Adalar Denizi’ndeki adaların hangi tarihlerde elimizden çıktığını gösterir harita. (Ege’de Temel Sorun, TTK, 1998)
Ege Adaları ne zaman elimizden çıktı? sorusuna takanlardansanız derdinizin devası burada.
1) Haritamızda maviyle gösterilen adalar Balkan Harbi’nden sonra, en büyüğü Girit ise 1913'te Yunanistan’a verildi.
2) Lozan'da kırmızı adalar Yunanistan'a, yeşil adalar (Oniki Ada) ise İtalya'ya bırakıldı.
3) Oniki Ada’nın haritada yeşil olarak görülen rengi 1947 senesinde İtalya tarafından Yunanistan’a devredilince kırmızılaşacaktı.
Peki Oniki Ada Yunanistan’a nasıl verildi?
Bu sorunun kısa cevabı şudur:
Türkiye’nin ‘aman başımıza gaile açmayalım’ şeklinde özetlenebilecek çekimser politikası yüzünden.
Nitekim 1947 yılında Paris’te yapılacak müzakerelere resmen çağrılı olduğumuz halde gitmediğimizi Adalet Partisi Hükümeti Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil açıklamıştı. Tıpkı savaş sırasında İtalya, İngiltere ve Almanya’nın adaları almamıza yönelik çeşitli tekliflerini elimizin tersiyle itmemizde olduğu gibi.
İhsan Sabri Çağlayangil bir gazeteye şunları söylemiş:
“İngiltere, adalar konusunda Paris konferansı hazırlanırken Ankara elçisi eliyle Türk Hükümetine bu konferansa katılmasını bildirmiştir. Belki adaların hepsinin Türkiye’ye verilmesi söz konusu değildir, ama bazıları üzerinde Türk yararlarına uygun incelemeler ve görüşmeler yapılabileceği inancındadır. Gördüğüm belgeye göre, dışişleri umumî kâtibi nezdinde yapılan bu teşebbüse Türk Hükümeti cevap vermemiştir. Daha sonra İngiliz elçisi, bir ikinci teşebbüs daha yapmış, bu adalarda Türklerin oturduğunu, hiç değilse bu açıdan konferansta Türkiye’nin bulunmasını uygun gördüklerini söylemiştir. Hattâ İngiliz elçisi, bu konferansa tam katılmamayı arzu ettiğimize göre, bir observer, yani müşahit bulundurmamızı da telkin etmiştir. Bu da uygun görülmemiş olacak ki, hiçbir hareket yapılmamıştır. Bugün çıkan manzara, bunu doğrulayacak anlamdadır. Paris konferansı ile adalar, tümüyle Yunanistan’a geçmiştir.”
Ancak adalarla ilgili bazı mühim ayrıntılar var ki, bunların bilinmemesi meselenin kamuoyunun zihninde vuzuha kavuşmasına mani oluyor. Davanın tam olarak anlaşılabilmesi için önce Lozan’da İtalya’ya, sonra da 1947’de Yunanistan’a devredilen adaların hangilerinin ’Oniki Ada’ olduğunu bilmek gerekiyor.
Öncelikle dikkate almamız gereken nokta, “Ege Denizi” tabirinin bize değil, Yunanistan ve genelde Avrupa coğrafyasına ait olduğudur. Osmanlı Devleti –Piri Reis haritasında geçtiği üzere- burayı “Adalar Denizi” veya “Cezâir-i Bahr-i Sefid”, yani Akdeniz Adaları tabir ederdi. Yani ecdadımız Akdeniz’i Akdeniz ve Ege diye ikiye bölmez, topuna birden Akdeniz adını verirdi. Nitekim Mustafa Kemal Paşa’nın ordularına “ilk hedef” olarak Akdeniz’i göstermesi ama 1. ve 2. ordularımızın Akdeniz’e değil, Ege’ye, İzmir’e hücum etmiş olmaları da doğrudan doğruya Osmanlı’nın Akdeniz tasavvuruyla alakalıdır.
Bugün Ege Denizi dedikleri Adalar Denizi’nde binlerce ada ve adacık mevcuttur. Bunlardan kabaca Kuzey ve Batı Ege adaları ile Girit ve Oniki Ada’yı birbirinden ayırd edebiliriz. Böylece Oniki Ada denilince Lozan Antlaşması’nın 15. maddesinde isimleri teker teker tadad edilerek İtalya’ya bırakılan adaları anlayacağız. Bu adalar söz konusu maddeye göre şunlardır:
“Madde 15. Türkiye aşağıda sayılan adalar üzerindeki bütün haklarından ve dayanaklarından İtalya lehine feragat eder. Halen İtalya’nın işgali altında bulunan Asfampalya (Astropalia), Rodos (Rhodes), Kalki (Carki), Skarpanto, Kazos (Casso), Piskopis (Tiles), Misiros (Misyros), Kalimnos (Kalymnos), Leros, Patmos, Lipsos (Lipso), Sombeki (Symi) ve İstanköy (Kos) adalariyle bunlara tâbi adacıklar ve Meis (Castellorizo) adası (2 numaralı haritaya müracaat).”
Lozan’ın müteakip 16. maddesi ise bir önceki maddeyle “İtalya lehine feragat ettiğimiz” adaların hukukî statüsünü belirlemektedir.
“Madde 16. Türkiye işbu Antlaşmada netleştirilen sınırlar haricinde bulunan bütün arazi üzerinde ve bu araziye ilişkin ve keza işbu Antlaşma ile üzerlerinde kendi hâkimiyet hakkını tanınmış olan adalardan gayri adalar üzerinde - ki, bu arazi ve adaların mukadderatı ilgililer tarafından tâyin edilmiş veya edilecektir - her ne mahiyette olursa olsun haiz olduğu bütün haklar ve dayanaklarından feragat ettiğini beyan eyler. İşbu maddenin hükümleri komşuluk münasebetiyle Türkiye ile sınırdaş memleketler arasında kararlaştırılmış veya kararlaştırılacak olan özel hükümleri ihlâl etmez.” (https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc002/kanuntbmmc002/kanuntbmmc00200343.pdf)
Demek ki, Lozan Barış Antlaşması’yla sadece Yunanistan’a değil, İtalya’ya da ada vermiş, Oniki Ada üzerindeki bütün hak ve dayanaklarımızdan vazgeçmiştik.
Yunanistan’a kuzey ve Batı Ege adalarını, İtalya’ya da Muğla’dan başlayıp Antalya/Kaş açıklarındaki Meis’e kadar uzanan adaları terk etmiştik (bu arada Meis Oniki Adadan biri değildir). Bu adalar adeta bir perde, bir sur gibi Ege ve Akdeniz sahillerimizin neredeyse tamamını kuşatma altına almakta ve Türkiye’nin batı Anadolu sahillerini savunmasını tehdit altına sokmaktadır.
Ayrıca bilmek gerekir ki, Lozan’da İtalya’ya terkedilen Oniki Ada 1943 senesine kadar İtalya’nın, 1943-45 arasında Almanya’nın, 1945-47 arasında ise İngiltere’nin işgali altında bulunuyordu (1943’te birkaç ada bir süreliğine İngiltere’nin işgaline uğramıştı). 1947 Paris Konferansı ile Oniki Ada’yı devralmak için tek kurşun sıkmayan Yunanistan’a bırakılması sırasında Ankara’nın pasif, çekingen, hatta vurdumduymaz tutumu bu milletin kalbinde daima kanayacak bir hicran yarası olacaktır. (Oniki Ada’nın elimizden çıkış hikâyesi şurada genişçe anlatılmaktadır: Mustafa Armağan, “12 Ada Yunanlara nasıl verildi?”, YeniŞafak, 20 Kasım 2016. Ayrıca diplomasi camiasından mühim bir tanıklık için bkz. Feridun Cemal Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl (Anılar-Yorumlar), cilt 1, TTK Yay., Ankara, 1987, s. 226-232.)
Adalar elimizden nasıl çıktı?
Şimdi Oniki Ada’nın 1911-47 yıllarında yaşanan elimizden çıkış serencamını ana başlıklar halinde sıralayalım:
1911: İtalyanların ‘savaş ilan etmeden’ başlattıkları işgalle Trablusgarb Savaşı çıkmış oldu. Enver Bey komutasında gönüllü subaylar Mısır üzerinden Trablusgarb’a geçerek yerli halkı İtalyanlara karşı örgütledi ve yer yer başarıyla mücadele etti. Bu sayede kıyılara çıkmış bulunan İtalyan kuvvetleri güneye inemediler, iç bölgelere nüfuz edemediler ve işgal niyetiyle çıktıkları Trablusgarb ve Bingazi’de (şimdi bu topraklara Libya diyoruz) tam hakimiyeti sağlayamadılar.
1912: Osmanlı gönüllü subaylarının Trablusgarb’da yerli halktan ve Sunusi tarikatından örgütlediği silahlı direnişi bir türlü kıramayan İtalyanlar misilleme yaparak Oniki Ada’yı işgal etti. Ekim ayında Osmanlı ve İtalya devletleri arasında Uşi (Ouchy) Antlaşması yapılacak ve antlaşmanın 2. maddesi eğer Osmanlı Devleti Trablusgarb’daki birliklerini geri çekerse İtalyanların da Oniki Ada’yı boşaltacaklarını karara bağlayacaktı. Nitekim Osmanlı subaylarının Trablusgarb’dan çekilmesinden sonra İtalyanlar işgal ettikleri adaları boşaltma hazırlıklarına başlamıştı ki, tam bu sırada Osmanlı Devleti için büyük bir felakete dönüşecek olan Balkan Savaşı koptu. Türkiye de bu kritik vaziyette Oniki Ada’yı devralıp koruyacak bir deniz kudretinden mahrum bulunduğu için İtalya’dan harp bitinceye kadar işgal etmiş olduğu adalarda kalmasını rica etti. Böylece İtalya’nın Oniki Ada’daki fiilî (de facto) hakimiyet dönemi başlamış oldu.
1913: Süfera Konferansı’nda diğer batı ve kuzey Ege adaları Yunanistan’a verilirken Oniki Ada’dan bazılarından da bahis açıldı gerçi ama Osmanlı Devleti emperyalist devletlerin bu oldu-bittisini asla kabul etmedi. Adaların gerçek sahibinin kendisi olduğunu ve tapusunun yetkili organlarca bir antlaşmayla devredilmedikçe başka bir devletin olamayacağını açıkça beyan etti.
1922-23: 1922 Kasımında başlayan Lozan Konferansı sırasında kuzey Ege adalarından bazıları üzerinde TBMM hükümeti temsilcisi İsmet Paşa bir ara hak iddia etmişse de, bunda ısrar etmemiş, neticede Gökçeada ve Bozcaada ile Tavşan adası haricindeki ada taleplerini kabul ettirememiştir. Oniki Ada üzerinde ise İtalya’nın baskısıyla bir münakaşa zemini bile oluşmamış ve Türkiye Lozan’da, İstiklal Harbi sırasında ciddi destek ve yardımlarını gördüğü İtalya’yı karşısına almamak taktiğini güderek Oniki Ada’dan İtalya devleti lehine feragati tercih etmiştir.
Yunanistan’a Montrö tavizi mi verildi?
Yukarıdaki kronolojiye bakılırsa Oniki Ada 1923 Temmuzuna kadar Osmanlı Devleti’nin rızasıyla fiilen (de facto) İtalyan işgali altında kalmış, ancak Lozan Antlaşması’nın 6 Ağustos 1924’te yürürlüğe girmesiyle birlikte bu işgal hukukî (de jure) bir mahiyet kazanmış ve adaların tapusu İtalya’ya devredilmiştir. İtalya ise yenildiği 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, 1947’de Paris’te düzenlenen konferansta Oniki Ada ile Meis adasını Yunanistan’a devretmek zorunda kalmıştır.
Dolayısıyla Osmanlı Devleti Oniki Ada’dan ne 1912 Uşi Antlaşması ile ne de 1913 Süfera Konferansı’nda feragat etmiştir. Kaldı ki son konferansın kararı da tek yanlıdır ve bağlayıcı değildir. Devletler Hukukunda bir ilhak kararı ancak toprağı ilhak edilen ülke tarafından kabul edilirse geçerlidir. Nitekim Osmanlı Devleti bu kararı tanımamış, resmen protesto etmiştir.
Eğer yukarıdaki iddiaları dile getiren koca koca profesörlerin dediği gibi Lozan’dan önce bu adalar –Oniki Ada- İtalya’ya verilmiş olsaydı Lozan’ın 15 ve 16. maddelerini antlaşma metnine ‘iyi saatte olsunlar’ mı koymuştu? Sanki 1912’den sonraki bir tarihte adaları bize vermişler veya biz silaha sarılıp kurtarmışız da, Lozan’da bizden istedikleri için kıramayıp tekrar vermişiz gibi(!) saçma sapan, akla zarar bir tablo ortaya çıkar ki, böyleyse eğer Lozan’ın zafer olmadığını kendi ağızlarıyla söylüyorlar demektir.
Tarih acımasızdır. Hakikat ise daha acımasız. Hakikat er veya geç ortaya çıkacak ve bütün perdeleme çabaları iflas edecektir. Nitekim Mehmet Ali Birand Milliyet’teki 5 Kasım 1984 tarihli köşesinde ilginç bir soru soruyordu: “Papandreu’nun okuduğu mektup nereden çıktı?”
Bu, tehlikeli bir mektuptu ve Birand içeriğinden Papandreu’nun açıkladığı kadarıyla bahsediyordu. Bizim arşivlerimizde karşılığı var mıydı? Yoksa 1936’da Montrö’ye razı etmek için Yunanistan’a adaları silahlandırabilirsiniz şeklinde bir taviz mi verilmişti?
Zamanla üstü kapatıldı. Hep yapıldığı gibi. Ama nereye kadar?