1935-1936 eğitim öğretim yılında okutulmak için Hasan Ali Yücel, Mehmet Emin Erişirgil, Hilmi Ziya Ü lken, Servet ve Sadri Ethem`den oluşan komisyon 'Lise Filozofi (Felsefe, Sosyoloji, Mantık ve Psikoloji) Kılavuzu' nu hazırlarlar. O yılın felsefe grubu derslerinin müfredat programı olan bu kılavuzun, sosyoloji dersi ile ilgili bölümünde sendikalar üzerinde özellikle durulmuş ve 'İktisadi teşekküller söylenirken bu teşekküllerden sendikaların bazı memleketlerde sınıf mücadelesi vasıtası olarak kullanılmasındaki zarar ortaya konacak ve bundan doğacak ihtilal ve anarşiler üzerinde durularak Türk Cumhuriyetinin sendikalarla ilgili bu bakış açısının doğruluğu talebeye anlatılacaktır' denilmektedir. Aradan geçen bunca zaman içerisinde Türkiye`deki sendikalar, devletin bu bakış açısını değiştirebildiler mi acaba? Ya da devletin sendikalara bakış açısı halen geçerliliğini sürdürmekte midir? Bu yazımızda daha memur sendikaları üzerinden bu soruya cevap aramaya çalışacağız.
Sendikalaşma, endüstri toplumunun ortaya çıkışı ile başlamıştır. Memur sendikacılığı ise işçi sendikacılığına göre daha geçbaşlamıştır. Bu gecikmenin nedeni memur ile devlet arasındaki statü bağının niteliğinden kaynaklanmaktadır. Türkiye`nin 200 yıllık Batılılaşma serüveni içerisinde Batı`dan aktarılan kurumlardan birisi de sendikalardır. Türkiye`de ilk sendikal faaliyetlerin meşrutiyet döneminde Batı`dan aktarılan sosyalist ve komünist akımlarla başladığı görülmektedir. 
Ü lkemizde kamu görevlileri sendikacılığının tarihi 1961 Anayasa`sı ile başladı. Anayasa`nın 46. maddesi ile devlet memurlarına ilk defa sendikal hak tanındı. Kamu görevlileri, bu haklarını 08 Haziran 1965`te çıkarılan 624 Sayılı Devlet Personel Sendikası Kanunu ile kullanmaya başladı. Ancak 12 Mart 1971 muhtırası sonrasında yapılan Anayasa değişikliği ile memurlar bu haklarını tekrar kaybettiler. 1982 Anayasasının sendikal hakları düzenleyen 51. maddesinde ise sendikalara girme ve sendika kurma hakkında devlet memurları için herhangi bir düzenleme getirilmedi. 1995 yılına kadar da bu durum devam etti. 23 Temmuz 1995`te çıkarılan 4121 Sayılı Kanunla, Anayasa`nın 53. maddesine bir fıkra eklenerek kamu görevlilerine sendika ve üst kuruluşlarını kurma ve toplu görüşme hakkı tanındı. Buna ilişkin usullerin çıkarılacak bir kanun ile düzenlenmesi ön görüldü. 12 Haziran 1997`de 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu`nun 22. maddesi, 4275 Sayılı Kanun`la yeniden düzenlendi ve devlet memurlarının sendikal ve üst kuruluşlar kurarak bunlara üye olabilmeleri hükme bağlandı. 12 Temmuz 2001 tarihinde ise 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu kabul edildi. 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu sırasıyla 2004, 2006, 2007 ve 2008 yıllarında değişikliğe uğradı. 12 Eylül 2010 yılında kabul edilen referandumla, kamu görevlilerine toplu sözleşme hakkı tanındı. Anayasanın 128. maddesinde yapılan değişiklikle de kamu görevlilerinin mali ve sosyal haklarına ilişkin hususların toplu sözleşme ile düzenlenebileceği öngörüldü. Bu noktada Anayasa değişikliğine paralel olarak 4688 Sayılı Kanun`un değişmesi de kaçınılmaz oldu.
Sendika ile siyaset arasında çok kaygan, gevşek bir o kadar da vazgeçilmez ilişki vardır. Batı-dışı toplumlarda imkân-nimet dağıtan yegâne kurumun siyaset kurumu olması sendikaları da bu kuruma yakınlaştırmıştır. Siyasetçiler de sendikaların oy potansiyeli olarak gücünü bildikleri için bu kurumları görmezden gelmemişlerdir. Örnek vermek gerekirse Arjantin`de J. D. Peron`un uygulamaları sendika-siyaset ilişkisine iyi bir örnektir. Peron Arjantin sendikacılığının kurucusudur.1946 seçimlerini sendikaların desteği ile kazanmıştır. Peronist Menem 1989`daki seçimleri de sendika desteği ile kazanmıştır. Peron, rüşvet vb. yöntemlerle her zaman sendikaları denetimi altına almasına rağmen onlara hiçbir zaman iktidarın bir parçası olarak bakmadı. Daha çok hükümetin ve kongrenin üzerinde etkili olacak bir araçolarak yararlanmaya çalıştı. Batı`nın dışındaki bütün ülkelerde sendika-siyaset ilişkisi üçaşağı-beş yukarı bu şekildedir. 
Türkiye`deki memur sendikaların temel özellikleri nedir? 
Türkiye`deki memur sendikaları, öncülleri olan işçi sendikaları gibi 'siyasal sendikacılık' yapmaktadır. Sol sendikalardaki  'yurt ve dünya sorunlarına bigâne kalmama' anlayışı maalesef bütün sendikalarımızı ahtapot gibi kuşatmıştır. Bundan dolayı olsa gerek sendikalar her zaman siyasetçilerin belirlediği gündemin peşine takılmaktadırlar. Temel görevleri olan üyelerinin hak ve menfaatlerini çok az savunmuşlardır. Zaman içerisinde sendikaların ileri gelenleri bir çeşit 'sendika ağalarına' dönüşmüş menfaatleri egemen zümrenin menfaatleriyle birleşerek kendilerini var eden kitlelerinden kopmuşlardır. Daha sonra da milletvekili, bakan, bakan yardımcısı gibi makamlara kavuşmuşlardır. Bir nevi Türkiye`de memur sendikacılığı da 'kapı kulluk sistemi' ile bütünleşmiştir. Daha çok ta siyasetle uğraşmakta ve karşı olduğu siyasal düşünceye tepki oluşturmaktadır. 
Nasıl Olmalı?
Öncelikle Türkiye`deki memur sendikalarının &ndash özellikle yönetici zümrelerinin- sendikacılık veya siyasetçilik yapma konusunda tercih yapmaları gerekmektedir. Sendikacılık yapanlar eğer siyaset yapacaklarsa yerleri sendikalar değil siyasal partiler olmalıdır. Şayet bunlar 'biz sendikacılık yapacağız' diyorlarsa o zaman 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu`nda belirlenen amaçları gerçekleştirmek yönünde çaba göstermek zorundadırlar. 'Türk-İslam sentezi eğitimine karşıyız, bu karanlık yoldur'
'Kahrosun ABD ve NATO', 'Katil devlet, faşist devlet', 'Kahrolsun Siyonizm', 'PKK`ya ve Apo`ya özgürlük'  gibi sloganların sendikaların amaçlarıyla hiçbir ilgisi yoktur. 4688 sayılı kanunda sendikaların temel amacı 'Kamu görevlilerinin ortak ekonomik, sosyal ve meslekî hak ve menfaatlerinin korunması ve geliştirilmesi' olarak ifade edilmiştir.
Buna bağlı olarak memur sendikaları devlet ve bulundukları hizmet kolları için ciddi ve geçerli çözümler getirmek zorundadır. Bu çözümleri üretirken de 'devlet memurunun ciddiyetine yaraşır bir biçimde' yapıcı ve demokratik olmalıdır.
  Bu noktada sendikaların üyelerinden topladıkları ve ciddi yekun teşkil eden aidatların akıbeti mutlaka sorgulanmalıdır. Sendikalara üyeleri adına devlet ciddi oranlarda aidat ödemektedir. Sendika yetkilileri üyeleri adına devletten aldıkları aidatları beş yıldızlı otellerde, yatlarda, balolarda, lüks ziyafetlerde veya hiçbir sonuçgetirmeyecek araştırma, inceleme, rapor ve yayınlara harcayarak heba etmemeliler. Memur sendikalarının yöneticileri ciddi meblağlara ulaşan üye aidatlarını yine  4688 sayılı yasanın 19.maddesinin özellikle (g) fırkasında ifade edilen 'Ü yeleri ve ailelerinin yararlanmaları için hizmet amacıyla, eğitim ve sağlık tesisleri, dinlenme yerleri, spor alanları ve benzeri yerler ile kitaplık, kreş, yuva ve huzur evleri, yardımlaşma sandıkları kurmak ve yönetmek ile herhangi bir bağışta bulunmamak kaydı ile üyeleri için kooperatifler kurulmasına yardım etmek ve nakit mevcudunun yüzde onundan fazla olmamak kaydıyla bu kooperatiflere kredi vermek.' yönünde kullanmalıdır.
Dolayısıyla memur sendikalarımızın eylem ve düşüncelerine 4688 sayılı 'Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu' na göre yön vermeleri gerekmektedir.
Bu istikamet onları hem güçlendirmişken üyeleri ile bağını da arttıracaktır.. 
Kanaatimce, yarının Türkiye`sinde memur sendikacılığının başarısını da bu hususlar belirleyecektir.