Çok eski tarihlerden beri kullanılagelen mühür, yetki ve mülkiyet belgesidir. Diğer bir deyişle, bir belge ya da eşyanın gerçekliğini ortaya koyan, sahibini belirten ve açılmasını engelleyen bir araçtır. Mezopotamya’da ortaya çıkan ve zamanla Avrupa’ya kadar ulaşarak yaygınlaşan mühürde, insan ve hayvan figürleri, doğa motifleri ve çeşitli şekiller bulunurdu. Mühür, başta altın olmak üzere gümüş, pirinç, demir, bronz gibi madenler veya zümrüt, ametist, akik, firuze, necef, Yemen taşı, kantaşı, inci gibi kıymetli taşlar üzerine kazınmıştır. Avrupa’da sosyal sınıflara bağlı olarak mühürler de çeşitlenmiştir. Soyluların mühürlerinde aile armaları yer alırken, din adamları mühürlerinde aziz ve melek gibi dini sembolleri tercih ederdi.
EN ESKİ MÜHÜR MISIR VALİSİNİN
Okuma-yazmanın artması ile mühür önemini yitirmiş ve yerini imzaya bırakmıştır. Halbuki şarkta mühür, imzadan da önemliydi ve imzayı tevsik etmede (belgeleme) de kullanılırdı. Bilinen en eski İslamî mühür, Mısır fatihi ve valisi Amr bin El-As’a aittir. Peygamber Efendimiz’de hicretin 7. yılından itibaren üzerinde “Muhammed Resulullah (Allah’ın elçisi Muhammed)” sözleri kazılı bir mühür kullanmaya başlamıştır.
Özellikle Osmanlı toplumunda mühür başlı başına bir önem kazanmıştır. Mühür kazma işine hakkâklik; bu işi yapana da hakkâk veya mühür kesen denirdi. Hakkâklik Osmanlı’da saygın bir meslek olmuş ve bazı padişahların da mühürcülükle ilgilenmesi bu saygınlığını arttırmıştır.
RESMİ MÜHÜR; MÜHRÜ-İ HÜMAYUN
Mühürler, kullanan şahsa ve kullanım amacına göre üç çeşittir: Devlet işlerinde kullanılan mühürler, mühr-i resmi (resmi mühür); şahıslara özel olanlar mühr-i zâti (şahsi mühür); vakıf kütüphanelerine bağışlanan eserlere basılmak üzere özel kazıtılmış mühürler ise vakıf mührü olarak adlandırılır.
Resmî mühürlerin başında, mühr-i hümâyûn adı verilen, padişahın, tuğralı, devlet işlerinde kullanılmak üzere hazırlanmış mührü gelmektedir. Her padişah tahta çıktığında; biri kendisinde, diğerleri de sadrazam, has odabaşı ve harem hazinedarında olmak üzere en az dört mühür kazıtırdı. Mühr-i hümâyûnlar, beyzi (oval), köşeli veya yuvarlak olup, çoğunlukla altın, zaman zaman da kıymetli taşlardan yapılan küçük boyutlu mühürlerdi. Padişahın kullandığı diğer bir mühürse, murabba (dört köşeli) olup zümrütten yapılmıştı. Şahsına ait olan bu mührü, padişah parmağında taşırdı. Kısaca padişahların mührü, saltanatlarının bir ifadesiydi; bu yüzden de hükümdar değiştikçe mühür de değişirdi.
Diğer resmi mühürler ise üst düzey yöneticilere ait mühürlerdi ve boyutça mühr-i hümâyûndan daha büyük olurlardı.
Şahsî mühürler, bir çeşit imza görevi görmekteydi ve oval, sekizgen ya da kare gibi çeşitli şekillerde olabilirdi.
Vakıf mühürleri ise diğer mühür çeşitlerine oranla daha detaylı bilgilerin yer aldığı, daha büyük mühürlerdir.
YAZMA ESERLERDE VAKIF MÜHRÜ
Yazma eserlerin genellikle yüzünde görülen birkaç mühür türünden biri de vakıf mührüdür. Yazma eserlerdeki vakıf mühürleri; cilt, tezhip, minyatür, yazı vb. gibi yazmanın önemli unsurlarından biridir. Vakıf yapan kişiler, özellikle bu vakıf mührünün kitaplara basılmasına özen göstermişlerdir. Hatta bu vakıf mühürlerinde kısaca da olsa, vakıf şartlarını belirlemeyi amaçlamışlardır. Bu vakıf mühürlerinde, önce vakfedenin mesleği, adı (kimi hallerde babasının adıyla), sonra üzerinde vakıf mührü olan bu kitabı, nereye, ne maksatla, hangi şartlarla vakfettiği ve hangi tarihte bu vakfı gerçekleştirdiği gibi bilgiler yer almaktaydı. Vakıf mühürleri; Arapça, Farsça veya Türkçe dillerinden birinde olabilmekteydi.
HERKESİN MÜHRÜ VARDI
Sadece padişahın değil, halktan hemen herkesin böyle resmî vesikalara basmak üzere mührü vardı. Bu mühürler el işiydi. Üzerlerinde aynı şeyler yazılı bulunsa bile, birbirinden az-çok farklı olacağı için, imza yerine geçer; sahteciliğe mahal vermezdi.
Mühür kazıtanlar, mühür üzerine sadece isimlerini değil; bazı veciz sözler, hatta beyitler bile yazdırırlardı. İleri gelenlerin yazı işlerine bakan memurlara mühürdar denirdi. Bilhassa hanımlar mühür kullanmaya çok meraklı idi. Mühürleri saklamaya mahsus çok zarif mühür keseleri vardı. Her kızın çeyizinde birkaç tane bulunurdu.
Bayezid’deki Sahaflar Çarşısı, eskiden Hakkâklar Çarşısı idi. Hakkâk, mühür hakkeden, yani kazıyan demektir. Mühürcüler Çarşısı de denirdi. I. Cihan Harbi’ni müteakip bir yangın sebebiyle sahaflar (kitapçılar) buraya taşındı. Şimdi burası Sahaflar Çarşısı olarak bilinmektedir.