“İngiltere'nin kuzeybatısındaki Southport kasabasında bir dans atölyesindeki bıçaklı saldırıda, üç kız çocuğunun öldürülmesinin ardından başlayan 'göçmen karşıtı' protestolar, hafta sonunda ülke geneline yayıldı.” deniliyordu. Protestolar, katilin "İslamcı bir göçmen olduğu" söylentisinin sosyal medyada yayılmasıyla başlamış. Cumartesi günü bir çok kentte aşırı-sağcı gruplara karşı, ırkçılık karşıtı gruplar da sokağa dökülmüş, çatışmalar çıkmış, yüzden fazla kişi göz altına alınmış. Polis, Londra’da Nazi selamı veren bir şahsı tutuklamış.
Böylesi olaylara İngiltere’de pek raslanmıyordu. Hemen belirtelim, bizim İngiltere dediğimiz ülkenin asıl ismi “Birleşik Krallık”. Birleşik Krallığa bağlı “Common Wealth” (Milletler Topluluğu) adı verilen bir birlik de var. Bu enteresan birliktelikte pek çok farklı etnik gruptan, farklı din ve mezhebe mensup milyonlarca insan yaşıyor. Bu kadar çok farklı mensubiyeti olan insanları, tek çatı altında yüzyıllardır meşruti monarşiye dayalı parlamentarizm ile yöneten ve bir arada tutabilen bir devlet için bu tür olaylar gerçek bir güvenlik riski anlamını taşıyor. Polis, ırkçılık yanlısı göstericilere karşı çok katı yöntemlere başvuruyor, protestocular coplanıyor, tutuklanıyor ve cezalandırılmaları için mahkemelere sevk ediliyor. Birleşik Krallık ile ilgili ilkokul seviyesinde bilgiye sahip bazı “aydınlarımız”, demokrasinin beşiği saydıkları bu ülkede, polisin ve yeni iktidara gelen “solcu” İşçi Partisi hükümetinin bu tavizsiz tavrını görünce şaşırıyorlar. Bugün açıklanan polis raporu ilginç bir gerçeği ortaya çıkardı. Buna göre dans atölyesinde öldürülen üç kız çocuğunun katili bir Müslüman göçmen değil. Belli ki insanları sosyal medyada dolduruşa getirmek, kışkırtıp sokaklara dökmek için birileri bu yalanı üretmiş. Asıl katilin Galler doğumlu bir Hristiyan şahıs olduğu ortaya çıktı.
Bütün bunlardan niçin bahsediyorum? Elin İngilteresinden bize ne diyebilirsiniz? Yaşanan olaylar önemli. Görünmez bir el dünyanın pek çok ülkesinde benzer olayları organize etmeye, halkı kışkırtmaya, medya ve sosyal medyayı kullanarak aslı olmayan haberlerle kitleleri karşı karşıya getirmeye başladı. Tam da havaların ısınıp, sokakta olmanın meşakkatli olmadığı zamanları seçmeleri boşuna değil. Mesela Londra’da havalar yeni ısındı. Hava durumu dahil herşeyi hesaplıyorlar. Birleşik Krallık için çok daha önemlisi, ülke bir ulus devlet olmaktan da öte, bir imparatorluk. Irkçı bir tavrın destek bulması kraliyetin ve çift parlamentolu meşruti rejime dayalı çok uluslu sistemin sonunu getirir. Belli ki istenen bu. Brexit sonrası küreselci entegrasyon olan AB’den kopan ülkenin tekrar Avrupa’ya entegre edilmesi için her yol deneniyor. Bu süreci net görebildikten sonra, halkın yalan haberlerle kışkırtılması ve sokaklara dökülmesini sağlayan unsurun küreselciler olduğunu tahmin etmek hiç zor değil.
Peki kim bu küreselciler? sorusunun cevabını isteyen okur eski yazılarımızda bulabilir. Politik anlamda Amerikan Demokratlarının temsil ettiği, ekonomik anlamda da küresel sermaye destekli bir entegrasyondan bahsediyoruz. Küreselcilerin dünyaya ve her devlete ilişkin ayrı planları var. Kendilerine entegre edecekleri, yeni kurmak istedikleri devletler olduğu gibi, yönetimlerini hatta rejimlerini değiştirmek istedikleri devletler de var. Uzun vadede gezegendeki ulus-devlet şeklindeki yapılanmaları yok edip, küresel tek bir entegrasyon sağlamak istiyorlar. Hemen belirtelim Türkiye Cumhuriyetimiz de bir ulus devlet. Hedeflerinde ilk sıralardayız. Biz de sık sık dillendirilen “yine mi dış mihraklar” sözünü de onlara bağlı sosyal medya unsurları üretti. Varlıklarını belli etmek bile istemiyorlar. Mütevazı şirketler olarak görülüp, dost kabul edilmek işlerine geliyor. Dünyanın en zengin ülkelerinden bile daha büyük bütçelere sahip olan bu küresel şirketlerin, dünya siyasetiyle ilgilenmeyeceklerini zanneden saf ve iyi niyetli bir kitle için üretilmiş, haplaştırılmış bu “yine mi dış mihraklar” sloganının da artık “evet yine küresel mihraklar” olarak değişmesi gerekiyor. Evet yine ve bundan böyle, her zaman küresel mihraklar var olacak. Neredeler? İzlediğiniz televizyonda, elinizdeki cep telefonunda, bilgisayarınızda, tabletinizde hatta arabanızdalar. Sizinle birlikteler. Herşeyinizi biliyorlar. Bunun için sadece cep telefonunuzun, hatta bir mail adresinizin olması bile yetiyor. Zamanında seve seve gönderdiğiniz kan örnekleriyle toplumumuzun gen haritasını bile çıkardılar. Neleri sevdiğinizi, nelere duyarlı olduğunuzu, nelerden korkup, nelerden nefret ettiğinize kadar herşeyinizden bilgileri var. Bunu bildiklerini fark etseniz bile, kanıksamanız, normal karşılamanız için de gereken algı yöntemleriyle sizi rahatlattılar. O yüzden muhtemelen bu yazdıklarımı bile önemsemiyor olabilirsiniz. Amaan bilseler ne olacak ki dediklerinizin tümü, size ait çok özel bilgileriniz. Giderek size ait hiçbir özel şeyin kalmayacağını, sisteme entegre bir robotik organizma olma ihtimalinizi yine de yazayım, belki ileride hatırlarsınız.
Bunlar kişisel hayatımıza müdahil oldukları alanlar. Bir de toplumsal hayatımız var bizim. Aslında küreselciler bilgilerimizi kişisel hayatımızdan önce, toplumsal hayatımıza müdahale etmek için topluyorlar. Bizim ne yediğimiz, içtiğimiz pek umurlarında değil, ama bir araya geldiğimizde neler yaptığımız, birbirimize nasıl davrandığımız, birbirimiz hakkında neler düşündüğümüz gibi konular onları ilgilendiriyor. Hangi inançları, hangi mezhebi, hangi siyasal görüşü benimsediğimiz de onlar için önemli. Siyasal eğilimlerimiz, kendilerine yakın kişilere bakışımız, ülkemizin yönetim şekli ve iktidar/muhalefet ile olan ilişkilerimizle, kısacası tüm siyasal davranışlarımızla çok ilgililer. Çünkü onlar, kendi çıkarları doğrultusunda ülkelere politik müdahaleler yapmak gayesindeler. Bunun için tüm kitle iletişim araçlarını kullanarak, istekleri doğrultusunda davranacak, yönlendirilebilir kitleler oluşturmak istiyorlar. Mesela İngiltere’de olduğu gibi çeşitli mecralarda yalan haberler yayarak, kitlelerin önüne nefret objeleri koyuyorlar. Müslüman göçmenin birisi üç masum genç kızı öldürdü yalan haberinin arkasından Galler doğumlu bir Hristiyan çıkıyor. İnsanlar yalan habere inanıyorlar. İnsanoğlu duygusal ve tepkisel bir varlık, bu durum manipulasyona açık olduğu anlamına geliyor. Bu manipulasyonlar için para ve zaman ayırıp üzerinde çalışmalar yapıyorlar. Toplumsal nefreti körüklemek için nefret objeleri üretiyorlar. Ağaç üzerinden, hayvanlar üzerinden, katledilen insanlar üzerinden, hiç fark etmiyor, duydukları yalanlara inanmaya hazır hale gelmiş insanları ülkesindeki diğer insanlara hatta çok sevip baş harfleriyle sosyal medya profilleri oluşturdukları devletlerine karşı yönlendirip düşman ediyorlar.
Şu sıralar İngiltere’de süren çatışmaların bizde de benzer sosyal alt yapısını hazırlamaya çalışıyorlar. Kitlelerin önüne nefret objeleri konulmuş durumda. Bir yandan insanları ülkelerinden göç etmelerine yol açacak ortamları oluştururken, diğer yandan göçmenlerin gittikleri yerlerde bir çatışma unsuru olmasını, yani tam bir kaos istiyorlar. Hemen hemen her ülkede sorunların kaynağı olarak gördükleri insanlara karşı nefretle doldurulmuş hazır bir kitle var. Bizde de yalan haberlere inanan insanlarımız var. Mesela devletimiz Suriyelilere kişi başı 13.800₺ maaş bağlamış, bir başka deyişle yıllarca prim ödemiş emeklilerimiz 12.500₺ alırken, bu yabancı sığınmacılara çok daha fazlası aylık maaş olarak veriliyormuş. Evet, bu yalana ciddi ciddi inananlar var. Yine Suriyelilere Avrupa Birliği tarafından gönderilen milyarların, bizim devletimiz tarafından bizim vergilerimizle TC. bütçesinden ödendiği yalanına da inanmış durumdalar. Suriyelilerin ülkemizde işyeri açtıklarında vergiden muaf tutuldukları yalanına inanan da çok var. Sağlık hizmetlerinde Türk vatandaşlarından daha öncelikli yararlandıkları yalanına da inanan çok var. İnsanlarımız bir şekilde etkileniyor. Hepsi yalan olamaz, neden yalan söylesinler, mutlaka gerçeklik payı vardır diye düşünenler var.
Bütün bu “inanılan” yalanlar ile, İngiltere’deki üç genç kızın katli olayındaki gibi bir yalan haberle manipule olmaya hazır bir kitle oluşturulmuş durumda. Aslını araştırmadan ortaya atılacak, Suriyeliler şunu yaptı şeklinde bir yalan haberin ateşleyeceği büyük bir kitle şu an hazır. Daha da kötüsü asla olmamasını temenni ettiğimiz herhangi bir savaş halinde, kendi devletinden, kurumlarından nefret eder hale getirilmiş insanlarla düşmana karşı nasıl mücadele edebiliriz ki? Darmadağın olabileceğimiz bir ortama sürüklenebiliriz. Gerçek dışı bilgilerle, medyanın etkisiyle rahatça yönlendirilebilen zihinlerle kime karşı durabiliriz ki? Öyle hale gelmiş ki bazı insanlarımız ayağına diken batsa onun yüzünden oldu diyerek önlerine konulan ve konuyla hiç alakası olmayan bir nefret objesini suçlayacak durumdalar. Tabii bütün bunların sorumlusu olarak gördükleri siyasi kişilikler de bu nefretten payını alıyorlar. Hataları yok mu, elbette var, ama bu toplumsal nefret, eleştirilerin çok ötesinde ülkemiz için bir kötülük üretir ve onarılamayacak yıkıma yol açabilir kaygısındayız.
Yalan dolanlarla maksatlı olarak kitlelerin önüne konulan nefret objeleri konusu, ulus devletlerin hiç hazır olmadıkları bir psikolojik savaş yöntemi. Gördüğüm kadarıyla hedefteki bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti de böylesi bir mücadeleye henüz hazır değil. Bütün sorunların sebebi olarak tek bir kişiyi veya etnik bir topluluğu veya bir mezhebin mensuplarını görüyorsanız çok yanılıyorsunuz dediğimiz zaman, siz de onlardansınız muamelesiyle karşılaşıyorsunuz. Türkiye’den, birlik ve beraberlikten yana olmak, bazılarının gözünde kötülükten yana olmakla eş değer hale gelmiş. Yaşadımız kötülüklerin kaynağı tek bir kişi veya bir etnik grup değil, küresel çapta faaliyet gösteren büyük bir çete ve sizin nefret ettikleriniz dahil, hepimizin kanını emiyorlar dediğimizde, kimse inanmıyor. Çünkü öğretilmiş ezberlerden çok farklı ve alışılmadık geliyor, yadırgıyor insanlar.
Türkiye Cumhuriyeti bir ulus-devlet dedik ama, devlet olmak, ulus olmak, vatandaş olmak gibi konularda hiç bir bilgisi olmayan çok kişi var aramızda. Bu konularda bomboş olunca, alakasız birilerinin dolduruşuna gelmek de çok kolay. Devletin bir konuda niçin öyle davrandığının sebebini anlamak için hukukçu olmak gerekmiyor, biraz derin düşünmek yeterli. Bireysel olarak bize çok saçma gelen şeyler, nüfusu yüz milyona yaklaşan bir ülke için farklı bir bakış açısı gerektirebilir.
Her konuda, ama istisnasız her konuda ülkesini, ülkesinde yaşayanları suçlayıp, nefret saçan insanlar görüyorum. Bu tavrı kaygı verici buluyorum. Tüm değerlerimizi kaybedeceğimiz bir yerlere sürüklenebiliriz ve geri dönüşü olmayabilir. Söyletilere, aslını astarını her yönüyle araştırmadan inanmayalım bu bile yeter.