Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Mehmet Ali NALBANT
Mehmet Ali NALBANT

Net miyiz, karıncalı mı?

Gerçi ikinci kanalı izlemek o kadar da kolay değildi. O siyah beyaz tüplü televizyonlarımız tepesine vura vura çalışırken bakalım bu yeni kanalı destekleyecek miydi? Her şeyden önce yeni bir anten gerekiyordu bu yayını alabilmek için ve birdenbire anten değiştirme çılgınlığı başladı. Artık bütün mağazalar öncelikli ürün olarak UHF bandını destekleyen antenleri vitrinlerine koydular. Eskiden karasal TV vericileri çok güçlü değildi. İşte bu yayınların zayıf gelmesinden ötürü mutlaka çatıya ya da evin damına çıkarak o anteni ille de doğru yöne çevirmek gerekliydi.

Artık; anten düzeltmek için evin damına çıkıp aşağıya düşenini mi anlatayım yoksa eski antenle yeni yayını almaya çalışanı mı, bilemedim. İşte o günlerde net olmak ile karıncalı olmak arasındaki farkı kesin bir dille öğrendiğimizi düşünüyorum. Çünkü analog yayınlar dijitale benzemez. Dijital yayında her şey nettir. Ya tam vardır ya hiçyoktur. Analog yayın öyle mi? Net olur, karıncalı olur, bazen zıplar, bazen hoplar, kimi zaman kaybolur kimi zaman göz önüne gelir tekrar. Varlığıyla, yokluğuyla her zaman orada olduğunu hissettirir, bir işe yaramasa bile. İnsanı sinir küpüne çevirdiği zamanlar da olur gönlünü hoş tuttuğu da. Ama ille de peşinden koşmak zorundasınızdır analog yayının. Arada bir ayar vermelisiniz o antene ki net görüntü alabilesiniz.

Durum insanoğlunda çok mu farklı ki? Peki ya biz, hepimiz, olmamız gerektiği kadar net olabiliyor muyuz her zaman? Ya da şöyle sorayım; bu karıncalı hal ve tavırlarımız daha kaçkişiyi çileden çıkarana kadar devam edecek? Biz ister miyiz karşımızdakinin bize karşı net olamayan duruşunu ve arzular mıyız habire ötelenmeyi, yok sayılmayı ve hepsinden öte oyalanmayı?

Dostlarımızı, bizim için önem sırasına göre kategorize ettiğimizde ve kendimize sağlam bir zaman yönetimi oluşturduğumuzda zaten bu sorunu tamamen yok etmek için başlangıçadımlarının en büyüğünü atmış oluyoruz. Ama en önemlisi ailedir. Onu her zaman en başa yazacağız ki geri kalanı için zaman sahibi olabilelim. Yüzde yüz net olmamız gereken yegane kurum kendi ailemizden başkası değildir. Ardından iş arkadaşları, öncelikli önem arz eden dostlar ve iş çevresi gelir.

Bir şey ya vardır ya da yoktur. Hiçkimseyi oyalamaya, zamanını çalmaya, emeğini sömürmeye, gençliğini heder etmeye hakkımız bulunmamaktadır. Kimi zaman karşı taraftan çekindiğimiz için sürekli öteleriz o işe nokta koymayı, kimi zaman da sahiplenme duygumuzun damarlarımızda artık daimi olarak yer ettiğinden. Sebep ne olursa olsun durduramadığımız tek şey olan zamanımız alabildiğince akıp gidiyor. Ya kendimizi zaman tünelinin içine atıp kendi isteğimizle arzu ettiğimiz biçimde yuvarlanacağız orada ya da zamana karşı koymak imkansız olduğundan o zaman tüneli bizi alıp arzu etmediğimiz biçimde sürüye sürüye götürecek bilmediğimiz yarınlara. Zaman tünelinde ilerlerken bencillik edip de sadece kendi zamanımızı yönetip bize değer verenlerin zamanlarını çalarsak bunun ne bu dünyada hesabını verebiliriz ne de mahşerde.

Bir de yapamayacağımız bir iş için sırf ayıp olmasın diye ‘Evet`cevabı verdiklerimiz var. İşte onlara yaptığımız en büyük kötülük bu. Yapamıyorsak yapamıyoruzdur, kesin ve net. O kadar! Eğer küsecekse de söz verip yapmadığımız için değil, yapamam dediğimiz için küssün. Zaten her halükarda küstürme ihtimalimiz varsa eğer, varsın doğruyu söylediğimiz için küssün. Hiçolmazsa vicdani rahatlığımız devam eder.

Sözün özü; itibarı kaybetmemek uğruna herkese boncuk dağıtıp sürekli karıncalı bir analog görüntüyle çevremize güvensiz bir imaj yaratacağımıza aslanlar gibi net olup en keskin dijital tavrımızla bunu anlayabilecek kişilerin güvenini kazanarak yaşamak, itibar mücadelesinde çok daha tercih edilebilir bir duruş olsa gerek.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER

ÖNE ÇIKANLAR