Şimdi sanırım ülkemizde yalın hakikati' ikinci bölgeye itmek isteyen bir hareket, bir canlılık var. Bunu görmek gerekiyor.
Akif İnan`ın bir karşılaştırması var 'Şaşırtıcı ve apıştırıcı belağatın, yalın hakikatten daha çok alâka topladığı bir gerçektir' diyor. Din ve Uygarlık`ta yer alan 'Ü topya' başlıklı düşünüsünde. Bu tesbiti, evet herkesin tereddüt etmeden katılabileceği bir kesinlemedir bu, doğru bir saptamadır, sezgisinin onu yoklayışını, düşünmek yoluyla bir ürün almaya yükseltiyor, diyor ki, 'Eski Yunan düşüncesini günümüze kadar taşıyan sebep, aslında özünde var olan fikri hüviyetten çok, ihtiva ettiği edebî ağırlıktır.' Ona göre, 'Aristo`nun ilk Yunan filozofu olarak Homeros`u sayması, bu gerçeği vurgular.'
Güzel bir yaklaşım, yararları inkâr edilemez bir kurcalamadır bu. Bergson`un 'yaratıcı kuşku' ilkesini bir veri olarak, düşünüşünde bulunduruyor, insan doğasında fıtratın sağladığı kuvve`leri işleterek verimleştirdiğini söyleyebiliriz.
Özünde var olan fikrî hüviyetten çok, ihtiva ettiği edebî ağırlık.
Bu satırları kara mürekkebin, o, mahiyete bizi gönderen ciddiyetiyle koyulturken, İnan`ın, dikkatini çekmiş olan hususu, okuru ile paylaşırkenki yöntemin farkına varabiliriz: '(...) Eski Yunan`da ve gerekse Roma`da gördüğümüz bazı felsefe mektepleri, düşünceyi belagatli bir savunma ustalığı olarak görmüşler, ancak iyi bir belagatle savunulan düşünceye hakikat gözüyle bakılmasının geleneğini kurmuşlardır.' derken, öyle sanıyorum ki Batı kültür ve inancının taşımaya âdeta mahkû mluk manzarası verdiği ikilik (dualism)`e bir gönderme yapmak niyetini taşıyor. Daha doğrusu ikilikçilik` demek gerekir dualite` (ikilik), bir benimseme ile kişinin kendinde bir ahlâk halinde yerleştirişi. Sonucu dualism (ikilikçilik) halini almıştır çünkü.
Bu durumun bizim medeniyetimizde kavramsal karşılığı riya` ıstılahıdır, görünen köy... Kendinde riya halini görüp, pekalâ farkında olup da tedbirini almayana da riyakâr` denilir.
Bir anıştırma, sadece bir anıştırma olarak Baudelaire`in ünlü dizesini koyalım şimdi:
Riyakâr kari, benim benzerim. Büyük şair, burada okuru adeta bir rakip` gibi görür de okuru yüceltmiş olur bence.
Akif İnan, Dil-Tarih`i bitirmiş bir duyarlı kişi olarak [yaşayan mümtaz sahaflardan Sami Önal`ın onunla rastlamaklı başlayan görüşmelerinin bir muarefeye` dönüştüğünün öz ve ayrıntılarını, ölümü üzerine kaleme aldığı yazıda (Yedi İklim, Akif İnan Özel Sayısı) bulmak mümkündür. Sami bey, eğitimci, bir asker, Kuleli`de ders vermiş bir albay, Akif İnan, bir şair bir doğru inançlı eğitim sevdalısı, ayrı yerlerden gelseler de ne güzel buluşurlar bizi biz yapan değerlerde...] edebiyat, felsefe, eğitim eğilimlerinde çağdaş düşünceye Necip Fazıl Kısakürek içeriğinden yaklaşmanın ona sağladığı yetişme` imkânlarını değerlendirmiş, zamanla Sezai Karakoç`un düşüncesinde de klâsikle modernin imtizacı için gerekli fikir disiplinini kazanmıştır.
Şu dikkati var ya, pek önemli görünüyor bana: 'Ancak iyi bir belagatle savunulan düşünceye hakikat gözüyle bakılmasının geleneğini kurmuşlardır...'
Şimdi ben, bu ülkede, Batı çapında bir oluş halinde yetişmiş ve çağdaş Türk düşüncesini teşkil etmiş olan Ana Düşünce`ye gençliğin ilgisini bir dirim belirtisi görenlerden biri olarak derim ki, ülkemizde iyiye gidiş kozmopolitizm şehvetini halletmekten geçer. Ancak eşdeğer olanlar yarışabilir. İster dost ister rakip...
Sahih düşünceye itiraz, belagati istediğiğ kadar kuşansın gelsindi, geçicidir.
Bu öyle bir geçiciliktir ki, karşı çıkmanın çekiciliğini içerir ve kullanır. Nereye kadar? Kendini inkâr ve imha edene kadar.Sonrası ise kendisinden etkilenenlerin farkına varmadan dönüşmesi başlar...