Savaşlarla bir bütün olan ölümle hayat, hayatla ölüm birbirinden ayrılıyor. Yaşanan dünyayla, yaşanacak dünya, arasındaki kapılar bir bir kapatılıyor. Ölümün anlamını yitirmesi, hayatı çekilmez bir yük haline getiriyor. İntihar gibi kazalar, ölüme cevap bulamayan, anlamsızlığın kurbanlarının sayılarını artırıyor. Değersizleşen hayatta, hem ölüm, hem doğum önemsizleşiyor.
Ölümler gibi, doğumlar da aile ortamından uzak, hastahane odalarında ya da cephelerde, tek başına karşılanıyor. Doğum gibi, ölüm de aile içinde büyükten küçüğe, hep birlikte karşılanmaz oluyor. Dünyanın özü ve özeti olan insanın, dünyaya gelişi, dünyadan gidişi, geniş bir aile halkası içinde hep birlikte yaşanmıyor. Acılar paylaşılarak azaltılmıyor, mutluluklar paylaşılmadan çoğaltılmıyor.
Anadolu’da herkesin hayattaki son günleri aile içinde, dualarla, hatimlerle, helalleşmelerle tamamlanması istenir. Bir hayattan başka bir hayata geçenin, yeni hayatına hazırlanması, evden çıkarılması, yıkanması, kefenlenmesi, namazının kılınması, toprağa verilmesi geniş bir dost halkası içinde gerçekleşir. Ölümlerin, doğumların hep birlikte karşılanması, hayatın her alanında vazgeçilmez bir yer tutar.
Ailelerde çocuklar hayatın daha anlamlı kılınmasında, kilometre taşlarını oluştururlar. İnsanlar yakınlarını yitirmeden, ölümün görünen hayattan, görünmeyen hayata geçiş olduğunun bilincine varamazlar. Yakınlarını yitirmeyenler, ölümün ölümsüzlük olduğunu görmede güçlük çekerler. Bilgeler Erdem Bayazıt gibi, hayatın “Toprağın üstünden çok / altındakilerle var olduğunu” bilirler.
Ölüm ve ölümden dönme söz konusu olduğunda, akıllara, bin dokuz yüz yetmişli yıllarda, Güney Amerika’da içindeki kırk beş yolcusuyla, And Dağları’nın tepesine düşen uçak gelir. Kazada yolculardan önemli bir kısmı, uçağın düştüğü yerde ölür. Kurtulan on altı kişi ise, ölen arkadaşlarının etlerini yiyerek, hayatta kalmayı başarırlar. Ve “ kımıl kımıl” gelen ölümü, duyarlar ve anlatırlar.
Kurtulan bir genç : “Dağda o kadar olağanüstülüğü bir arada gördükten ve Allah’ın dokunacak kadar yakınına geldikten sonra, “Kutsal Birleşme”nin bambaşka bir şey olduğunu anladım. Bana güç vermesi için durmadan Allah’a dua ediyor, beni eski halime döndürmemesi için yalvarıyorum. Şimdi hayatın sevgi, sevginin de elindekini komşuna vermek olduğunu öğrendim” diyor.
İnsanlar ellerine geçenleri biriktirme yolunda birbirleriyle yarışarak, toprağın “Ölüme aç”, hayatın “Ölüme muhtaç” olduğu unutuyorlar. Onlar “Biriktirmenin sınırsız”, “Hayatın sınırlı” olduğuna, inanmaya çalışıyorlar. Ölümü gözden uzaklaştırma derdine düşenler, mezarlıkları gözden uzaklaştırıyorlar. Ancak mezarların yok edilmesi, insanlara ölümü unutturmuyor.