Helmut Lethen Soğuk Temas adlı eserinde 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki süreçte insanların ilişki biçimlerinin savaş dönemindeki soğuk temaslara benzer hale geldiğini belirtir. Lethen bu dönem savaşın yıkıcı etkileri ile başa çıkmaya çalışan kişilerin, insan ilişkilerini anlamlı kılan yakınlığı kaybedip, yeni bir toplumsal yapıya evrildiğini açıklar. Batı toplumlarının acı ve mahrumiyet karşısındaki tutumlarına yönelik olan bu değerlendirme, yeni arayışların içinde kendine yer bulmuştur. Nitekim 2. Dünya Savaşı sonrası Sanayi Devrimi, enformasyonel dönüşüm ve iletişim teknolojisinde büyük gelişmeler yaşanmış ve bireyler ruhsal ve sosyolojik olarak yeni duruma hazır hale getirilmiştir.
İnsanın anlam arayışını merkeze alan Victor Frankl de Lethen’in “soğuk temas” tanımlamasına pek uzak sayılmaz. Bilindiği üzere Victor Frankl, 2. Dünya Savaşı’nda toplama kamplarında yaşayan insanlar üzerine yaptığı araştırmasında, bu insanların büyük çoğunluğunun olumsuz koşullar nedeniyle gelecekle ilgili hedeflerini kaybedip hayata tutunmakta zorlandıklarını gözlemlemiştir. Frankl söz konusu araştırmasının sonucunda, olayları anlamlandıran ve geleceği hayal edebilen bireylerin zorluklarla daha rahat başa çıkabildiklerini ortaya koymuştur. Frankl, savaşın yaralarının taze olduğu bir dönemde bir hekim olarak insanlara yaptığı yardımın hayatına anlam katan motivasyon unsurlarından biri olduğunu belirtmiş ve en zor koşullarda dahi insanın değerli hedefler belirleyebileceğini savunmuştur.
Frankl’ın uzun süren çalışmalarının sonucunda vardığı nokta, İslam toplumlarının hayatında var olan ve onları ruhen güçlendiren, manevi dinamiklerdir. Yaşadıkları güçlüklerin bir sınav olduğuna inanan Müslümanlar, savaş ya da afetlerde birbirlerine el uzatarak güç elde ederler. Yüce dinimizin kuvvetle vurguladığı yardımlaşma Müslümanların genetik kodlarında mevcuttur ve bu sayede açılan yaralar tedavi edilir. Batılı sömürgecilerin asırlardır işgal, katliam, yoksulluk ve mahrumiyetle yorduğu halklar, kardeşlik bağlarını güçlendirerek yaralarını birlikte sarmaya çalışırlar. Yani acı bizi birbirimizden uzaklaştırmaz aksine yakınlaştırır ve keskin bir şifaya dönüşür.
Soğuk temas kavramı, bireysel yaşayan Batı insanının afet durumlarında sergilediği çıkmazlara işaret edebilir ancak ilişkilerini “biz” eksenli bir yapı üzerine kuran Müslüman halklarda bunun bir karşılığının olduğu söylenemez. Zira bu toplumlarda yoksul komşuya yemek taşıyarak büyüyen çocuklar, toplumsal bir mahrumiyet ortaya çıktığında ekmeği paylaşmayı bir sorumluluk olarak görür ve güçlü bir dayanışma ağı oluştururlar. Savaşta aldığı yaralar nedeniyle bitkin düşen ve kendisine uzatılan suyu önce aynı durumda olan arkadaşına uzatan bir neslin yolunda yürüyen bu insanlar savaş ve afet gibi durumlarda kardeşlik bağlarını güçlendirerek birbirlerine kenetlenirler.
Kurtuluş Savaşı’nda halkımızın gönüllü olarak yürüttüğü yardım kampanyaları ve dayanışma örneği insanlarımızın bu konudaki hassasiyetlerinin bir göstergesidir. Bu dönem halk, maddi ihtiyaçları karşılamakla yetinmemiş birbirlerine güç ve moral de vermişlerdir. Bilirsiniz, ihtiyaç durumunda tarafınıza uzanan el güven duygunuzu geliştirir ve ruhen kendinizi daha güçlü hissedersiniz. Kardeşlik eksenli dayanışma Doğu Türkistan’da, Suriye’de, Libya’da, Yemen’de, Myanmar’da, Filistin’de savaşın yıkıcı etkileri ile başa çıkmaya çalışan halkların direnç kazanıp sabra tutunmalarını sağlamıştır. Acı bütün insanların ortak kaderidir acının açtığı yarayı tedavi etmek iyiliktir ve yüce dinimiz iyiliği kuvvetle emretmiştir. Bizim medeniyetimiz varlığını şiddet üzerine değil merhamet üzerine kurmuş ve çağları aşan bir güce dönüşmüştür.