfesyo veya kripta denmekte ve içinde kutsal sayılan eşyalar ve önemli din adamlarının kemikleri saklanırmış. İlginçolan şudur ki, camiin tam ortasından 10 basamakla inilen haçplanlı bu odanın duvarlarında hâlâ haçtasvirleri görülmektedir. Bir İslam mabedinin içinde Hristiyanlık ana sembolünün durmasında sakınca görmeyen ecdadın hoşgörüsüne şaşırmamak mümkün değil ve bugünün anlayışıyla bile kabullenmekte zorlanıyoruz.
Eser, Bizans İstanbul`u için hangi manaları havidir?
Sinagog iken başta halk kabul etmemiş ve ayaklanarak sinagogu yıkmışlar. İmparator II.Theodosius bu ayaklanmaları bastırmış ve yeniden yapılmasına izin vermiş. Milano Piskoposu Ambrosius`un kentlerin kraliçesi olan bir kentin ortasında sinagog yapılmasına izin vermemesini kendisine ihtar etmesi üzerine Musevileri buradan uzaklaştırarak sinagogu tekrar yıktırmış. Kardeşi Prenses Pulkheria da bu yapının üzerine kilise inşa ettirmiş. Kilisenin önemi Hz. Meryem`in hayattayken taktığı kuşağının Kudüs`ten getirilerek gösterişli bir sandık içinde burada saklanıyor olması imiş.
Mezkû r kuşak şimdi nerede bulunuyor?
Bu kuşak günümüzde Aynaroz`da Vatopedi manastırında korunmakta. Ayrıca kilise, İmparator Iustinianos (527&ndash 565) aleyhine 532 yılında başlayan ve tarihte Nika ayaklanması olarak adlandırılan isyanda yanan ilk Ayasofya`nın yerine bugünkü Ayasofya, dönemin iki önemli mimarı Miletoslu (Milet) Isidoros ile Trallesli (Aydın) Anthemios`a yaptırılırken geçici olarak 532-537 yılları arasında patrikhane görevini üstlenmiştir. I. Basileos döneminde (867- 886), Patrik Photius nezaretinde, III. Mikhael ile Basileos`un imparatorluğu beraber yöneteceklerine dair burada yemin ettikleri biliniyor. Sonuçta bin yılı aşkın uzun bir kilise geçmişi var. Bu dönemde ne kadar çok hadisenin olduğunu düşünmek elbette heyecan verici.
O dönemden bina ve çevresinde elimize ulaşan mimari unsurlar, kalıntılar var mı?
1912`deki kazılarda Bizans yapılarına ait parçalar yanında, sütunlar ve narteksin tavan
kirişleri ile başka yapı öğeleri gibi kubbeye ait parçalar bulunmuş. Yine Bizans döneminden kalan vaftizhane, vaftiz teknesi, sütun kaidesi, üçbeş kırık mermer ve kripta yapıları sağlam sayılabilir.
Peki, Osmanlı döneminden geriye neler kalmış?
Maalesef Osmanlı döneminden yani camiden kalanlar daha az ve bu vahameti Latinler değil kendimiz yapmışız. Çeşme, çeşme ve cami kitabeleri dışında sadece çoğu yıkık durumda dört duvar kalmıştı. Toprağın altında da bilmediğimiz çok kalıntıların olması muhtemeldir ve en iyi koruyucu da galiba yerin altı!
Osmanlı Arşiv belgelerinde ibadethane ile ilgili ne türden kayıtlar var?
Osmanlı Arşivlerinde, Encümen Arşiv kayıtlarında, Vakıflar Müdürlüğü`nün arşivinde, Alman Arkeoloji Arşivi`nde, cami, çeşme ve vakfiyesi hakkında oldukça çok kayıt var. Araştırmacıların ilgisini bekliyor.
İbadethane hakkında ne türden araştırmalar/yayınlar yapılmış?
Khalkoprateia ile ilgili en eski kayıtlar Bizans araştırmacısı, filolog ve gezgini 1490 doğumlu yazar, PETRUS GYLLİUS un 'İstanbul un Tarihi Eserleri' isimli kitabında yer alıyor. Bu kitap Bizans Arkeolojisi Uzmanı Erendiz ÖZBAYOĞLU tarafında Türkçeye çevrilmiş.
Procopıus`un birinci kitabının analizi niteliğindeki bir çalışma olan, Fırat Düzgüner`e ait Arkeoloji ve Sanat yayınlarından çıkan Iustınıanus Döneminde İstanbul`da Yapılar adlı kitabında da çok bilgi var.
Constantin Porphyrogenete, Le livr e des ceremonies I. Commentaires, Paris 1935, s. 76. Burada imparatoru~ törenden sonra soldaki (kuzey) ahşap merdiven yoluyla aşağıya indiğini, synthrononun arasından geçerek atına bindiği ve portik (revak) kapısı önündeki kapıdan dışarı çıktığı kaydedilmiştir.
Semavi Eyice`nin Acem Ağa Mescidi başlığı ile İslam Ansiklopedisinde de cami ve kitabesi işlenmiştir.
Ahmed Bilgin Turnalı, 'Lala Hayreddin (Acem Ağa) Mescidi', TTOK Belleteni, sy. 60/.339 (1977) s. 8- 13 Mescid hakkın da özenli bir çalışmanın ürünü olan bu yazıda yapı ile ilgili zengin bir bibliyografya da verilmiştir.
Diğer yazılı eserler:
W. Kleiss, 'Neue Befunde zur Chalkopraıenkirche', İstanbuler Mitteilungen, XV (1965) s. 149- 167 aynı yazarın 'Grabungen in Breich der Chalkopratenkirche', Istanbuler Mitteilungen, XVI (1966) s. 217 &ndash 240
C. Mango, 'Noıes on Byzantine Monuments: Frescoes in ıhe Octagon of St. Mary Chalkoprateia', Dumbartoii Oaks Papers, XXIII- XXIV (1969- 70) s. 369 &ndash 372
M. Jugie, 'L`eglise des Chalcopralia et le culte de ceinture de la Sainte Vierge a Constantinople', Echos d Orient, XVI (1913) s. 308- 312
Müstakimzade Süleyman Sadeddin Efendi, Tuhfe-i Hattatin, (Nşr. İ. Mahmud Kemal) İstanbul 1928, s. 419 Hafız Hüseyin Ayvansarayi, Hadikatü l-cevami, İstanbul 1281, I, s. 149.
Caminin mimari özelliklerinden söz eder misiniz?
Cami sade bir üslupla yapılmış. Kubbe yerine kiremit örtülü kırma çatı tercih edilmiş. Sağlam olan Bizans tuğla duvarları korunmuş yeni yapılan duvarlar genelde yığma moloz taşla, özenli yerler kesme taşla inşa edilmiş. Mihrap, minber, kadınlar mahfili, son cemaat yeri, tuğladan örme minaresi hep klasik mimarimize uygun.
Tarihi cami ve müştemilatı 1937 yılından sonra nelere sahne olmuş?
1937 yılına kadar içinde namazlar kılınan, Kuran`-ı Kerim okunan, pek çok güzelliklere şahit olan bu tarihi yapı, Vakıflar eliyle halısından kiremitlerine, pencerelerinden lambalarına, içindeki el yazma cüzlere kadar hurdacılara satıldıktan sonra yıktırılmış. Artık ihtiyaçolmadığı sebep gösterilmiş. Oysa hemen bitişiğinde onca tarihi eser arasına yeni bir bina olarak Alemdar Sineması yaptırılmış. Caminin önündeki arsada şimdi içkili servis yapılan bir takım kafeler ve bir otel yapılmış. Camisini koruyamayan belediyeler kaçak bu yapılara geçit vermişler.
Restorasyon süreçleri nasıl ilerliyor? Neler yapıldı şimdiye kadar?
Aslında yapılan restorasyon değil, restitüsyon yani yeniden inşa etmek. Vakıfların yaptırdığı projeye birebir sadık kalarak devam ediyoruz. Kontroller de yine Vakıflar uzmanlarının düzenli ziyaretleri ile gerçekleşiyor. Mevcut duvarların onarılması ve aslına uygun yeni duvarların yapılması işlemleri bitti. Bu işler bile 8 ayımızı aldı. Her bir tuğlanın veya taşın eski aslına benzemesi, derz dolgularının bile Bizans`ta kullanılan malzeme ile yapılması gerekiyor. Biz de buna saygı duyuyoruz. Minare de bitmek üzere...
Tarihi bir camiden bahsediyoruz. Dönem özellikleriyle uyumlu yapı elemanlarını nasıl temin ediyorsunuz?
Bu malzemelerin temini titizlikle yapılıyor. Pınarhisar`dan küfeki taşı getirtiyoruz. Dönemin tuğlası ebadında ve görünümünde özel tuğlalar pişirtiyoruz. Ki bunların çoğu sıva altında kalacak. Meşe kerestelerini özel temin ettik. Sadece malzeme değil, bunların işlenmesi de özenli bir şekilde yapılmak zorunda. Mesela minare merdivenleri doğal taştan, el işçiliği ile yontuldu.
Bundan sonraki aşamalar neler?
Çatıyı örttükten sonra en keyifli ve özenli kısmı başlayacak. Minber, kadınlar mahfili, vaiz kürsüsü, sütunlar, tırabzanlar, pencereler, kapı, merdiven hep ahşaptan yapılacak ve dönemin görüntüsü sağlanacak. Sonra halı ve aydınlatmalar; Cihar yar-ı Güzin esmasını havi levhaların tavassutunuzla usta hattatımız Sn. Mahmut Şahin tarafından bilabedel temin edilecek olması çok sevindirici oldu.
Restorasyon süreçlerinde sizi zorlayan durumlar/etkenler için de bir paragraf açalım dilerseniz;
Tüm teknik zorluklar ve aslına uygun olması gerekliliğinin baskısı var. Bunlar olacak ve olması gereken şeyler. Osmanlı eserlerinin de en az Bizans eserleri kadar koruma ve titizlikle restore edilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Camiinin duvarında tarihi bir çeşme var. Çeşmenin hikâyesi nedir? Osmanlı Cihan Devleti`nin ekol sahibi hattatlarından Mustafa Rakım Efendi`nin ketebesinin yer aldığı tarihi çeşmeyi nasıl bir restorasyon süreci bekliyor?
1814 yılında, Baş Çuhadar Seyyid Ömer Ağa, caminin yanına yeni bir çeşme yaptırmış. Bu çeşme ve üzerinde Hattat Mustafa Rakım tarafından yazılmış kitabesi sağlam vaziyette ayaktadır. Maalesef şu anda hiçkorunmayan bu unutulmuş çeşme ve kitabesi uzman restoratörler tarafından temizlenecek, onarılacak ve akabinde su bağlanarak eski işlevine kavuşacak inşallah.
İnşallah. Her şey yolunda giderse ne zaman ibadete açmayı planlıyorsunuz?
2021 Ramazan ayına yetiştiririz diye ümit ediyoruz.
Sizin ilave etmek istediğiniz hususlar nelerdir?
İlk yüz yılını sinagog, sonraki bin yılını kilise, beş yüz yılını bir İslam mescidi, son 83 yılını da mezbelelik bir virane olarak geçiren bu yapının tekrar inananların ibadetgâhı haline gelmesi elbette tüm Müslümanları duygulandırıyor. Nasip edene binler şükürler olsun.
İlginiz için teşekkür ediyorum Osman Bey.
Tüm yazılarınızda ecdad eserlerini gündeme getirdiğiniz ve geleneksel sanatlarımıza kıymetli yazılarınızla destek verdiğiniz için zatıâlinize teşekkür ederim.