Uzun zamandır söylediğimiz bir başlık gerçek oluyor. O da Sayın Cumhurbaşkanının Suudi Arabistan Katar Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ziyaretlerinin ardı ardına planlanması.

Bu ziyaretlerin -işin ekonomik boyutunun ötesinde- diplomatik olarak ve stratejik olarak büyük anlamı var. Türkiye’nin yakın dostları olan Azerbaycan, KKTC, Pakistan ve bir süredir Katar olarak görülüyordu. Şimdi bu ülkelerin yanına Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri de eklendi. Mehmet Emin Resulzade’nin güzel bir sözü var:

“Bir kere yükselen bayrak bir daha inmez.”

Ankara’nın paradigmasında değişen bir şey yok. Dün nasılsa bugün de öyle. Türkiye merkezli, Türk çıkarlarını önceleyen, dengeli, oyuna rengini veren bir diplomasi izleniyor.

Dostluk, ticaret ve güvenlik…

Devletler amaçlarına ulaşmak için güvenlikçi politikalara ve yumuşak güç unsurlarına yönelir. Yön belirleyen ihtiyaçlar, tehditler ve fırsatlardır. Ankara refah odaklı bu diplomaside başarı sağlıyor.

Türkiye’nin körfezi açılımı stratejik ortaklık ve stratejik iş birliği açısından tarihi bir öneme işaret etmektedir. Nesillerin yıllar on yıllar yüzyıllar geçse de hatırlayıp unutamadığı başka memleketlerle olan ilişkilerdir.

Büyük devletler tarihi bağlarını koruduğu gibi yeni tarihi bağlar oluşturarak gelecek nesillere güçlü bir gelecek bırakır.

Türk devleti bugün başta Ankara merkezde olmak üzere adeta bir pergelin ayağı gibi stratejik dostluk daireleri çizmektedir.

Öyle anlaşılıyor ki bu daireler Kafkasya’dan Balkanlara, Karadeniz’den Akdeniz’e, körfezden Kuzey Afrika’ya ve Pakistan Hindistan hattından Afganistan ve Türk Cumhuriyetlerine kadar geniş bir coğrafyayı kucaklamaktadır.

Belki bugün biz bu ekilen tohumların bu topraklarda nasıl yeşereceğini ancak tahayyül edebiliriz. Ama torunlarımız 21. yüzyıl Türkiye’sindeki sloganlaşmış deyimiyle Türkiye 100 yılında dev gibi gürleşmiş dostluk ormanlarını yaşayacaklar.

Aslında sözü şöyle bitirebiliriz vaktinde bir kral falcısını çağırıp ben nasıl ve ne zaman öleceğim diye sorar. Falcının verdiği yanıt şu olur:

“Sen orman yürüyünce öleceksin …”

Kral sevinir, orman yürümeyeceğine göre ölmeyecektir. Ancak gel zaman git zaman öyle gelişmeler yaşanır ki kralı hedefleyen iktidara gitmeyi düşünen 10.000’ler bellerine bağladıkları ağaç dallarıyla krala doğru ilerlerler ve uzaktan izleyenlerin gördüğü bu manzara herkesi dehşete düşürür. Çünkü adeta orman yürümektedir! Tohumlar gelişmiş dallar serpilmiş evlad-ı Fatihan adeta birer ağaç dalı beline bağlayarak bu geniş coğrafyaya doğru yürümektedir.

İşte o vakit yıkılmaz denilen dünya güçleri Türk’ün bu yürüyüşü karşısında o kralın düştüğü dehşete kapılarak büyük güç olmanın ne anlama geldiğini görecektir.

O nedenle bugün diyoruz ki orman yürümeye başlamıştır… Atasözümüzde dediğimiz gibi “bir Türk dünyaya bedeldir” ve “Türkiye yüzyılı” bu resmin gerçek sloganı olacaktır.

Gazeteci olarak 80’lerde Özal’ın iktidarını ve vizyonunu, 90’larda Süleyman Demirel’in o kararlılığını, Başbuğ Türkeş’in, Erbakan Hocanın, Halkçı Ecevit’in demirden hamlelerini ve hepsinin dayandığı ilkeleri cumhuriyetin 100. yılında yeniden ve yeniden kararlılıkla görmektedir.

Bir bütün, iri ve diri olarak orman yürümektedir!