Bugünkü yazımızda Mushaf kitâbetine mufassalan değiniyoruz.
Mushaf kitâbetine mufassal bakış!
Allah önce kalemi yarattı… “Yaz” emir ve fermanını buyurdu: Evvelu mâ halakallahu’l- kalemi fektub…
Kalem, Cenab-ı Hakk’ın dilediklerini; muradını yazdı… Yazdı, yazdı, yazdı…
Hakk Teâlâ Sübhanehu Hazretleri kaleme yemin etti… “Nûn ve’l-kalemi vemâ yesturûn”/”Nûn... Kaleme ve (onun) yazdıklarına yemin olsun!”
Ve akabinde yeryüzünde peygamberler eliyle Allah’ın nezdinde hak din olan İslâm’a gönülden iman eden âdemoğlu kaleme ve yazdıklarına sevdalandı…
Yahyâ Aleyhisselâm “Ya Yahyâ huzil kitabe” emr-i ilahisi mucibince kitaba nasıl sarıldıysa; Ümmet-i Muhammed de öylece Furkan'ını tuttu; hükümlerine sımsıkı bağlandı…
İlim ilim bilmektir!
Aydınlık nâsiyeli âkil insanlar, Sâni-i Zül Celâl Hazretleri’nin kelâm sıfatının tecellisi olan Kur’an-ı Kerim’e bağlandı…
Kutlu Kitap’taki emirlere ittiba edildi, yasaklardan uzak duruldu. Müjdelerle sevinildi. Kalpler, ümitle korku arasında kaldı… Böylelikle Bizim Yunus’un, hakikatin özünden fehmederek dediği gibi ilmin özünün kendini bilmek olduğu anlaşıldı.
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır
Mümin ve muvahhit kullar Kur’an-ı Kerim’i okudu, okudu, okudu ve hıfzetti. Mucibince amel etti…
Kur’an-ı Kerim Mekke’de; Hicaz’da nâzil oldu. Mısır’da okundu. İstanbul’da yazıldı.
İstanbul’da tam altı asırdır Kur’an-ı Kerim kitabeti üzerine çalışılıyor. Mushaflar göz nuru ile çoğaltılıyor. Evvelemirde, Asitane’nin ilk manevi ocağı; evliyalar tepesi Rumelihisarı Şehitlik Dergâhı’nda Akşemseddin Hazretleri’nin rahle şerîki Şeyh Bedreddin’in (ks) himayesinde başlayan kitabet çalışmaları bilahare İstanbul’un tüm medrese, dergâh, mektep, cami ve mescitlerine yayıldı.
Medreselerin kandillerle aydınlanan derviş odalarında kamış kalemler, asırlar boyunca “aharlı kâğıdın üzerinde zikir sesine durdu… İstanbul’da, yüzlerce hattat, binlerce; on binlerce Mushaf-ı Şerif yazdı… Akranları arasında Hasan Rıza Efendi ve Kayışzade Hafız Osman, Kur’an-ı Kerîm hattatı olarak tebarüz etti…
Sanat ve estetik unsurlar itibarıyla Hasan Rıza Efendi’nin Kur’an-ı Kerim hattında tartışılmaz rüçhaniyeti bulunmaktadır. Bulunla birlikte Kayışzade Hafız Osman için de “Mahza Kur’an-ı Kerim istinsahı için yaratılmıştır” dersek mübalağa etmiş olmayız.
Kâğıdın âharlanması
Kur’an-ı Kerim yazılacak kâğıtlar büyük bir titizlikle hazırlanır. Mushaf yazılacak kâğıdın özenle hazırlanması gerekir… Kur’an-ı Kerim istinsah edilecek kâğıtlar âhar ve mühreleme işlemleriyle yazıya hazır hale getirilir.
“aharlanan kâğıt artık is mürekkebi ve kamışkalemle buluşmaya hazırdır…
Kâğıt, kalem ve mürekkep… Üç kelime; üç ayrı terkip…
Vuslat anı gelince kâğıdın şefkatli yüzünde kamış kalem zikre durur… Zikrin evveli Allah’tır; ahiri Allah… Kamış kalemden önce Elif harfi belirir… Lafza-i Celal’deki elif harfi… Sonrasında harfler birbirini takip eder ve nefis bir sülüs kaleminin zikrinde Vacib’ül Vücud Hazretleri’nin ism-i şerifi belirir: Allah…
Muhakkak ki Kur’an-ı Kerîm mahir bir el; aydınlık bir ruh; berrak bir zihin ve temiz bir gönül ile yazılır. Böylelikle “Lâ yemessuhû illel mutahherûn” âyet-i celîlesinin sırrı Kur’an-ı Kerîm kitabetinde de tecelli eder…
Âhar
Hattatın gayesi Kur’an-ı Kerim’e ve Furkân-ı Hakîm’den neşet eden ilimlere hizmet etmektir. Netice olarak kamış kaleminden zikir sesi duyan hemen her hattat, günün birinde Kur’an-ı Kerim yazma hayalini kurar…
Âhar, kâğıdı terbiye etmektir. Kâğıdı, kalem ve mürekkeple buluşmaya hazır hale getirmektir. Hakk korkusundan yüreği yufka gibi incelmiş âharkeşler şüphesiz en titiz çalışmalarını Kur’an-ı Kerim yazılacak sahifeler üzerinde yapar.
Cilt
Ciltçilik, Ortaasya’da sanatkâr ecdadımız eliyle ulvî bir sanat izzetini kazanmıştır. Bu keyfiyet, atalarımızın Kur’an-ı Kerim’e karşı derin hürmetiyle alakalıdır.
Malum olduğu üzere dinimizde yazının ve kitabın yeri yücedir. Mushaflar belden aşağıya indirilmez. Yazıya ve kitaba gösterilen bu özen, Mushaf’ın tezyinatına da yansımış; ciltlenerek muhafaza edilmesine özel bir ehemmiyet verilmesine sebep olmuş; böylece tarihte ciltçilik Türklere mahsus bir sanat dalı haline gelmiştir.
Mushafların ciltleri uzun uğraşlar sonucunda ortaya çıkar… Kur’an-ı Kerim’in kitâbeti nihayete erip tezhibi de tamamlandıktan sonra tatlı bir telaş başlar: Ciltleme telaşı…
Mushaf-ı Şerif mahir bir cilt ustasının elinde sayfa sayfa, cüz cüz, ipekten ibrişimlerle dikilerek birbirine eklenir. Formalar formalara; iplikler ipliklere… Kapaklar sırta, mıklep sertaca yaslanır ve böylelikle şirâze, hepsini birbirine sımsıkı bağlar…
Tezyinat: Tezhip
Kur’an-ı Kerim kitâbeti bittikten sonra tezyinat unsurları devreye girer…
Hoş kokulu satır aralıklarında nadide bir nesih hattın ilerlediği ecdad yâdigârı Mushafları okumaya ne gözler ne de dudaklar doyabilir!
Bir tezhipçinin narin parmaklarından dökülerek tabiattaki aslına benzemiş çiçek motifleri arasında beliren sûre başlıklarında yer alan “Mekkî” ibaresi, karilerini 14 asır öncesine; Kur’an-ı Kerim’in nazil olmaya başladığı ana; Mekke-i Mükerreme’deki kutlu Kadir gecesine götürür. Okuyucu, gözyaşlarıyla Hira dağında büsbütün yankılanan “ikra/oku” hitabını duyar gibi olur…
Bundan sonra geriye tek bir şey kalmıştır artık: Okumak, okumak, okumak… Kur’an-ı Kerim’le aynı dili konuşmak; ibaresini çözmek, manayı fehmetmek... Kur’an’daki ibareleri çözebilirseniz kendinizi bahtiyar addedersiniz.
Zahriye sayfası, serlevha, sûre başları, durak araları, gönlü, Habibullah aşkıyla yufka gibi incelmiş bezemecilerin fırçalarından nur misali beliren motif ve çiçeklerle tezyin edilir…
Ecdadımız yazma Kur’an-ı Kerim’lerin ilk iki sayfasını tezhiplemeyi önemli bir usul haline getirmiştir.
Sanatkâr serlevhayı yalnızca göze ve estetik zevke hitap etmek için süslemez. Onun amacı Mushaf’ı okuyan karilerin ruhlarına ve gönül dünyalarına da hitap etmektir… Ruhlardaki olgunluğa; gönüllerdeki aşka, bir Şehbal kuşunun rengarenk kanadının ucuyla naif bir dokunuştur aslında serlevha tezhibi…
Serlevhanın kenarlarından uzayıp giden tığlar, ince bir negatif motifi olmaktan öte ayrı anlamlar taşır…
Murâdî’nin, “Elbette bu halimden o yârin haberi var/Fi’l kalbi mine’l kalbi ile’l kalbi sebîlâ” dediği tarzda, Mushaf kenarlarını gül bahçelerine çeviren süslemeler arasından uzayıp giden tığlardan kalplere doğru bir yol açılır… İçinde füyüzât-ı Rabbani olan bir yol…
Kur’an-ı Kerim’lerde âyet-i kerimeleri birbirinden ayırmak için küçük, narin tezhipli dairevî şekiller kullanılır ki bunlar “nokta” ya da “durak” şeklinde isimlendirilir.
Kur’an-ı Kerimlerin sayfa kenarlarında ilgili sayfanın kaçıncı sayfa olduğuna işaret etmek için yazılan rakamların etrafını çevreleyen yuvarlak süslemelere ise, güle meftuniyetimizden dolayı “gül” denir… Güller bazen hizip; bazen de sûre gülü olarak çıkar karşımıza, Kur’an-ı Kerimlerin hoş kokulu satır aralıklarında…
Kur’an-ı Kerim tezhibinde hemen tüm tezhip uygulamalarında olduğu gibi altın kullanılır. Çünkü altın tezhibin ana unsurudur. Tezhip de zaten altınlamak manasındadır.
Tezhip sanatkârı Kur’an-ı Kerim tezhibi için altını ayrı bir şevk ve azimle ezer… Saatler süren altın ezme ameliyesinden sonra küçük kâselere aktarılan altın zamk-ı Arabi ve fırça ile buluşmaya hazırdır…
İncecik fırçalar uc uca dizilir ve müzehhibin hemen elinin altında durur. Tezhipçi Kur’an-ı Kerim tezyinatında zemin rengi seçimini ince bir kuyumcu hassasiyetiyle yapar.
Tasarım, Mushaf yazılı kâğıda dikkatlice geçirilir ve bundan sonra sanatkâr tezhipte tüm hünerini göstermeye başlar. Göz nuru ile tezhibi tamamlar… Desenler fırçanın ucunda ilmek ilmek belirir. Damla damla çoğalır… Altınlar fırçaların ucundan ayrı bir şevk ile geçer, kâğıdın berrak yüzünü daha da aydınlatır… Kimi yerde beyaz, kimi yerde yeşil altın kullanılır. Bazen sarı altın bazen de kırmızı altın Kur’an sayfalarına sürülür… Tezhibin altınları mührelenince ortaya hilâl parlaklığında tertemiz bezemeler çıkar…
Allah’ın dediği olur…
Allah’ın dediği olur… Mushaf yazmaya başlayacak hattat Hamit Aytaç merhum gibi önce niyetini; sonra kalbini düzeltir… İbadetlere râm olarak gönlü yufka gibi incelir… Sonrasında kamış kalemini Mushaf-ı Şerif kitabetine ince bir zevkle, âlâ bir özenle hazırlar…
Önce kalemini euzü besmeleyle alır eline; ardından kalemtıraşını… Kalemin, ayet-i kerime yazacak kamış kaleminin ucunu incitmeden, büyük bir dikkatle açmaya başlar… Kamış kalemin ucu naif bir ustalıkla açıldığında vakit, kamış kalemin mürekkeple buluşma vaktidir… Kamış kalem yine besmeleyle hokkanın içine girerken hattatın gönlü öteler ötesiyle irtibat kurmaya başlar… Kamış kalem hokkadan nasibi kadar mürekkep alır ve kâğıdın müşfik yüzünde hattın zikir sesi duyulmaya başlar… Allah! Allah’ın dediği ve dilediği olur…
İbrahim Ethem Gören/14.01.2024 Yazı No: 560