Güneşin doğuşuna yaklaşık bir saat varken uyanır Kozalak İbrahim. Erkenden kalkıp koyunları ve kuzuları ağıldan çıkarıp karınlarını doyurmayı planlar. Yeni biten taze otları yiyen koyunların sütleri bir başka lezzetli olur. Koyunları ağıldan çıkarmadan önce mahallede bulunan ve öğretmenlik yapan bir dostundan öğrendiği duayı okur koyunları öyle çıkarır. Bunu alışkanlık haline getiren Kozalak İbrahim, o gün de ağılın kapısını açmadan biraz bekler ve öğrendiği şu duayı okur:
; ?
Bu duayı en az üçdefa okur ve öyle işlerine başlar. Öğretmenden böyle duyduğunu söyler ve hiçaksatmadan okumaya devam eder. Koyunları toprak yoldan sürüp ormanlık alana getirir. Yaklaşık üçbeş saat otlattıktan sonra saat 11.00`de evin yolunu tutar. Dönüş yolunda bulunan küçük dereden koyunları sular ve toz, toprak, yaprak ve şiddetli rüzgârın savurduğu kâğıt parçaları arasında koyunları evin önünde bulunan ağıla yerleştirir. Sonra ağılın kapısını dikkatle kapatır ve kahvaltısını yapmak üzere evine geçer. 
Koyunlar ve kuzular öğle namazı ile ikindi namazı arasında dinlenirler. İkindi namazına yakın bir zamanda Kozalak İbrahim`in eşi ve çocukları koyunları sağarlar. Biriken sütler mahalleli tarafından alınır. Alınmayan sütler de yoğurt ya da peynir olmak üzere kazanda yerini alır. Yapılan peynirler yine mahallede bulunan komşular tarafından alınır.
İkindi ezanından sonra namaz kılan Kozalak İbrahim koyunları tekrar ağıldan çıkarır ve taze otların bulunduğu tarlaları ve orman kenarlarını mesken edinir kendine. Oralarda koyunları bir güzel otlatır. Koyunlar orman kenarında otlarken birden yola doğru koşmaya başlayınca çobanımız bir de ne görsün! 
Ormanda yangın çıkmış. Koyunları biraz kenarda bulunan başka sakin bir yere geçirdikten sonra hemen konu komşuya bağırmaya başlar. İtfaiyeye haber verilir, köylüler kendi imkânlarıyla bir şeyler yapmaya başlar. Ancak rüzgârın da etkisiyle yangın hızla büyümeye devam eder. Köylülerden Mehmet Ağa`nın küçük kepçesi getirilir ve yangının ilerleme yönünde olan ağaçlar kepçeyle, ağaçmotorlarıyla, baltayla kesilir. Bütün köylü seferber olur. İtfaiyenin de yardımıyla yangın tüm ormanı yok etmeden söndürülür. Kesilen ağaçlar için bazıları mırın kırın etse de iş tatlıya başlanır.
Köyün muhtarı ve imamı daha büyük bir felaketten kurtulmak için küçük zararlar göze alınabilir, derler. Bunu duyan Kozalak İbrahim hemen mırın kırın eden komşusunu oraya çağırır.
- Bak, muhtarla imam ne diyor? Bir dinle bakalım. Muhtarım az önce söylediklerini bir kez daha söyler misin?
- Hüseyin Amca, bunda mırın kırın edecek bir durum yok. O ağaçlar kesilmeseydi, tüm orman yok olacaktı. On beş yirmi ağaçkestik diye söylenip durma. Çoban olayı erkenden fark etmeseydi bu orman yanıp kül olmaktan kurtulamazdı. Rahmetli dedem Molla Ahmet, bize hep söylerdi: 
- Oğlum, 'Zarar-ı âmmı def` için, zarar-ı hâs ihtiyar olunur.' derdi. O zamanlar bir şey anlamazdım bu sözden. Hâlâ da tam anladığım söylenemez ancak ezberlediğimi söyleyebilirim.
- Doğru söylüyorsun muhtar Efendi, dedi İmam. Küçük bir zarar elbette ki göze alınacaktır. Yoksa orman tamamen yanıp bitecekti Molla Ahmet dedemizin söylediği söz de bizim Ahmet Cevdet Paşa`mızın yazmış olduğu, 'Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye' kitabının bir maddesidir. Bu kitap İslam dünyasının ilk ve en önemli medeni kanunudur. Yani, muhtar Efendi deden bilgili adammış.
  Muhtar da:
-  Evet, Hüseyin Amca artık söylenmeyi bırak. Kozalak İbrahim doğru olanı yapmıştır. Ondan Allah razı olsun köyümüzün ormanını kurtardı. Buna vesile oldu. 
Çoban İbrahim, koyunları unutmuştu. Köylüler dönünce hemen bir telaşa kapılır. Koyunları aramaya başlar. Etrafa iyice baktıktan sonra ormanın yakınında bulunan köylülere sorar.
-Evin kapısında olan Hacı Salih Dede`nin yanına varır.
-Selamün Aleyküm Hacı Salih Dede.
-Aleyküm Selam ve Rahmetullahi ve Beraketüh, evladım, der. 
-Yahu Hacı Salih Dedem, yangın telaşıyla koyunları unuttuk. Gördünüz mü buralarda?
-Evladım, sizin çocuklar sen yangınla, ağaçla uğraşırken koyunları eve götürdü. Zaten akşam oldu. Sen rahat ol. Koyunlar eve çoktan varmıştır.
-Çoban İbrahim, sağ olasın. Haydi, hayırlı akşamlar, teyzeme de selam söylersin, deyip ayrılır oradan.
Eve gelince önce ağılı kontrol eder. Koyunlar yerindedir. Oralarda dolaşan oğluna selam verdikten sonra,
- Oğlum, koyunları getirmeden bana haber verseydiniz keşke, der.
- Baba, sana söyledik zaten. Ancak sen telaştan bizi duymamışsın demek ki?
- Çoban İbrahim, doğrudur oğlum, telaşlıydım, der.
-Neyse baba, olur böyle şeyler! Köyün ormanını yanmaktan kurtardın. Sonra da hep beraber iyi iş çıkardınız, der.
Beraber eve doğru yürürler.
Madde:  'Zarar-ı âmmı def` için, zarar-ı hâs ihtiyar olunur.'   (Zarar-ı âmm: Geniş kapsamlı zarar Zarar-ı hâs: Dar kapsamlı zarar İhtiyar olunmak: Tercih edilmek)
- Umumun (toplumun veya bir yerdeki çoğunluğun) zararını def etmek icin bir şahsın zarara girmesi tercih edilir.