Son yıllarda, dünyanın dört bir yanında artan terör saldırıları ve pandeminin (plandemi) oluşturduğu kaos, bazılarının 3. Dünya Savaşı'nın eşiğinde olduğumuzu iddia etmesine neden oldu. Ancak, unutulmamalıdır ki, bu aslında 4. Dünya Savaşı'nın gölgesinde gerçekleşen bir dönemdir. Peki, üçüncü dünya savaşı ne zaman oldu? Bu soruyu sormak, geçmiş savaşlara olan tanıklığımızı sorgulamamıza ve şu anda yaşadığımız küresel krizlerle bağlantı kurmamıza neden oluyor.
Türkiye'den başlayarak, bu savaşın etkilerini görmek mümkündür. Terör saldırıları ve siyasi çatışmalarla birlikte, ülkemiz, bu kaosun bir parçası olmuştur. Ancak, bunlar sadece yüzeydeki belirtilerdir. Tüm dünyada, Covid-19 salgını gibi bir biyolojik savaşın patlak vermesi, insanlık tarihinde görülmemiş bir felakete neden olmuştur.
Bu savaş, sadece can kayıpları açısından değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal yıkımlar açısından da büyük bir etki oluşturmuştur. Milyonlarca insan evlerine hapsedilmiş, ekonomiler sarsılmış ve küresel dengeler altüst olmuştur. Hapishanelerdeki devrim, tüm dünyada aynı anda insanların evlerine hapsedilmesiyle gerçekleşmiş ve dünya tarihinde benzeri görülmemiş bir olaya dönüşmüştür.
Türkiye'de resmi rakamlara göre COVID-19 olgu sayısı 17.232.066, iyileşen hasta sayısı ise 16.788.849'dur. 102.174 kişinin ise yaşamını yitirdiği açıklanmıştır. Bu rakamlar, plandeminin ülkemizdeki yıkıcı etkisini göstermektedir.
Bugüne kadar İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda yaşamını yitirenlerin sayısının 32.070'e, yaralı sayısının da 74.298'e ulaştığı bildirildi. Bir tarafta biyolojik savaş diğer tarafta sıcak savaş peki hangisi daha fazla can almış?
Türkiye'yi kendiyle kıyaslamak önemlidir. Ancak, bu kıyaslamayı yaparken diğer ülkelerdeki benzer durumları göz önünde bulundurmak da değerlidir. Örneğin, Ukrayna ve Rusya gibi ülkelerde devam eden savaşlar ve plandemi sürecinde bu iki ülke ne kadar kayıp verdi? Ve yaşam plandemi demi yoksa devam eden savaşta mı iki ülkeyi daha da zorlu hale getirmiştir? Şimdi gelin bu duruma birlikte bakalım. Bu ülkelerde yaşamını yitiren insan sayısına bakmak, Türkiye'nin durumunu daha iyi anlamamıza da yardımcı olabilir.
Ukrayna ve Rusya'daki savaşlarda hayatını kaybedenlerin sayısının, iki ülke toplamında 500 bine yaklaştığı ifade ediliyor. Rusya'da COVID-19'dan hayatını kaybedilenlerin sayısı 397.534 iken, Ukrayna'da bu sayı 111.676'ya ulaşıyor. Bu acı verici rakamların toplamı 509.210'u buluyor. Ayrıca, aşıların yan etkileri nedeniyle gelecekte daha kaç kişinin hayatını kaybedeceği ise belirsizliğini koruyor. Bu durum, plandemi savaşının (III. Dünya Savaşı) şu an devam eden savaşlardan daha vahim olduğunu gözler önüne seriyor ve tüm dünya insanlığı üzerindeki derin etkilerini de açıkça gösteriyor
Bugüne kadar tüm dünyada saptanan COVID-19 vakalarının sayısı 685.273.221 olarak açıklandı. Bu vakaların içinden ise 658.075.477 kişinin iyileştiği, maalesef 6.839.960 kişinin ise yaşamını yitirdiği belirtiliyor. Bu rakamlar, plandeminin küresel boyuttaki etkisini gözler önüne sermektedir.
I. Dünya Savaşı, insanlık tarihindeki en yıkıcı çatışmalardan biriydi. Savaşta yaklaşık 10 Milyon asker hayatını kaybetti. Bu savaşın oluşturduğu yıkım ve acılar, insanlığın hafızasında derin izler bıraktı.
II. Dünya Savaşı ise daha da korkunç boyutlarda bir trajediye sahne oldu. Tahminlere göre, savaşta 60 ila 70 milyon insan hayatını kaybetti. Bu savaş, insanlığın gördüğü en büyük felaketlerden biri olarak tarihe geçti.
Kimse, 6 milyon 839 bin 960 kişinin hayatını kaybettiği bir dünyada plandeminin üçüncü dünya savaşı olmadığını iddia edemez. Ancak, belki de daha önemli ve can alıcı olan soru şudur: Plandemide kim kiminle savaştı? Bu soru, insanların birbirine destek olma ve dayanışma potansiyelini veya çatışma ve bölünme eğilimlerini gözler önüne sermektedir. Bu, plandeminin sadece sağlık krizi değil, aynı zamanda III. Dünya Savaşı ve insanlık ve toplumlar arasındaki ilişkilerin derin bir sınavı olduğunu göstermektedir.
Can alıcı sorunun cevabı oldukça net: Tüm dünya, kendisini köleleştirmeye çalışan Siyonistlerle savaşmıştır. Hem mevcut sıcak savaşlarda, hem de biyolojik savaşlarda, Siyonistlerin etkisi belirgindir. Bu durum, küresel çapta yaşanan krizlerin arkasındaki güçleri açığa çıkarmaktadır. Siyonistlerin hedefi, dünya üzerinde kontrolü ele geçirmek ve kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmektir. Ancak, insanlık, bu tür baskılara ve manipülasyonlara karşı mücadele ederek özgürlüğünü korumaya çalışmaktadır. Bu gerçekleri görmek, insanların birlikte hareket ederek bu tür tehditlere karşı durması gerektiğini vurgulamaktadır.
İçimizi en çok yakan taraf, bizden görünenlerin ama hiçbir zaman bizden olmayanların bizi arkamızdan hançerlemesidir. Telefon, tablet, televizyon ve bilgisayar (3T,1B) gibi teknolojik araçlar ile internet, yazılı ve görsel basın gibi iletişim araçları, Siyonistlerin kontrolünde manipülasyon araçlarına dönüşmüştür. Bu araçlar, insanların duygularını, düşüncelerini ve reflekslerini etkilemekte, sinir uçlarını ele geçirmektedir. Siyonistler, bu araçları kullanarak insanların zihinlerini ve davranışlarını kontrol altına almakta, kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmektedirler. Bu gerçek, insanların gerçek düşmanlarını tanıması ve bu tür manipülasyonlara karşı dikkatli olmamız gerektiğini vurgulamaktadır.
Yıllar önce biyolojik savaş olarak nitelendirilen 3. Dünya Savaşı başlamadan önce uyarıda bulunmuştum. Yapay et gibi konular gündeme gelmeden önce de bu durumu dile getirmiştim. Bugün ise, bazıları bu gerçeği yeni yeni anlamaya başlıyorlar. Bu durum, vizyonun önemini bir kez daha gözler önüne seriyor. Vizyon sahibi olanlar, geleceği öngörerek hareket edebilir ve önleyici adımlar atabilirler. Ancak, bazıları bu gerçekleri ancak 5-6 yıl sonra anlayabiliyorlar. Bu durum, ne kadar geç fark edilirse, o kadar çok kayıp yaşanacağını göstermektedir. Önemli olan, bu gibi durumları zamanında fark edip, gerekli tedbirleri alabilmektir.
Son dönemde iklim krizi ile ilgili farkındalık adı altında yine insanlık hedefte; bu durumu anlayan meslektaşlarımız yeni yeni konuşmaya problemi anlamaya başladılar. Bu adımlar çok geç kalındı ama zararın neresinden dönülürse dönülsün bu durum zarardan kârdır.
Daha yeni yeni iklim krizi ile ilgili şunları söylemeye başladılar ama atı alan Üsküdar’ı geçmiş oldu!..
“Bu kanunun ne anlama geldiğini anlamak için, evinizden arabanıza, banka hesaplarınızdan çocuğunuza kadar her şeyi kaybetmeniz gerekecek. Bu, ulusal ve güvenlik sorunlarına dönüşen bir durumdur. Üstelik yabancı etkilere bağımlı hale gelirseniz, polisiniz, jandarmanız, hatta mahkemeniz bile yetkisini kaybedebilir. Bu, Türk Milleti olarak yetkililere seslenerek, attığımız imzalara dikkat etmemiz gerektiğini vurgulamamızı gerektiriyor. Çünkü bu imzalar, gelecek nesillerin haklarını da doğrudan etkileyecek. Eğer bu önemsenmeden atılan imzalar varsa, yarın öbür gün ortaya çıkıp kandırıldık demenin bir anlamı olmayacak. Son zamanlarda yaşadıklarımızın çoğu doğal olaylar olarak görülse de, aslında bu durumlar doğal değil ve birer uyarı niteliği taşıyor. Eğer bu uyarılara kulak tıkarsak, yakın gelecekte yiyecek ve ekmek bulmakta dahi zorlanabiliriz.”
Olsun dedik ya, “zararın neresinden dönülürse kârdır.” Şimdi, bu zarardan dönenlere bir çağrıda bulunuyorum: Gelin, bundan sonra bir ve beraber olalım, güçlerimizi birleştirelim. Çünkü asıl oyunları geride!.. Siyonistlerin bu oyunlarını şimdiden anlayalım ve birlikte deşifre edelim. Şimdi, sözlerime iyi dikkat edin: Artık birlik olma zamanı geldi, çünkü güçlü bir birliktelikle her türlü zorluğun üstesinden gelebiliriz.
Şimdi önce bir hatırlayalım mı?
Bir zamanlar, sözde bilim adamları, büyükbaş hayvanların yellenmesini bahane ederek, bu yellenmenin dünyayı kirleten en tehlikeli unsurlardan biri olduğunu iddia etmişlerdi. Bu iddialarıyla, tüm büyükbaş hayvanları katletmeyi ve yapay et ile dünyaya hükmetmeyi amaçlamışlardı. Ancak, bu tehlikeli tezgâhı boşa çıkardık. O zaman bizde programlarımızda şu açıklamaları yaparak o hamlelerini boşa çıkarmıştık.
“Dünyadaki tüm büyük baş hayvanlar ömürleri boyunca yıllık olarak yaklaşık 10 milyar metre küp gaz çıkarsa da, bu miktar dünya atmosferinin hacminin sadece 0.000.000.002'sine denk gelmektedir. Konuyu biraz daha açalım. Bir büyükbaşın 1 metre küp hacmi olsa ve ömrü boyunca 10 metre küp gaz çıkarsa, dünyadaki büyükbaşların toplam sayısı 1 milyar bu rakam 10 milyar metre küp gaz eder. Bu da 10 kilometre küp demektir. Dünyanın atmosferinin hacmi 510 milyon kilometre küp olduğuna göre, büyükbaşın çıkardığı gaz miktarı, Türkiye'nin üzerinde uçan bir sinek kadar bile yer işgal etmez.”
Artık bu sözde bilim adamlarının gerçek niyetlerini görüyoruz ve onların oyunlarına gelmiyoruz. Takdir, bu tür manipülasyonlara karşı uyanık olan herkesindir.
Şimdi buradan tutturamayanlar bu günlerde de şunları söylemeye başladılar.
- “1 kg et de kurtardığınız su miktarı bir yılda duşta kurtardığınız su miktarına eşit.
- O zaman sürekli duş başlıklarımız ile ilgili çareler aramak yerine tabağımıza bakmak daha mantıklı gibi görünüyor.
- 1 kilogram et için 15.4 ton temiz su kullanılıyor. 1 kg sebze için ise 300 kg civarında temiz su kullanılıyor.
-Tereyağının su ayak izine baktığımızda 5,5 Ton civarında. Bunlar muazzam rakamlar. Şöyle bir hesaplama yapılabilir: Dünyadaki bütün sığırların tükettiği besinle dünyadaki 8,5 milyar insanın kalori ihtiyacı karşılanabilir.”
Bu günlerde ortaya atılan bu iddialara bir cevap vermek gerekirse:
"1 kg et de kurtardığınız su miktarı bir yılda duşta kurtardığınız su miktarına eşit" şeklindeki eleştiriler, asıl meseleyi göz ardı etmektedir. Elbette, suyun doğru kullanımı kritiktir, ancak yapay et alternatifleri sağlığımızı riske atar, İnsanoğlu asimilasyon çalışmalarının hem deneği hem kurbanı olur. Bilimsel olarak kanıtlanmıştır ki, doğal ve israf etmeden tüketilen et, vücudumuz için önemlidir ve dengeli bir beslenme programının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu nedenle, sağlıklı yaşam için doğal et tüketimine odaklanmalıyız, çünkü sağlığımızı riske atmadan suyun doğru kullanımını sağlayabiliriz.
"1 kilogram et için 15.4 ton temiz su kullanılıyor" söylemiyle, et üretiminin su tüketimi vurgulanıyor. Ancak, bu sadece bir yönüyle değerlendirilmiş bir gerçekliktir. Asıl önemli olan nokta, doğal et üretimi ve yerel tarımın desteklenmesiyle, kendi hayvanlarımızı besleyerek bu su tüketimini azaltabilme potansiyelimizdir. Yapay etlerin tercih edilmesi ise, sadece su tüketimini değil, aynı zamanda yerel ekonomiyi, kültürel değerleri ve bağımsızlığımızı da tehdit eder. Bu nedenle, bilinçli tüketim alışkanlıklarıyla doğal ve yerel ürünlere yönelmek, hem çevresel hem de toplumsal açıdan daha sürdürülebilir bir gelecek için önemlidir.
"1 kg sebze için 300 kg civarında temiz su kullanılıyor" ifadesiyle, güya sebzelerin su tüketimi dikkat çekiliyor. Ancak, bu sadece bir tarafıyla ele alınmış bir gerçek dahi değil. İpteki cambaz gösterilerek yanı başımızdaki hırsız gizleniyor. Asıl mesele, sulama tekniklerinin geliştirilmesiyle su israfının azaltılabilmesidir. Yerel tarım uygulamaları ve akıllı sulama sistemleri gibi yenilikçi yöntemlerle, suyun daha etkin bir şekilde kullanılması mümkündür. Bu sayede, sadece su tüketimi azalmakla kalmaz, aynı zamanda tarımsal verimlilik ve çevresel sürdürülebilirlik de artar. Bu nedenle, su kaynaklarının doğru yönetimi ve tarımın sürdürülebilirliği için yenilikçi çözümlere odaklanmak önemlidir.
"Tereyağının su ayak izine baktığımızda 5,5 Ton civarında" rakamı, gerçekten hem yanıltıcı hem de kirli emellerini deşifre etmesi açısından dikkat çekici. 5,5 ton, bu rakamı yorumlarken, tereyağının sağlığa olan olumlu etkilerini ve doğal ürünlerin önemini göz ardı edemeyiz etmemeliyiz. Örneğin, tereyağının içerdiği sağlıklı yağlar ve besin maddeleri, vücudumuz için son derece değerlidir. Ayrıca, tereyağının sadece su ayak izine bakarak değerlendirilmesi, üretim sürecindeki diğer faktörleri göz ardı eder. Özellikle, yerel ve doğal üretim yöntemlerinin kullanılması, çevresel etkilerin minimize edilmesine yardımcı olur. Bu bir kelebek etkisi gibidir düzenin içinde bozulan en ufak değer bir kartopu misali çığa dönüşür.
Bunun yanı sıra, "Dünyadaki bütün sığırların tükettiği besinle dünyadaki 8,5 milyar insanın kalori ihtiyacı karşılanabilir" iddiası oldukça bayağı ve şüpheli görünüyor buna çocuklar dahi inanmaz. Bu tür genellemeler, üretim yöntemleri, kalite ve besin değeri gibi önemli faktörleri göz ardı eder. Ayrıca, doğal ve sağlıklı beslenmenin, sadece kalori ihtiyacını karşılamaktan çok daha fazlasını içerdiğini unutmamalıyız.
Su, yaşamın temel kaynağıdır ve hayvanlar, bu döngüde hayati bir rol oynar. Örneğin, sığırların beslenmesi için kullanılan bu su, aslında doğal bir döngünün parçasıdır. Sığır, otlayarak ve besinleri sindirerek, toprağı gübreleyerek ve doğal döngünün işleyişine katkıda bulunarak, suyun ve toprağın kalitesini artırır. Bu, ekosistemin dengesini koruyarak, suyun sadece tüketildiği değil, aynı zamanda doğru kullanıldığı bir sistemi işaret eder.
Hayvanlar, dünyanın yaşamsal döngüsüne katkı sağlayarak, suyun ve toprağın verimliliğini artırırlar. Bu, suyun daha verimli kullanılmasını sağlar ve su kaynaklarının korunmasına yardımcı olur. Bu nedenle, doğal ve sürdürülebilir tarım uygulamalarını desteklemek, su döngüsünün sağlıklı bir şekilde devam etmesine katkıda bulunur.
Gelecekteki yazılarımda, dünyadaki su oranlarına ve kullanımına, ayrıca hayvanların ekosisteme katkılarına daha detaylı bir şekilde odaklanacağım. Bu konuları ele alarak, suyun ve doğal döngülerin önemini vurgulamaya ve bilinçli bir şekilde hareket etmenin gerekliliğini anlatmaya çalışacağım.
Sonuç olarak, tereyağının su ayak izi gibi veriler, sadece bir tarafıyla gerçeği dahi yansıtmaz bunlar Siyonistlerin uydurmalarıdır maalesef bazı bilim adamları bilerek ya da bilmeyerek bu Siyonistlerin emrine girmişlerdir. Doğru ve dengeli bir bakış açısıyla, doğal ürünlerin sağlık ve çevresel faydalarını değerlendirmeli ve bu tür iddiaların arkasındaki gerçekleri sorgulamalıyız.
Özetle, bu iddiaların altında yatan asıl amaç, bizi kendilerine muhtaç hale getirmektir. Ancak, doğal ürünleri tercih ederek, yerel üretimi, tarımı, hayvancılığı destekleyerek ve israfı azaltarak, bağımsızlığımızı koruyabiliriz.
Görünmeyen 3. Dünya Savaşı hala devam ediyor ve kendini efendi olarak ilan edenler, bizi bağımlı hale getirme çabasındalar. Onlar, istedikleri zaman yaşamamıza veya ölmemize karar vermeye çalışıyorlar. Moskova'daki terör eylemiyle dünyada 4. Dünya Savaşı'nın işaret fişeği atıldı. Rusya'daki iç dengelerle ilgili konuya gelecek yazılarımızda değineceğiz. Bu gerçekleri göz ardı etmek, geleceğimizi riske atmaktır. Artık uyanma zamanı geldi, çünkü bu savaş artık hepimizin evine kadar ulaştı.
Selam ve dua ile kalın sağlıcakla!..