TRT’de yetişmiş bir televizyoncu olarak, özel sektöre geçince karşılaştığım ilk farklı olgu, patron kavramıydı. Çünkü TRT’de bize patronun seyirci olduğu öğretilmişti. Özelde ise kâr etmesi gereken/beklenen bir patron var. Kamusal televizyon yayıncılığı ve özel yayıncılık mukayesesi için değil, ama son günlerdeki bazı olaylara değinmek için bu farkı belirtmek istedim. Çünkü ard arda gelen yayıncılık yanlışları, birbirine eklenerek bu ülkede yaşayanlar için sorun oluşturmaya başladı. Bunlara değineceğiz.
Ekranlarda bir kaç haftadır “mesleki sorumluluk sahibi” magazin gazetecilerinin dikkat çekmesiyle ortaya çıkarılan kara para aklama operasyonunun aşamalarını izliyoruz. Başkalarının da sırada olduğu söyleniyor. Sosyal medyada yayınladıkları videolarla “fenomen” olmuş bazı kişiler, yayın yoluyla sağladıkları şöhreti kötüye kullanmışlar. Yasal süreçler devam ederken yorum yapmak istemiyorum. Çünkü işin yayıncılık yönüyle daha çok ilgiliyim.
Çok değil, kısa süreden beri insanlar, internet üzerinden yayınlanan videoları televizyonlardan daha fazla izlemeye başladılar. Hemen açıklayıcı sesleri duyar gibiyim, “ne yapalım, teknolojik gelişme işte böyle bir şey”. İnsan hayatına yeni teknolojiler girdikçe, diğer davranışlarımız gibi izleme alışkanlıklarımızın değişmesi de beklenen bir durum. Teknolojiyi, imkânları çerçevesinde sonuna kadar kullanan birisi olarak bu gerçeği çok iyi biliyorum. “Eski”nin iyiliklerini sevdiğim için de, bu değişimin hayatımdaki iyi şeyleri yok etmesine karşı dirençliyim. Tabii bu direnci göstermesini herkesten bekleyemeyiz. Sonuçta kendilerine sunulan yeni şeyler, insanların ilgisini çekiyor.
İster Youtube’da olsun, ister diğer video paylaşım sitelerinde, içerik üretmek yoğun bir çaba gerektiriyor. Sürekliliği sağlayanlar, seyirci tutanlar, abonelik sistemi ile insanları kendilerine bağlıyorlar. Önceleri ücretsiz sunulan bu hizmetler, şimdi artık ücretli hale geldi. İsteyenler video sahiplerine para gönderebiliyorlar. Eskiden cüz’i miktardaki telif gelirleriyle kısıtlı olan mecraların bahşişe dayalı bir gelir kapısı haline dönüşmesi, elbette pek çok kişinin de ilgisini çekti. Online video siteleri kolay yoldan para kazanmak isteyenlerin yoğunlaştığı yerler haline geldi. Rekabet de arttı. İnsanlar, izlenebilmek için daha fazla çaba göstermenin yanında, yayıncılık kurallarına uymayan çeşitli yöntemler kullanmaya başladılar. Vücudunu teşhir edenler, maske takarak kimliğini gizleyip saçma sapan içerik üretenler ortaya çıkmaya başladı. Alt kültür üyesi pek çok insanın bu işe heveslenmesi müthiş bir yozlaşmaya açtı. Bu kötü gidişat, sonunda kendilerine fenomen denilen kişilerin takipçilerini istismar ederek haksız kazanç elde etmesine kadar uzandı.
Televizyonlar bu arada ne yapıyorlar? Artık ulusal demeye çekindiğim majör kanallar, bütün geceyi kaplayan, ağır tempolu dizilerle yayın saatlerini doldurmaya çalışıyorlar. Program olarak sadece TV8’de yayınlanan MasterChef adlı yarışma dikkat çekiyor. Onun dışında tüm kanalların program yapmaktan kaçındıkları, hatta programcıları işten çıkardıkları gözlemleniyor. Eskiden bir televizyonun en önemli unsuru olan iç yapımlar departmanı, şu sıralar en az eleman barındıran bölüm haline geldi. Televizyonlarda yapımcı ve yönetmen pek kalmadı. Elbette bunun bir kaç nedeni var. Televizyon sektörüne yatırım yapan girişimcilerin pek çoğunun sektörü tanımamaları, iş koluna yabancı olmaları yönetici olarak istihdam edeceği kişiler konusunda da yanılmalarına yol açıyor. Ekranda izlediği alakasız bir kişiyi mesleğin duayeni zanneden, az para harcanması için muhasebecisini televizyonuna genel müdür yapanlar bile var. Tabii bu şekilde göreve gelenler, işi bilmedikleri için geçmişten devraldıkları devam eden projeleri aksatmadan yürütmeye çalışıyor, ancak başka bir kanal olur da yeni bir proje başlatırsa, hadi biz de böyle bir şey yapalım denildiğinde yapamıyorlar, iş bilmezlikleri ortaya çıkıveriyor. Başarılı bir muhasebeciyken, başarısız bir televizyoncu olarak yıllarını verdiği holdinge veda etmek zorunda kalıyorlar vs. Bu arada diğer kanaldakileri kopya ederek, benzer içerikler sunmak şeklindeki sorundan da bahsetmek gerekiyor. İçerik üretecek, proje hazırlayacak ekipler işten çıkarıldığı için yeni ve özgün projeler hazırlamak da tarihe karıştı.
Sektör dışından gelen yöneticilerin dizilere yer vermek, uzun süreli tek bir diziyle tüm geceyi kapatmak istemesini de doğal karşılıyorum. Aksi takdirde yayın saatlerini dolduracak program yapılması gerekecekti. Oysa program yapabilmek için meslekte yetişmiş olmak gerekiyor. Işık, dekor, ses, kurgu, reji vb. pek çok branştan anlamaları, işin yürütülebilmesi için detaylı bilgiye sahip olmaları gerekecekti. Bu aynı zamanda sorumluluğu da yanında getirecekti. Proje başarısız olursa doğal olarak sorumlusu yapımcı ve televizyonun yöneticisi olacaktır. Bunun yerine, dış yapımcı bir firmaya dizi sipariş ederek bir geceyi doldurduğunuzda, hiç bir sorunluluk almamış oluyorsunuz. Eğer dizi tutmazsa ikinci, üçüncü bölümde yayından kaldırıp, tüm sorumluluğu dış yapımcı firmaya yükleyerek başka bir diziyi yayına başlatıyorsunuz. Kimse sizi sorumlu tutmuyor, diziyi yapan dış yapımcı firma zora düşüyor. Medya sitelerinde sürekli yayınına son verilen dizi haberleri görmekten bıktık. Televizyonlar, deneme tahtasına döndü. Bu arada o dizilerde çalışan insanların sık sık işsiz kalması, uzun süreli bölümlerle çalışma şartlarının kötüleşmesi de asla gündeme getirilmeyen sorunlar olarak kenarda duruyor.
Haber kanalları da hep aynı kişileri konuk ettikleri, bir birinin kopyası olan, uzun süreli söyleşi programlarıyla geceyi ucuza kapatma derdindeler. Yurt dışında muhabiri olanlar, yeri geldikçe dış bağlantılar yapıyorlar ama bu bağlantılar içerik açısından çok büyük bir fark oluşturmuyor. Çünkü programlarda kreatif düşünmek için görevlendirilmiş, içerik veya format üretecek elemanları yok. Mesela koskoca kanalda gündemdeki bir ülkenin siyasi lideriyle veya muhalefet liderleriyle gidip bir röportaj yapalım, hatta stüdyomuza davet edelim diyen bir kişi çıkmıyor. Rahmetli Mehmet Ali Birand’dan sonra dünyaya açılabilen programcı henüz görülmedi. Mesela geçen ay Yunanistan’da muhalefetteki önemli partilerden birisi olan Syriza’nın kongresinde, son dakikada Biden’in propaganda kampanyalarında çalışmış birisi, Stefanos Kasselakis genel başkan seçildi. Gelecek seçimlerde küresel medyanın desteğini alarak başbakan olma ihtimali çok yüksek. Bu kişiyle röportaj yapmayı düşünen bir haberci henüz görmedik. Türk Yunan ilişkilerinin geleceği küresel sermaye şirketlerinde görev yapmış bu kişinin tavrına bağlı olabilir. Haber kanallarındaki dış haberler bölümlerini yönetenler böyle şahsın göreve geldiğinin farkında mıdır, açıkçası merak ediyorum.
Diziler, programlar mümkün olan en düşük bütçeyle hazırlanıyor. Masraf yapılmıyor. Kamera arkasındaki yapım ekibi de, en az elemanla çok iş yapılacak şekilde ayarlanıyor. Bütün bunlar seyirciye sunulan içeriğin giderek kalite kaybetmesine ve rutin hale gelmesine yol açtı. Hatta haber kanallarının başındaki gazeteci kökenli yöneticiler, işleri ucuza getirmek için programcıları işten çıkarmakla kalmadılar, işin yürümesi için gereken kadrolarda başka görevlerdeki elemanları istihdam ederek doldurmaya çalıştılar. Bir yönetmenin yanında yetişmemiş, işin gerektirdiği deneyimi, kültürü ve nosyonu taşımayan elemanlara alelacele yönetmenlik verildi. Bu elemanların iş yoğunluğundan dolayı kendisini yetiştirebileceği bir ortam ve fırsatları da olmadığı için, deneyimsizlikleri yaptıkları işe yansır hale geldi. Sonunda program çekenleri vardiyaya bağlayıp fabrika işçisi konumuna geçirdiler, rahatladılar. Sahipsiz kalan haber programların kalitesi düştü. Stüdyonun içinden rejiye seslenerek, şunu yap şunu yapma şeklinde programın arka planınındakileri kamera önünden yönetmeye çalışmak gibi, dünyada örneği olmayan bir uygulamaya bile kalkıştılar. İşin kurallarına uyulmadığı için iyice kalitesizleşen yayınların sonucunda, seyirci kendisine başka mecralar aramaya yöneldi. Bir anlamda televizyon yönettiğini zannedenler, seyirciyi kendi elleriyle internetteki video paylaşım sitelerine ve ücretli platformlara hediye ettiler. Ülkemiz televizyon kanallarının sayısında rekora giderken, kanallar hızla seyirci kaybetme rekorunu da kırmak üzere.
Bu süreç kültürel bir yozlaşmaya yol açmasa sorun etmeyeceğiz, teknolojik gelişmenin sonucu olan bir vetire olarak düşüneceğiz. Ancak internet ortamındaki kaliteli yayınlar gerçekten çok az. Çoğunluk toplumu olumsuz etkileyen içeriklerle dolu. Bu izleyici kitlesinin çoğunluğunun gençler ve hatta çocuklar olduğunu düşünürsek durum gerçekten vahim.
Peki bu tür olumsuz sonuçları engellemek, televizyonları tekrar izlenir hala getirmek mümkün mü? Evet mümkün. Hem topluma, hem sektördekilere, hem ilgili devlet kurumlarına ve hem de hükümete düşen görevler var. Bunun için, sorunun çok daha büyük öneme haiz boyutlarını ve sözünü ettiğim aktörlerce neler yapılması gerektiği konusunu bir sonraki yazımıza bırakalım.