TARİHİN ÖTEKİ YÜZÜ

Ezanın dirildiği gün neler yaşandı?

14 Mayıs 1950 nasıl Cumhuriyetin hakiki kuruluş tarihi ise 16 Haziran 1950 günü de bu topraklarda İslamiyetin dirilişinin sembolüdür.

Böyle dedim ya, çok geçmez, laikçilerin dilinden suret-i Hakk’dan görünüp ‘Türkçe okunsaydı millet hiç değilse ezanın ne dediğini anlardı’ safsataları dökülüverir. Sanırsınız ki, ezan Türkçe okunsa alınları secdeden kalkmayacak.

Bu Kemalist-Laik tayfaya bakılırsa ezan ‘anlaşılacak’ bir şeymiş. Alakası yok tabii: Ezanda bilmediğin 3-4 kelime ya var, ya yoktur, onu da 3-4 dakikacık ayırsan öğrenirsin. Ama maksatları üzüm yemek değil ki… Sen 3-4 dakikanı ayırıp ne denildiğini öğrenmeyeceksin ama benim 1401 yıllık dinimin esaslarından (şeâir-i İslamiyeden) olan ezanı yasaklatıp onu birilerinin çarpıttığı ‘çevirisiyle’ okutmaya kalkacaksın.

Ezan bir tanedir, o da Ezan-ı Muhammedî’dir. Farsçası, Çincesi, Türkçesi olmaz. Hatta ezanın Arapça olup olmadığı da Müslümanı ilgilendirmez. Benim Resulüm (sav) bana ‘Ezan budur’ dediyse ben onu bilir, onu söylerim ve hangi dilde olduğu benim için önemsizdir. Ahirette kimin arkasında duracaksan onun ezanını okursun. Mesele bu kadar basittir.

1932 yılında Reisicumhur M. Kemal tarafından gündeme getirilen Türkçe ezan ile 18 yıl sonra Başvekil Adnan Menderes’in bastırması sayesinde serbest bırakılan Ezan-ı Muhammedî’nin çatışması yaşanmıştır bu ülkede. Osman Yüksel Serdengeçti’nin deyişiyle “Allah” demenin yasak edildiği ve aksi davranışta bulunanların cezalandırıldığı 6575 ezansız gün yaşanmıştır. Hatta Beylerbeyi’nde bir fırıncı “Türkçe ezana dil uzattığı” için savcının huzurunda bulmuştur kendini. (Cumhuriyet, 3 Mayıs 1933)

İşte aşağıda anlatacaklarımız o –dile kolay- 6575 günden sağılmıştır ve içerisinde gözyaşları acı sulu bir pınar gibi çağlamaktadır.

Milli marş yerine ezan okudular

“1867 yazında Jöntürkler birer ikişer Paris’te buluştu. Paris’tekiler genellikle belirli kahvelerde oturur, birlikte yemek yerlerdi. Jöntürklerin bu toplantılarına aydın Fransız gençleri de zaman zaman katılırdı. Bir keresinde ziyafet sırası Jöntürklerdeydi. Bu davet Türklerin bir bayramına rastlamıştı. Davetliler arasında Fransızların eşleri de vardı. Davetten duygulanan Fransızlar hep bir ağızdan Marsellaise’i [Fransa’nın milli marşını] söylediler. Bu jestleriyle hürriyetçi Türkleri yüceltmek ve eylemlerini kutlamak istediler. Buna karşılık Türklerin de milli marşlarını dinlemek arzusunda bulundular. Oysa bizim milli marşımız yoktu!

Birbirlerinin yüzlerine mahcubiyetle baktılar. İçlerinde cesur olduğu kadar zeki ve atılgan olan Mehmet Bey hemen ayağa kalktı, etrafındakileri de milli marş söylenecekmiş gibi ayağa kaldırdı. Elini kulağına atıp “Allahu Ekber, Allahu Ekber” diye ezan okumaya başladı. Bütün Türkler onunla birlikte okumaya başladı. Hatta sofrada bulunan –o yıllarda Paris’te okumakta olan- Ermeni Azaryan Efendi de bu ezana katıldı. Itri’nin bestesi olan ezan, salona bir başka hava getirmişti. Bu güzel ezanı milli marşımız sanan Fransızlar üç defa tekrarlattı. (Taha Toros, O Güzel İnsanlar, Aksoy Yay., 2000, s. 207-8.)

Türkçe ezan’ın başlangıç ve bitiş serüveni

İlk Türkçe ezanı 29 Ocak 1932’de ikindi vakti Fatih Camii’nde Hafız Rifat okur.

18 Temmuz 1932 günü Diyanet İşleri Başkanlığı Türkçe ezan metnini tespit edip Anadolu’daki camilere tebliğ eder (İstanbul hariç tutulur).

1 Şubat 1933’de Bursa Ulucamii’nde Arapça ezan okunur, Cuma namazını müteakip halk valiliğe giderek ezanın Arapça okunmasına izin verilmesini rica eder ama toptan tutuklanıp Çorum’da Ağır Ceza Mahkemesi’nde cezalandırılırlar.

4 Şubat 1932 itibariyle Diyanet İşleri Başkanı Rifat (Börekçi) müftülüklere genelge göndererek Türkçe ezana en ufak bir direniş gösterenlerin “kati ve şiddetli cezalara uğratılacakları”nı bildirir.

7 Şubat 1933 günü İstanbul ve çevresinde de ezanın Türkçe okunması mecburiyeti getirilir.

2 Haziran 1941 tarihinde kabul edilen 4055 sayılı kanunla Arapça ezan okuyanların 3 ay hapsine ve 200 lira para cezasına çarptırılmasına karar verilir (böylece laik olduğunu iddia eden devlet dinî bir ibadeti kanunla düzenleyerek kendi ayağına kurşun sıkmış olur).

16 Haziran 1950’de Demokrat Parti ezan yasağını kaldırır. Diyanet de 1932 tarihli genelgesini iptal eder. Böylece devlet ezandan elini çekmiş olur.

Dikkat edilirse DP ne Arapça ezanı geri getirmiş, ne de Türkçe ezanı yasaklamıştır. Yaptığı, kanunun Arapça ezan okunmasını cezalandıran fıkrasını kaldırmaktan ibarettir.

Rasim Özdenören’in ezan hatırası

Aşağıda paylaşacağım sözlü tarih hatıraları ilk kez yayınlanacaktır. İlk olarak geçen yıl ebedî âleme uğurladığımız Yedi Güzel Adam’ın sonuncusu Rasim Özdenören ağabeyin istirhamım üzerine yazıp gönderdiği şu pasajı birlikte okuyalım:

“İlk Muhammedî ezanın okunduğu gün Malatya'daydık. Babamın oraya tayini çıkmıştı. Türkiye genelinin tersine Malatya'da CHP kazanmıştı. Sanırım ezan ilk kez öğle vaktinde aslına uygun okunmuştu. Biz, dünyaya gözlerimizi: "Tanrı uludur, Tanrı uludur/Tanrıdan başka yoktur tapacak…" nidalarıyla açtığımız için, olayın dramatik boyutunu kavrayamamıştık. Ancak insanların gene de bir olağanüstülük yaşadığını görüyorduk. Rahmetli ninem bir yandan ağlıyor, bir yandan da: "Acaba harp mi çıktı, acaba kıyamet mi koptu?" diyordu. O, bu tür işleri ya harple, ya kıyametle izah ederdi.”

Rasim beyin ninesinin ezan-ı Muhammedî’nin geri döndüğü sırada milletin coşkusunu görünce “Savaş mı çıktı, kıyamet mi koptu?” diye paniğe kapılması nasıl vahim bir dönüm noktasından bahsettiğimizi anlatmış olmalıdır.

Devam edelim şahitleri dinlemeye.

“Aman ya Rabbi, neydi o manzara”

2012 yılında rahmetli olan ve hatıralarını halen arşivimde mahfuz bulunan bir mektupla tarafıma tevdi eden Yaylacık Matbaası’nın eski sahibi Ali Sümbül o muhteşem günü şu cümlelerle resmetmişti:

“Ramazanın ilk teravihi o akşam kılınacaktı. Halkta ezanın nasıl okunacağı hakkında tereddütler vardı. Süleymaniye Camii “minelbâb ile’l-mihrâb” [kapısından mihrabına kadar]  dolmuştu. Ben 20 yaşında bir delikanlı olarak, üç şerefeli ön minarenin Haliç’e bakanının dibinde huşû‘ ile beklerken, üç şerefeli diğer ön minareden Ezan-ı Muhammedî yükseldi: “Allahu ekber, Allahu ekber…”

İki şerefeli arka minarenin diğerinden aynı usul ve aynı makamda tamlama yapılıyordu: “Allahu ekber, Allahu ekber…” Aman ya Rabbi… Ne idi o manzara… İnsanlar birbirlerine sarılarak ağlıyor, kendinden geçiyorlardı. Minareden inen müezzinlere öyle bir tehacüm [hücum] oldu ki, o hâlet-i ruhiyeyi (psikolojiyi) yazı ile ifade etmeye imkân olmaz kanaatindeyim.

Meğer Türk halkı 18 sene “Tanrı uludur… Tanrı uludur…” [şeklindeki] Türkçe ezanı dinlerken ve okurken ne ızdıraplar çekmiş… Yaşım 80’i doldurdu, hâlâ 17 Haziran 1950 günü akşamı tattığım zevkin huşû’u içindeyim.” (5 Eylül 2010)

İşgalden kurtulmuş gibiydik

İnsanın tüylerini diken diken eden hatıraları 2016 yılında rahmetli olan din görevlisi Cemal Tunca’dan dinlemeye devam edelim:

 “Arapça ezan ilk okunduğu zaman neler hissettiniz?” diye sormuşuz. İlk Arapça ezanı okuyan talihlilerden olan Cemal hocanın cevabı aynen şu:

“O zaman ezan bana bir acayip geldi. Ben neredeydim? diye kendime sordum. Yani o duyguyu lisanla anlatmak mümkün değil. O hisleri… Hele minareye çıktığımda… O sokakta millet… O koyunlar yığılmış, evlere bayraklar asılmış, benle beraber millet tekbirler getiriyor… O gün Türkiye eğer Rus işgalinden, Yunan işgalinden kurtulsaydı belki öyle bir sevinç olmazdı.”

Ezan şehidi Menderes

Yine 2016 yılında ahiret diyarına uğurladığımız Mehmet Kırkıncı hoca ise o büyük günde Erzurum’daki atmosferi nakletsin bize:

“Ezan yasağı kalktığında Erzurum’da coşkulu bir bayram havası vardı. Erzurum’un yöresel kıyafeti olan ehram giyen kadınlar ve yıllardır Arapça ezan sesine hasret kalan halk, evlerinin damlarına, bacalarına çıkmıştı. Bazı vatandaşlar eline geçirdiği dana, tosun vb. hayvanları Allah uğrunda kesmek için bekliyordu. Tebrizkapı’dan Lalapaşa Camii’ne insanlar kalabalık bir grup olmuş, ezanın semadan yankılanmasını bekliyorlardı. İnsanlar sürurlarından (sevinçlerinden) dolayı ağlıyorlardı.

Arapça ezan okundu. Kurbanlar kesiliyor, kadınlı erkekli herkes gözyaşlarına boğulmuştu. Semadan “Allahu Ekber, Allahu Ekber” sedaları yükseliyordu. Lalapaşa Camii’nin önünde müftülük vardı. Müftü, meşhur Solakzade Sadık Efendi’ydi. Müftü ile halk bir bayram yaşıyordu. Bundan büyük bayram olmazdı. Yer yerinden oynuyordu.”

Mehmet Kırkıncı hocanın nihai kanaati Menderes’in “ezan şehidi” olduğudur:

“Allah, Menderes’in kabrini pür-nûr eylesin. Tam bir İslam kahramanıydı. Asılmasının gerçek sebebi bu meseledir. Ezandan dolayı muhalifleri 60 darbesiyle onu yönetimden aldıktan sonra idam ettiler.”

İşte 16 Haziran 1950 gününü bizzat yaşayanların kanlı canlı şahitlikleri bunlar.

Peki biz ezan-ı Muhammedî okunduğunda bunun ne büyük emeklerle ve ne tür acılar ve zulümler karşılığında kazanılmış büyük bir nimet olduğunun idrakinde miyiz

Derkenar

Benzer hatıraları okumak isteyenlere benim ilk baskısı 2010 yılında yapılmış olan Türkçe Ezan ve Menderes adlı kitabımı tavsiye ederim (yukarıdaki şahitlikler kitabın 2. cildine dahil edilecektir). Peşinden Hümayun Yayınları’ndan çıkan Ezan Şehidi Menderes adlı kitabımdan istifade edebilirsiniz.