İttifak gazetemizde Sözlü Tarih çalışmalarımıza devam ediyoruz. Hemen her meslek ve meşrepten bu toprakları şenlendirip âvâzelerini gök kubbeye Dâvut gibi salan, cemiyetin ortak hafızasında iz bırakan insanlarımızı günümüz neslinin irfanına arz etmek, sadırda kalmaz satırda kalır` mülahazasıyla kendilerinden tefeyyüz edeceğimiz şahsiyetlerin çalışmalarını, hizmetlerini, irfânî değerlerini, meslek sırlarını, sanat izzetlerini, zanaat kabiliyetlerini, insanlık erdemlerini kayıt altına almak ve dahi insani, vicdani, ahlâkî güzelliklere ayna olmak mülahazalarıyla hazırladığımız Sözlü Tarih çalışmamızın üçüncü bölümünde Necdet Erken`i misafir ediyoruz. 

7 Haziran 2017 tarihinde Edirnekapı`da ebediyet âlemine yolcu ettiğimiz Necdet Erken, nefs-i İstanbul` Fatih`in sevilen simalarından, güvenilir esnafından, alışveriş ve ticaretin kendisini Allah`ı zikirden alıkoymadığı kullardan biriydi. 

Necdet Erken`e rahmeti vesile kılarak kendisi gibi müteşebbis bir şahsiyet olan mahdumu, hayrulhalefi Erhan Erken`le söyleştik; Rahmet olsun. 

Erhan Bey öncelikle İttifak gazetemizin Sözlü Tarih projesine gösterdiğiniz nazik alaka için teşekkür ediyorum. Söze sizden başlayalım. Kendinizi nasıl tanıtırsınız?

Rahmetli babam Necdet Erken ile ilgili böyle bir sözlü tarih çalışması yaptığınız için teşekkür ediyorum. Rahmetlinin iki çocuğundan biriyim. İstanbul`da doğdum ve halen bu şehirde ikamet etmekteyim. Son dönemde Fatih Kariye`de kitaplarla haşir neşir olduğum bir işim var. Sizlerle de uzun yıllar Boğaziçi Yöneticiler Vakfı çerçevesinde belli çalışmalar içinde bulunduk. Halen de o çalışmaları yoğun olarak ifa eden arkadaşlarımıza destek olmaya gayret ediyorum.

`height=

Var olunuz Erhan Bey. Ailenizin memleketi Balkan coğrafyası. Balkanlardaki hikâyenizi öğrenmek isteriz;

Hem anne hem de baba tarafından dedelerim ve büyük annelerim Rumeli`de dünyaya gelmişler. Birinci Dünya Savaşı sonrasında da o toprakları kaybederken bizimkiler de mecburen Anavatana göçetmişler. 

Bilindiği üzere 1360`lı yıllardan itibaren Türkler Rumeli`ye dalga dalga yerleşmişler ve oraları yurt edinmişler. Osmanlı insanı gittiği yere sömürmek gayesiyle bakmadığından oraları daima şenlendirmeye çalışmış ve meydana getirdiği eserleriyle adeta nakış gibi işlemiş. Kendisinden sonra o bölgelere gelerek etrafı yakıp yıkanlardan arta kalan noktalarda göze çarpan Osmanlı eserleri bu dediğimizi doğrular mahiyettedir. Hâsılı Balkanların kaybediliş hikâyesi, kaybedilen her yerde olduğu gibi  çok hüzünlü bir hikâyedir;

Şimdi müsaadenizle suyun ötesi`ne, Kılkış`a gidelim. Osman dedeniz ve büyük dedeniz Topal Ahmet Kılkış`ta neler yapmışlar?

Rahmetli babam ve amcamdan dinlediğimiz üzere dedemizin babası Topal Ahmet ismiyle maruf bir kişi imiş. Kılkış`ta bir çiftlikleri varmış. Son dönemde akrabalardan birinin arşivinden aldığım bir belgeye göre Kılkış`a bağlı İsnefçe köyünde imiş bizimkilerin yeri. Bu bilgi, daha çok yeni olduğundan bugün için nereye tekabül ediyor henüz tesbit edemedik. Bu çiftlikle ilgili daha fazla bir malumat maalesef yok. 

Rahmetli Osman dedemin Birinci Dünya Savaşı öncesinde gençlik çağlarında İstanbul`a geldiğinden bahsedilirdi. Muhtemelen okumak için gönderilmiş fakat dedem burada az kalmış ve tekrar Kılkış`a geri dönmüş. Yine babamların dedemden naklen anlattıklarına göre Balkan Savaşı patladığında Rahmetli Osman dedem o sırada babaları vefât etmiş bulunduğundan ailenin en büyük oğlu olarak Kılkış`tan geçen, kendi deyimleri ile son vagon`a atlamışlar ve bölgeyi terk edip Selanik`e gitmişler. Bir müddet orada kaldıktan sonra da mübadele dolayısıyla kendilerine gösterilen yer olan Manisa`ya gelmişler.

Babanızın anneannesi Pakize Hanım da yazılarınızdan çıkardığım kadarıyla Selanik`in önde gelen öğretmenlerinden biri. Gazi`nin annesine Zübide Molla` diyecek kadar da yakın... Pakize Hanımı da rahmetle zikredelim;

Pakize nine 1969 yılında vefât etmişti. Onun vefâtında ben 8 yaşında idim. Kendisini hatırlıyorum. Tonton bir ihtiyardı. İki ay kadar daha ömrü vefâ etseydi torununun torununu görecekti. 

`height=

Rahmetullahi aleyhâ;

Anlatıldığına göre kendisi öğretmenmiş. Ondan rivayet edilen bir bilgide o zaman aynı mahallede oturdukları Zübeyde Hanım`a 'Zübide Molla' derlermiş. Bu bilgiyi de rahmetli Ahmet amcam çokça tekrar ederdi. 

`height=

Babaannemin babasının adı da Meço İbrahim imiş. Selanik`te Hacı İsmail Mahallesi`nde otururlarmış. Bu bilgileri Pakize nine ile İbrahim dedenin nikâh belgesinden öğreniyoruz. Babaannemin küçük kardeşi Rahmetli İsmail dayı mürekkep yalamış bir zattı. Bankacıydı ve o zamanlar Osmanlı Bankası`nda önemli görevlerde bulunmuştu. Onun şöyle dediğini ben kulağımla işitmiştim. 'Bizim peder İttihatçıydı, lakâbı da Meço İbrahim idi.' Tabii bu bilgiyi doğrulayacak bir belgeye sahip değilim. İttihatçı ise hangi ölçüde ismi bilinen bir kişi idi, o konularda fazlaca bir bilgiye sahip değilim.

2012 yılında ceddinizin ata topraklarından ayrılışının 100`üncü yılında Kılkış`a gittiniz. Oralarda ailenizin büyük resmine, Osmanlı`ya ve Türk İslam medeniyetine dair neler gördünüz? Nasıl bir hissiyat içindeydiniz seyahat boyunca?

O seyahate giderken çok heyecanlıydım. Daha önce 2004 yılında bir grup ile yaptığımız uzunca Balkan seyahatinde Kılkış`a uğrayamamıştık ve içimde ukde kalmıştı. Selanik kitap fuarına gittiğimiz 2012 yılında beraber olduğumuz arkadaşlardan rica ettim ve çok kısa da bir süreliğine olsa da Kılkış`a uğradık. O gidişimizde İsnefçe köyü detayını henüz öğrenmemiştim. Çok yağmurlu bir gündü ve gittiğimiz minibüsten burnumuzu çıkarmaya imkân bulamıyorduk. Fakat nedense özellikle dedemlerin Kılkış`ı terk etme sahnesine şahitlik eden tren istasyonunu görmek istiyordum. Sora sora artık kullanılmayan tren raylarını ve şu an bir depo olarak kullanılan tren garını bulduk. Bizimkilerin son vagon`a atladıkları gar acaba orası mıydı? O esnada hangi hâlet-i ruhiye içindeydiler. Tüm bunları hayâl ederek tabii çok da hüzünlenerek oradan ayrılmıştım. Tabii sonraki bilgileri de derleyerek bir müddet orada kalacak tarzda bir seyahat yapmanın çok önemli olduğunu düşünmekteyim.

Ceddiniz Türkiye`de nereye, ne zaman gelmişler?

Mübadele sırasında muhtemelen 1924 olabilir kesin tarihi bilemiyorum Osman dedemler Manisa`ya gelmişler. Onlara mübadele sırasında bazı yerler vermişler ve kardeşleriyle oraya yerleşmişler. Babaannemin tarafı yani Pakize nineler ilk etapta Konya`ya gitmişler. Onlar da daha sonra Manisa`ya gelmişler ve aile bir dönem orada buluşmuş. 

Dedeniz Manisa`da neler yapmış?

Babamın anlattığına göre dedemler ilk etapta biraz meyve sebze komisyonculuğu yapmayı denemişler. Fakat sanırım pek istedikleri gibi olmamış. Sonra Osman dede 1933 yılında İstanbul`a gelmeye karar vermiş ve hanımı ile çocuklarını alarak yola düşmüş. 

Mezkû r tarihte babanız kaçyaşlarında?

O sırada babam 3 yaşında. Kendinden büyük iki ağabeyi var, biri 4 diğeri de 8 yaşında. Dördüncü kardeşleri 1934 doğumlu, o İstanbul`da dünyaya gelmiş.

Sözün bu yerinde babaannenizi hayırla yâd etmek isteriz. Dedenizle nasıl tanışmışlar? Nerede evlenmişler? Babaanneniz Saime Hanım`ın ailesinin Konya`ya göçederken Adapazarı`nda dedenizin ailesine teslim edilmesini de konuşalım;

Osman dedemle babaannem Saime hanımın nişanları Selanik`te kıyılmış. Bu tören sırasında gençler birbirlerini görmemişler. Muhtemelen Türkiye`ye hicret öncesi aileler birbirleriyle bir niyet beyanı yapmışlar. Kim bilir ne zor şartlar! Fakat düğün olmadan hicret zamanı gelmiş. Önce dedemler Manisa`ya gelmişler. Babaannemler trenle Konya`ya giderlerken anlatıldığına göre Adapazarı civarında babaannemi dedemin tarafı trenden alıp Manisa`ya getirmişler. Ben bu keyfiyeti babaannemden dinlediğimi hatırlıyorum. Dedemi ilk defa Manisa`daki evin penceresinden bahçeye bakarken görmüş. Babaannemin annesi evladına işte kızım kocan olacak Osman bu` demiş. Babaannem, baktım, düzgün bir adama benziyor, herhangi bir eksik tarafı yok. Eh şükür dedim` derdi. 

Birbirlerini bir defa görüp evleniyor ve dahi bir ömür mutlu, mesud, bahtiyar yaşıyorlar? Eski toprak` diyebileceğimiz insanların tevekkül, teslimiyet ve hayatı okumalarına dair neler söylemek istersiniz?

Bu teslimiyet bugünden bakıldığında anlaşılması pek kolay bir şey değil ama sahne aynen böyle imiş. Sonra düğünleri olmuş. Bize nakledildiği kadarıyla da 1947 yılında dedemin vefâtına kadar güzel bir aile hayatları olmuş. Babamdan dinlediğim kadarıyla dedem dünya olaylarını takip eden bir kişiymiş. Evdeki radyolarından sürekli ajans haberlerini dinlermiş. Savaş yıllarına yönelik dedemin İngiliz siyasetinin Almanlara üstün geleceğine dair tahminlerinden bahsederdi babam. Bu da radyo haberleri üzerinden dünya siyasetini takip etmenin bir yolu imiş sanırım.

Necdet Bey nerede dünyaya gelmiş?

Babam 1930 yılında Manisa`da dünyaya geliyor. 1933`de İstanbul`a taşınıyorlar.

`height=

`height=

İstanbul`a ilk geldiklerinde nerede ikâmet etmişler?

Babamların İstanbul`a geldiklerinde daha sonra uzun bir süre ikâmet edecekleri Çırçır`a yerleşinceye kadar kısa dönemlerle Aksaray, Mercan ve Vefâ`da oturduklarını duymuştum. Fakat buralarda ne kadar süre kaldıklarını tam olarak bilemiyorum.

O dönemin Aksaray`ına nasıl tariflersiniz? 

O zamanın anlatımları arasında dikkatimi en çok çeken Aksaray karakolu. Eski resimlerde o karakolu görünce hep babamın anlattıklarını hatırlarım. Biz yaşımız gereği Aksaray meydanının açılışını, Millet ve Vatan caddelerinin ilk yapıldığı zamanları bilemiyoruz. Ben sadece Aksaray`da yer altı geçidinin yapıldığı zamanı hayâl meyâl hatırlıyorum. Bir de gençlik dönemlerinde bugünkü Aksaray metro durağının bulunduğu yerin arka taraflarındaki tek katlı çarşıyı hatırlarım. Tabii bir ayrıntı daha belirteyim;

Lütfen Erhan Bey;

Metro durağının ön tarafında K. Çekmece minibüsleri kalkardı ve biz Florya ve Basınköy`e gittiğimiz dönmelerde o vasıtaları çokça kullanırdık.

Dedenizin Manisa`dan arkadaşı, kuyumcu esnafı Hafız Ali`nin zanaatını ve Kur`an-ı Kerim ilimlerine yönelik tetebbuatını da konuşmak isterim.

Mercan Uzunçarşı`da bir dönem oturdukları evin dedemin Selanik`ten ve daha sonra da bir dönem Manisa`dan arkadaşı olan Hafız Ali Bey`in evi olduğunu biliyoruz. Hafız Ali Bey mühür ve kuyum sanatı ile iştigal eden biri. Zanaatkâr bir kişi. Ayrıca ömrü boyunca Kur`ân-ı Kerî m ile yoğun teması olmuş. Bu konuya sanırım daha sonra geleceğiz. 

İnşallah.

Hafız Ali Bey Mercan`daki evinin giriş katına dedemleri buyur ediyor. O sıralarda dedemler kalacak yer bulmakta sıkıntı çekiyorlarmış o da evinin giriş katını onlara açmış.

Hafız Ali Bey, kadim dostumuz Fatih Kurtulmuş`un annesinin dedesi. Fatih Kurtulmuş`un dedesi olan Hacı Hüsnü Uğurlu, Hafız Ali Bey`in kızı Ferruh Hanım ile evleniyor. O da kuyumculuk mesleğini yapıyor. Hüsnü Bey ve Ferruh Hanım, isimleri bizim ailede hayırla yâd edilen ve hakiki dost olarak bilinen insanlar. Kezâ Hüsnü Bey`in damatları Sabri Özpala ve Fatih Kurtulmuş`un babası Hilmi Kurtulmuş amca da babamın ve amcalarımın yakın arkadaş çevresinde idiler. Hilmi Kurtulmuş amca malum Numan Kurtulmuş beyin amcası olurdu.

Bizim şu an oturmakta olduğumuz ev rahmetli Necati amcamın Hüsnü bey ve Sabri beylerle beraber inşa ettirdikleri bir apartman. İnşaatı yapan ise benim anne tarafından dedem Salih Karaca. 

Kendisine rahmet olsun;

Salih Karaca o dönem daha çok Fatih civarında evler yapan ve mesleği inşaatçılık olan bir kişi. Ü çkardeş imişler, üçü de inşaatla uğraşırlarmış.  Yine Halıcılar Caddesi üzerinde Hüsnü beylerin oturdukları Öz apartmanını da Salih dedem inşa etmiş. Yani bu aileler arasındaki ilişki yıllar içinde aynı sıcaklıkla devam etmiş.

`height=

Osman dedem ve Hafız Ali Bey, babamın ağabeyleri Ahmet ve Necati amcamlarımın da kuyumculuk mesleğini öğrenmeleri üzerinde sıkça görüşüyorlar ve amcamlar gençyaşlarında Hafız Ali Bey`in damadı Hüsnü Bey`le beraber yürüttükleri kuyumcu imalathanesinde kuyumculuk sanatını öğrenmeye başlıyorlar. İki amcam da iyi birer sanatkârdılar. Babamın daha sonra kuyumculuk işine başlaması ağabeylerinin teşviki ile olmuştur. Amcamlar ilerleyen yıllarda kuyumcuların bilezik ve yüzüklerin üzerine desen attıkları makinayı Türkiye`de ilk yapan kişiler. 1980`lerin ortalarına kadar kuyumculuk mesleğine imalatçı olarak başlayacak olanlar büyük bir oranda amcalarımın ürettikleri makinalarını kullanırlardı. Onların mesleği bıraktıkları dönemlerde Türkiye`ye yurt dışından daha kaliteli makinalar girmeye başlamıştı.

YARIN: ÇIRÇIR`DA BİR CİVANMERT;