Kocaeli'nde okulun son gününde yaşanan olay, hem öğrenciler hem de veliler için üzücü bir deneyim oldu. Okul kıyafetinin dışında elbise giyerek içeri girmek isteyen öğrencilerin okula alınmaması, sadece okul bahçesinde değil, tüm Türkiye'de yankı buldu. Bu durum, velilerden ciddi tepkiler aldı. "Biz çocuklarımızın bu halinden memnunuz. Ne hakla çocukları içeri almazsınız?" diye feveran eden veliler, olayın ne kadar hassas bir noktaya dokunduğunu gözler önüne serdi.

Bu olayın kısa sürede medyaya yansımasıyla Türkiye, bir kez daha ikiye bölündü. Bir taraf, öğrencilerin istedikleri kıyafetle okula girmeleri gerektiğini savunurken, diğer taraf ise okul kıyafet kurallarının çiğnenemeyeceğini vurguladı. Toplumdaki bu derin ayrışma, sadece bir kıyafet meselesi değil, aynı zamanda eğitim ve disiplin anlayışındaki farklılıkların da yansıması oldu.

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, olayın büyümesi üzerine bir açıklama yaparak, "Yaşanmasını arzu etmediğimiz bir olay. Bakanlık olarak bu konuda ihmali, yanlışı olan kişilerle ilgili olarak gerekli incelemeleri yapacağız," dedi. Bakan Tekin’in bu açıklaması, olayın ne kadar ciddiye alındığını gösterirken, devamsızlık nedeniyle sınıfta kalan öğrencilere af düşüncelerinin olmadığını da belirtti.

25 Yılın Ardından Çocuklarımızın Sessiz Düşüşü

Geçmişe dönüp baktığımızda, son 25 yılın sessiz ama derin bir değişimi beraberinde getirdiğini görüyoruz. Çocuklarımız televizyon, tablet, telefon ve bilgisayar (3T, 1B) ile büyüdüler. Bu cihazlar, sosyal medya platformlarının da desteğiyle, onların dünyasını şekillendirdi. Ancak biz, maneviyat ve ahlak adına evlatlarımıza yeterince bir eğitim veremedik. Makam, para ve dünyevi arzular, çocuklarımızın milli ve ahlaklı bir eğitim almasının önüne geçti. Eğitim sistemimiz de 3T, 1B'yi destekleyince, çocuklarımız içerden ve dışarıdan kuşatıldı.

Bu değişim yavaş yavaş gerçekleşti. Önce etek boyları kısaldı, sonra göbekler açıldı, en sonunda da göğüslere kadar geldi. Pantolon giymek isteyenlerin kumaşı gittikçe inceldi; neredeyse giydikleri kumaş tenimizin derisinden ince hale geldi üzerlerine bir şey giymemiş gibi oldular. Bu süreç, 25 yıl boyunca adım adım ilerledi ve biz farkında bile olmadan, zehir yavaş yavaş bedenimize ve ruhumuza yayıldı. Şimdi, bir mezuniyet töreninde "Ben babasıyım, annesiyim, ne karışıyorsunuz çocuğumun kıyafetine?" diyecek kadar normalleştik. Normalleştirdiler bizi.

Bir kurban bayramında bunları yazmak istemezdim elbette. Ama gerçekler acı da olsa dile getirilmeli. Anne babalar, çocuklarına terbiye veremez hale geldiler. Sözleşmeler ve bazı uygulamalar ile terbiye artık dış vesayetin eline geçti. 3T, 1B, çocuklarımızı milli birlik ve beraberlikten uzak anadan üryan hale getirdi. 3T,1B, ahlaksız, edepsiz ve hayâsız olmaları için kendi çatımızın altındaki okula gönderdiğimiz çocuğumuzu böyle eğitti. Ne yazık ki annelerin ve babaların sözü artık çocuklarına geçmez oldu. Çünkü çocukların yeni anne babaları, 3T,1B (televizyon, tablet, telefon ve bilgisayar) oldu.

Ne yazık ki, bugün uygulamaları ve sözleşmelerimizi değiştirip, 3T, 1B'yi ve eğitim sistemimizi düzeltsek bile, kadim millet anlayışına sahip, ahlaklı, edepli ve çalışkan nesiller yetiştirmemiz en az 50 yıl alır. Geldiğimiz bu noktada hayâsızlık ve edepsizlik öyle derinlere işlemiş ki, önümüzdeki 25 yıl boyunca kaybolan değerlerimizi geri kazanmak neredeyse imkânsız görünüyor. Maalesef tahrip olan geçtiğimiz 25 yıl, yok hükmünde olan gelecek 25 yıl. Hem eğitimi milli olarak düzeltecek, hem ahlakı ve edebi yeniden inşa edeceğiz, hem de yavaş yavaş kaybolan değerlerimizi yeniden kazanmaya çalışacağız. Ancak, tahrip edilen bir şeyin iyileşmesi tahribatı kadar hızlı olmuyor. Bu sürecin uzun ve meşakkatli olacağını unutmamalıyız.

Şu gerçeği hatırlatmakta fayda var: Bu dünya gelip geçicidir ve ebedi hayatımızın yanında bir zerre bile değildir. Şu an içinde bulunduğumuz yaşam, sadece bir imtihan sahnesidir. Bu nedenle, hem dünyevi hem de manevi anlamda doğru yolu gösteren, kanunları ve ilahi kuralları savunan yöneticilere ihtiyacımız var. Toplumumuzun ahlaki ve manevi değerlerini koruyarak, geleceğimizi sağlam temeller üzerine inşa etmek için bu tür yöneticilere büyük önem vermeliyiz. İnsanı insan yapan değerleri yaşatacak, adalet ve erdemi ön planda tutacak yöneticilere yönelmek ve böyle idarecileri yetiştirmek, hem bu dünyada hem de ahirette huzur ve mutluluğa ulaşmamız için elzemdir.

Sonuç olarak, çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceği için maneviyat, ahlak ve bilim temelli bir eğitim anlayışını benimsemek zorundayız. Milli eğitim sistemimizi bu değerler üzerine inşa etmek, gençlerimizi hem manevi hem de akademik anlamda güçlü kılacaktır. Bu yolda atılacak her adım, geleceğimiz için bir umut ışığı olacaktır. Bugün kaybettiklerimizi yarın geri kazanmak için elimizden geleni yapmak zorundayız.

Bu vesileyle, Kurban Bayramınızı en içten dileklerimle tebrik ediyorum. Bayramın bereketiyle, birlik ve beraberlik içinde, milli eğitim ve bilim yolunda değerlerimizi yeniden inşa edebileceğimiz güzel günlere ulaşmamız dileğiyle. Bayramınız mübarek olsun!