Nafi Baba’dan bir nefes hû!

Abone Ol

Nafi Baba’dan bir nefes hû!

Selamün aleyküm... Nafi Baba ben… Hâk-i Pay-i Evliyâ Muhammed Abdünnâfî pür hata… Şehitlik Dergâhı’nın muhafızı, Hâdim’ül-Fukara Nafi Baba…

Şeyh Bedreeddin’e uzanan ceddim, İstanbul’un fethinin hemen öncesinde II. Mehmed Han’ın emriyle Akşemseddin Hazretleri’yle birlikte Ortaasya’dan Konstantiniyye’ye (Rumelihisarı’na) geldi. Fethin müyesser olmasının akabinde Fatih Sultan Medmed Han, Rumelihisarı bölgesinin mânen ihyası için Şeyh Bedreddin Hazretleri’ne İstanbul’un ilk tekkesini; Şehitlik Dergâhı’nı kurdurdu.

Şehidlik Dergâhı’nı bugün ne arayan var ne soran! Allah’tan, Şehidlik Dergâhı’nın ismi Boğaziçi Üniversitesi Kale kapı giriş duvarının kenarına iliştirilen sokak levhasında yaşıyor!  Dergâhımız, Osmanlı Cihan Devleti’nin Avrupa yakasındaki ilk Osmanlı-Türk şehitliği ve  "Şüheda Kuyusu" ile birlikte hemen hemen hiç kimsenin bilmediği gizli bir manevi hazine…

Bugün büyük bölümü Boğaziçi Üniversitesi Güney kampüste bulunan Şehitlik Dergâhı'nda İstanbul’un fetih hazırlıkları dâhilinde hayatlarını tereddüt etmeden feda eden yüzlerce Osmanlı askeri, ni’mel çeyş medfun. Ni’mel ceyşin ya da İstanbul fethinin ilk şehitlerinin hatırası gibi kendileri de unutulup gitti!

Şühedâ Kuyusu Osmanlı’nın ilk şehitliği!
Heyhât! Şühedâ Kuyusu Osmanlı’nın ilk şehitliği! Şüheda Kuyusu, adından da anlaşılacağı üzere İstanbul'un fethinin hemen öncesinde Rumelihisarı'nda hayatını kaybeden şehitlerin toplu olarak medfun bulundukları büyükçe bir mezar. Osmanlı'nın ilk toplu şehitliği...

Miladi 1451 yılında Sultan II. Mehmed'in emri ile Osmanlı ordusunun öncü kuvvetlerinden, akıncılarından, serdengeçtilerinden bir gurup Osmanlı askeri, Rumelihisarı'nın inşasına paralel olarak Bizans'ın içlerine doğru cihada çıktı ve askerlerin bir kısmı Rumelihisarı'nın hemen üst bölgesinde şehit düşerek, topluca bir kuyuya; Şüheda Kuyusu'na defnedildi.

Şüheda Kuyusu, oldukça geniş, etrafı alçak duvarla çevrilmiş kare biçiminde büyükçe bir mezar. Toplu mezar olduğu için şehitlerin adı meçhul, ancak "Şüheda Taşı" olarak bilinen ve diğer mezar taşları gibi tahrip olmaması için ceddimizden bir zatın yed-i emininde bulunan bu taşın üzerinde sülüs hattı ile şöyle bir ifade var: "Hâzâ makam-ı şüheda sene 855".

Dergâh haziresinin hali içler acısı!
Nafi Baba Dergâhı, haziresi, mezarlığı ve hatıraları ile günümüz insanına lisan-ı haliyle aslında çok şey anlatıyor...

Her mezarlık gibi, serin serviler altında ahrete açılan kapıları bulunan Nafi Baba mezarlığı insanoğluna fenâ ve bekâ âlemine dair esaslı öğütler veriyor, misaller sunuyor...

Bir zamanlar ilim, hikmet ve irfan ocağı olan Nafi Baba Dergâhı pek çok öz kıymetimiz gibi tarihin nisyan karanlığına terk edildi!

Boğaziçi Üniversitesi'ndeki mevcudiyetini öğrencisinden mezununa; öğretim üyesinden idarecisine kadar çok az kişinin bildiği Nafi Baba Dergâhı, Şüheda Kuyusu’na yaslanarak, hali pürmelâlimize ağlıyor... Nispetiye Caddesi'nin durumuna; Güney Meydan'ın keyfiyetine, cemiyetin vurdumduymazlığına, kendi perişanlığına ağlıyor...

Osmanlı armalı, hilâli kırılmış, parçalanmış mezar taşlarını, kitâbeleri gördüğünüzde kendinizi ecnebi diyarlarda, suyun öte tarafında; Balkanlarda, Yunanistan'da, Bulgaristan’da, Romanya’daymış gibi hissedeceksiniz.

10 yıl önce bu satırların yazarı, gönüllü türbedarımız yanında Fethi Gemuhluoğlu üstadın mahdumu ‘Bizim Selman’ ile birlikte Şehidlik Dergâhı’na geldiler. Baş ve ayak taşlarımın bulunmadığı kabrimi ziyaret edip bir Fatiha on bir İhlâs-ı Şerif okudular, akabinde Şüheda Kuyusu’nun yanına kemâl-i edep ve hürmetle vardılar. 

Aman Alllah’ım orada ne görsünler! İstanbul’un öncü fetih askerlerinin basübadelmevti bekledikleri Şüheda Kuyusu’nun üzerinde köpek besleniyor. İki azman köpek ve onlarla ilgilenen eli değnekli bir meczup şehit kabrinin üzerine kurulmuş!

Köpekler, muhibbanımızın üzerine salınmak istenince Mü’minun Sûresi’nin “Heyhât! O va'd edilmekte olduğunuz şey, ne kadar uzak!” meâlindeki 36’ıncı âyet-i kerîmesini okuduklarında eski halllerine döndüler!

Ey azîzan! Anlattıklarımı hikâye diye dinlemeyin zira hakikatin tâ kendisidir! Her neyse!

Burada gördüğünüz fotoğraf karesi, bir önceki yüzyılın evvelinde Şehitlik Dergâhı’nda çekildi. Resimde dervişlerimle birlikte temâşâ ediyorsunuz fakiri. Solumda duran zât-ı muhterem Selman Cemâli Baba… Sağımdaki delikanlı ise bizim has derviş, Hayrullah Efendi.

Size bakıyoruz. Halinize, hâl-i pürmelâlinize… Ne kadar çok şey değişmiş aranızdan ayrılıp gittiğimiz yüz yıl boyunca… Cemiyet; insanlar; Şehitlik Dergâhı; Rumelihisarı’nın silueti değişmiş…

Babamın, babamın babasının ve onun da babasının ilh. doğup büyüdüğü ve insanlık âlemine hizmet ettiği, şimdilerde benim ismimle birlikte hatırlayamadığınız Şehidlik Dergâhı; Şeyh Bedreddin, yahut Mahmud Baba Tekkesi yıkılıp gitmiş. Tekke ile birlikte dergâhın ahalisi de iyi atlara binerek ebedî âleme sırlanmış. Üçler, yediler, kırklar beş yüzlere; abdal evliyalar “hû hû”lara karışmış…

Ağaçlar, yeşillik, Hisar’ın gölgesinde açan Osmanlı Bostanı başka diyarlara gitmiş. Fetih burcu Rumelihisarı yağmalanmış. Tekke’nin meydanı gibi derviş odaları da talan edilmiş.

Dergâhın haziresi yitip gitmiş; üzerine gecekondular inşa edilmiş. Hisarüstü, Kaldırım Mühendisi’nin müellifi bizim torunun tabiriyle “Hista Vista”ya dönüşmüş. Tekke, meydan, harman, mandıra yağmalanmış. Atı alan Üsküdar’ı geçmiş. 

Bizim tekke ve civarında ne han kalmış ne hamam... Tekke’nin mandırası üzerine, sertâcımız, Efendimiz, Ahmed-i Mahmud’u Muhammed Mustafa Aleyhisselâm’ın isimlerinden biriyle müsemma bir zat tarafından tarihi eser ve müze restorasyon ruhsatıyla köşk inşa edilmiş.

Eyvâh ki eyvâh! Şehremaneti uyumuş, emaneti unutmuş... Vicdandan nasibi olmayanlar tüm Âsitane’nin olduğu gibi Rumelihisarı’nın da altını üstüne getirmiş. 

Şehirdeki; Hisar’daki eşya değişmiş, eşhas da değişmiş. Eşhasın âvâzı da değişmiş. Bizim zamanımızda Hisar’ın gençleri seher vakitlerinde Kur’an-ı Kerîm tilavet ederdi… Kandille aydınlanan tekkenin derviş odalarında gecenin üçte ikisi geride kaldığında secdeye varan abdalların gönül sızılarının, dua ve tazarrularının âhı, Zuhal yıldızına; semâvâtın kapılarına yükselirdi. Gözyaşlarından seccadeler ıslanırdı.

Ni’mel çeyş, Şehitlik Dergâhı’nda medfun... Şehitlik Dergâhı’nda; Şüheda Kuyusu’nda… Malum ola ki ni’mel çeyş, güzel asker demek… “Konstantiniyye elbette fethonulacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel bir komutan, onun askeri ne güzel bir askerdir.” 

Efendimiz’in (s.a.v.) mezkûr hadisinde müjdelediği kutlu askerlerden, büyük, büyük, büyük dedelerimden bahsediyorum. Onlar, Konstantiniyye’nin fethinin öncü birlikleriydi… Bir yandan nöbet tutar, diğer yandan da Rumelihisarı’nın inşasına yardım ederlerdi. Bir Bizans baskınında şehadet şerbetini içtiler ve topluca Şüdeda Kuyusu’na defnedildiler… 

Şüheda kuyusunda geceleri Akıncı şehitlerinin ve Akkoyunlu dervişlerinin mezarlarında olduğu gibi billur avize misali bir nur belirir… “Nurun alâ nûr…”

Şimdiki zamanda ise tüm cihanda zulüm ile nur; Hakk ile bâtıl, iman ile küfür iç-içe geçmiş; birbirine karışmış… İşiniz ne zor! Ama ümidi elden bırakmak yok… Çünkü, “Hayattan canlı ölüm/Günahtan baskın rahmet/Beyoğlu tepinirken/Ağlar Karacaahmet.” diyor Şairler Sultanı!

Rabbimin izniyle gençlerin âvâzını işitiyorum buradan… Kimi evlerde feyz var; bereket var, hidayete eren gençlerin tatlı sohbetleri... Kimi evlerde ise zulüm ve zulmetin karanlığı… Bir zaman Rumelihisarı’nda Muhabbet Sokakları muhabbeti tutturdular… Her şey, hemen yanı başımızda olup bitti. Bizim, muhabbetten anladığımız Muhammed’dir (s.a.v.). Hâsılı, “Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl/Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl.”

Tekke ahalisinde kanaat vardı. Tüm dervişlerimiz “Kanaat bitip tükenmek nedir bilmeyen bir hazinedir” kutlu sözüne itimat etmişti. Soframızda kuru bir lokma; sırtımızda ince bir hırka vardı… Biz imtihanımızı tamamladık. Elimize, belimize, dilimize sahip olduk. Dediklerimizi yaptık. Yaptıklarımızı söyledik. Yapmadıklarımızı demedik. Önce nefsimize, sonra insanlara vaaz ettik. Bilutfillah, günahın kebâirine bulaşmadan, dünyanın fenâsına aldanmadan teslîm-i ruh eyledik… Geçici süslerden uzak durduk, “Dünya hayatı muhakkak ki oyun ve oyuncaktan ibarettir” meâilindeki âyet-i kerîmenin hakikatini nefislerimizde yaşamaya çalıştık…

Az önce hırka dedim… Buna, kemeri, sarığı ve cübbemizi de ekleyelim. Sarığımıza, cübbemize sahip çıkarak, sırtımızdan hiç çıkarmadık… Dervişandan Yahya b. Salih El-İslambolî niçin hırka giydiğimizi ne güzel izah eder: “Miraç gecesi Cebrail (a.s.), âlemin övüncü (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri’ne Allah’ın emri ile “Tâc, hulle, kemer, asâ, na’leyn ve Burak” getirmiş ve giydirmiştir. Ancak bundan sonra miraç gerçekleşmiştir. Bu sebeple tarikat ehlince hulle, hırka, abâ giymek Allah’ın emridir.”

Şimdi, içinden hasret geçen yukarıdaki siyah beyaz fotoğraf karemize tekrar, bu defa daha dikkatlice bakınz! Selman Baba’nın ve Derviş Havrullah’ın boyunlarında asılı bulunan taşı görüp ne olduğunu merak ettiniz değil mi? Bizim tarikatımızda bu taş mühimdir. Hikâyesini; daha doğrusu vakıasını kısaca arz edeyim. Böylelikle Bektâşî dervişlerinin teslim taşını boyunlarında taşımaları nezdinizce de malum ola…

Vakta ki Hz. Allah (c.c.) Musa Aleyhisselâm’ı Tur Dağı’nda huzuruna davet etti. Musa Aleyhisselâm Kelîmullah oldu…  Hadisenin devamını da Yahya b. Salih El-İslambolî’den dinleyelim: “Bektâşiliğe mensup olanların boyunlarına astıkları teslim taşının sırrı şudur: Allah Teâlâ Musa Aleyhisselâm’a “Benim kullarım arasındaki en alçak mahlûku bana getir” diye nida etti. Musa Aleyhisselâm, uyuz bir köpek bulup boynuna ip bağlayarak huzura getirmek üzereyken köpek, hâl dili ile “Ey Musa! Benim en alçak yaratık olduğumu nereden bildin?” diye sordu. Musa Aleyhisselâm utandı ve pişman oldu. “Ya Rabbi! Ben hata ettim, estağfirullah el-azîm” diyerek, kendi boynuna bir taş asıp acziyetini izhar etti. Bektaşiyye tarikatında boyna asılan teslim taşı, “Acziyetimizi söyleyip teslimiyet kapısında bulunuruz” anlamına gelmektedir.” Fakir ise taşını edeben gömleğinin içinde gizliyor.

Sözü, biraz da Selman Cemâli Baba’ya getirelim… Selman Cemali Baba ocağımızda yetişmiştir. Hakk ve halk şairi Fuzûli’nin de medfun bulunduğu Kerbelâ’daki Bektâşî tekkesinde şeyhlik yapmıştır. Yakışıklı bir zattır. Âbid ve ârif bir şahsiyettir. Kendini Hakk’a adayarak evlenmemiştir. Saçları uzun olduğu için bunları Bektâşî tacının altında toplardı, bunun için tacı büyüktü; destarı (sarığı) kafesiydi. Mücerred olduğu için kulağı delik ve evlenmemişti, büyük bir mengûş (küpe) takardı. Sırtındaki cübbesi geniş ve uzun yenliydi. Tekkeler kapandıktan sonra Arnavutluk’a davet edilerek Kalkandelen’deki Büyük Bektâşî tekkesine “Baba” oldu.

Evlat, Bektaşilik’te dede ve babaların sağ kulağında küpe görürsen sakın şaşırma! Bunu mutlaka hayra yor! Baba namzedinin kulağı tekkenin eşiğinde tahta kaşık ile delinerek kurşun bir küpe takılır. Abdal Selman’a da Şehitlik Dergâhı’nda bu minval üzere “Destûr Yâ Hakk” diyerek küpe taktık.

Delikanlı, Bektaşiyye tarikatında kulağa küpe takmak mücerretlik âlemine adım atmaktır. Kulağı küpeli olan derviş lisanı haliyle şöyle der: “Biz ârifiz, halden ve sözden anlarız. Bizim kulaklarımız işte bu yüzden deliktir. Sözü bir yana bırakın, işaret kâfidir bize…”

Ey okuyucu! Yakın zaman önce mezar taşıma da el uzattılar. O mel’un, mezar kitabemi kırmakla ruhumu rencide etti. Hemen yanı başımıza helikopter pisti yapılınca epeyce heyecanlanmış; sıra, Şehitlik Dergâhı’na geldi diye memnun ve mesrûr olmuştuk. Sürûrumuz kısa sürdü. Beton Basri ve ekibi helikopter pistini inşa ettikten sonra sırra kadem bastı. Ne hikmetse yakın zaman önce yine ortaya çıktı. Onu ve ekibinden Cemal’i finiküler inşaatının başında gördüm. Bir de tabii ki kaldırım çalışmalarında!

Şehitlik Dergâhı’nın sokakları baha ediyor… Bunun için kaldırımlar yenileniyor. Beton Basri kaldırımlarda hiçbir masraftan kaçınmıyor! Bizim hissemize ise ne hikmetse gam çekmek düşüyor! Kaç zamandır Tekke’nin, Şehitlik Dergâhı’nın imar ve inşa edilmesini bekliyorum. Bilirsiniz, “Tekkeyi bekleyen derviş mutlaka çorbayı içer.”

Malum, sözün kısası makbuldür… Bu kadar kelâmla, “şimdilik” kaydıyla iktifa ederek günümüz insanının irfanına mühim bir sual arz edelim: “Tarihine, ecdadına, Şehitlik Dergâhı’na sahip çıkmayanların nasıl bir geleceği olur?”

Erenler! Şehitlik Dergâhı’nda çorba içmek isteyen derviş adaylarını daha fazla bekletmeyin ve nefesimize kulak verin:


Üçler, yediler, kırklar

Gülbankı Muhammed, Nuri Nebi, Keremi Ali

Pirimiz Hünkârımız Hacı Bektaş Velî

Demine devranına hû diyelim

Hûûû

İbrahim Ethem Gören/30.01.2024 Yazı No: 564