Nazım Hikmet; “Seni düşünmek” şiirinin sonunda “Ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum.” derken kapitalizmden, liberal ekonomiden son derece uzak ve hatta yoğun biçimde sosyalist duygularla bunu dillendirmiş, belki de bu şiiri doğrudan doğruya sözde devrimin bizzat kendisine yazmıştır diye düşündük çoğu zamandır.
Bizzat liberalizmin ana gövdesini oluşturan ve insanlığın en büyük gereklerinden biri olan lojistik sektörü de artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istediğini dile getirmeye başladı. Geçtiğimiz haftalarda sektörün önde gelen kurum yöneticileri bir araya gelerek ülkemizdeki lojistiğin geleceğini masaya yatırdılar.
Şu an için Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı çatısı altında sadece bir daire başkanlığına bağlı şube müdürlüğünce yönetilen Türkiye’nin lojistik organizasyonu, Ticaret Bakanlığı ile de doğrudan ilişkili oldukları için artık kendilerine ait yeni bir bakanlığın ihdas edilerek tamamen buraya odaklanılması gerektiğine dikkat çekmişlerdi.
Şahsen kabinenin yeni bakanlığa ihtiyaç duymayacağını düşünenlerdenim. Olsa olsa belki bir “Âfet ve Acil Durum Bakanlığı” ihdas edilirse fena olmaz gibi görünüyor. Mevcut bakanlığın sırtındaki yükler her ne kadar ağır olsa da mevcut şartların güncellenip iyileştirilmesiyle lojistik planlaması ve kurgusundaki kanayan yaralarına merhem olunabilir.
Bakanlık, mevcut hâliyle yalnızca yurt içindeki faaliyetlerle meşguliyetini sağlarken uluslararası ticaretin gereği olan rekabetin önünde bulunan setlerin süratle kaldırılması için yeniden güncelleme yapılmasına ihtiyaç duyulduğu ayan beyan ortadadır. Belki de bu sayede Türk lojistiği küresel mânâda çığır açabilecek adımları atmak için yeni bir bakanlığa ihtiyaç duymayacaktır.
Özellikle Kapıkule ve İpsala sınır kapılarımızda oluşan ve başta şoförlerimizi, genelde ise tüm sektörü canından bezdiren kuyruklar hususunda nispeten olumluya yakın gelişmeler görülse de bunların kalıcı hâle gelebilmesi için mümkün olan diğer hudut noktalarında da yeni sınır kapılarının ülkeler arası karşılıklı mutabakat ile açılarak mesai saatlerinde de artırıma gidilmesi memnuniyet verecektir.
Kısa bir süre sonra hudut kapılarında karbon düzenlemesi ile ilgili mekanizmanın işlevsel duruma gelecek olmasının da üzerinde hassasiyetle durulması gerekirken çevre politikaları ile kusursuz uyum, destek ve teşvikleri hususunda da gerekli iyileştirmenin yapılması gerektiği gözlerden kaçmıyor. O yüzden Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı bünyesinde sadece bir şube müdürlüğünün kaderine terk edilen koca sektör sadece kara değil, deniz ve demir yolu taşımacılığında da resmen yoğun bakımda yatıyor.
Salgın dönemine kadar üzerinde durulmayan birçok mesele, samimiyetle ele alınmadığı takdirde daha da sıkıntılı bir döneme evrileceğini resmen kendi kendine bağırıyor. Liman maliyetlerinden şikayet eden ve zaten sayısı az olan armatörlerin rekabetçi pencereden elleçlemeye geçebilmelerinin önü tıkanıyor. Belki deniz yolu için teşvik ve yatırım modelleri bir nebze de olsa can suyu olabilir ama % 1’lerle ifade edilen demir yolu taşımacılığının ise özendirilmesi ve kullanımı için daha 40 fırın ekmek yemek gerekiyor. Ağ genişletilse bile liman bağlantılarının da sağlanması büyük önem arz ediyor.
Üç tarafı denizlerle çevrili, üç kıtanın birleşim noktasında yer alan bu muhteşem coğrafya her konuda olduğu gibi lojistikte de en iyi şartları hak ediyor. Cumhuriyetimizin 100. yılını kutladığımız bu stratejik dönemde özellikle âfet, salgın ve kıtlık şartlarının insanlığa yaklaşmasından evvel tüm zorlukların üstesinden gelebileceği bir lojistik mekanizmasının tesisi belki de bizleri önü alınamayacak büyük sıkıntılardan kurtarabilecektir. Nasıl salgın öncesi yapılan şehir hastaneleri ülkemizi daha büyük acılardan koruduysa lojistik sektörü için yapılacak her türlü iyileştirme de aynı derecede erken teşhis vazifesi yapacaktır.