Kendi dilimize yabancı;
'Bazen hayâl daha vazıh olur.' vazıh- şüphe bırakmayacak şekilde açık olan, demek. ' ... göklerin altında insanoğlunun nâmütenâhiye doğru küçüldüğünü, tabiatın bize her taraftan 'Ne diye ayrıldın, sefil ıstırapların oyuncağı oldun, gel, bana dön, terkibime karış, her şeyi unutur, eşyanın rahat ve mesut uykusunu uyursun.' Nâmütenâhi- sonsuz, sınırı olmayan; Terkip-1) Birkaçşey birleşip yeni bir şey meydana getirmek. 2) Bir sanat eserinde şekillerin, renklerin birbirine uygun biçimde düzenlenmesi, kompozisyon. 'Çünkü bu izdivaçlardan nur topu gibi güzel kelimeler, renkli ve ışıklı yeni terkipler doğmuştur.(Nihad Sami Banarlı) 'Asıl korkutucu olan, muhayyilenin durduğu anlardaki manzaraydı.' Muhayyile- (Kuvve-i muhayyileden kısaltma yoluyla) Hayal kurma gücü ve yeteneği. 'Ve muhayyilemin havasında/En güzel zamânın renkleri var.(Orhan Veli Kanık) 'Ertesi akşama kadar yekpare bir zaman vardı.' Yekpare - Bir parçadan ibaret, tek parça, bütün. 'Bu şehr-i Sitanbul ki bi- misl ü behadır/ Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedadır. (Bu İstanbul şehri ki, paha biçilmez ona / Tüm İran mülkü feda olsun tek bir taşına) Ne acı ki Türkçe`yi Türkçe`ye, ve Türkçe`yi Türk`e tercüme etmek zorunda kalıyoruz! 'Hiçfarkına vardırmadan çocuğu takip etmiş, istidat ve temayüllerini öğrenmiş, onları beslemişti.' İstidat - Herhangi bir şeye karşı doğuştan gelen yatkınlık, yetenek, kabiliyet. Temayül- 1) Bir tarafa doğru eğilme, bir tarafa meyletme 2) Bir tarafa veya bir kimseye yakınlaşma, ilgi duyma, gönlü akma. 'Onun içinde değil dünya siyâsetinde kendi mukadderâtı üstünde dahi sözü geçmez, düşünce ve temayüllerine kulak asılmazdı. (Sâmiha Ayverdi)
Yukarıda zikredilenler, 23 Haziran 1901`de doğmuş, 24 Ocak 1962`de vefat etmiş Türk edebiyatının köşe taşlarından Ahmet Hamdi Tanpınar`ın 'Huzur' romanının farklı sayfalarından birkaçcümle ve bu cümlelerde yer alan bazı kelimelerdir. İngiliz aydınları 400 yıl önce yıl önce yaşayan ve yazan Shakespeare`ı okuyor ve anlıyorlar. Biz ise Türkçemiz üzerinde girişilen tahrif hareketleri yüzünden, gençlerimize ne Tanzimat Edebiyatını okutup, öğretebiliyoruz ne de 50 yıl önceki Cumhuriyet dönemi edebiyatçılarını;
Şimdi bu güzel kelimelerle okunan ve yazılan Türkçeden ne kadar da uzağız. Bunlar ve bunlara benzer binlerce kelimemiz elbette sözlüklerimizde mevcut. Fakat konuşma dilimizi, ders kitaplarımızı, son zamanlarda yazılan hikâye, roman hatta şiirlerimizde esameleri okunmuyor. Geride ise derinlikten uzak, ahenksiz, okuma zevki vermeyen sığ bir anlatım biçimi kalmış. Kelimelerle düşünür, kendimizi kelimelerle ifade ederiz. Ve zekâmızı görünür kılan, kelime hazinemizdir.
Az düşünerek, çok iş yapılan bir zamandan geçiyoruz. Eksik malzeme ile yaptığımız yemeğin ne bizi ne de misafirimizi memnun etmeyişi gibi, güzel kelimelerini rafa kaldırmış bir lisan ile meram atlama gayretindeyiz. Çırpınıyoruz fakat bu lisan ile ne büyük bir edebi eser ortaya konulabiliyor ne de kelimeleri alınarak sınırlandırılan bu zekâ ile içerisinde yaşadığımız zamanı anlayabiliyoruz.
Zengin ve güzel bir dilin yoksul ve çirkin kullanıcıları olduk. Gençnesillerin dil ve kültür hafızasında ne Dede Korkut, Yunus Emre, Karacaoğlan var ne de Fuzû li, Bâki ve Nedim. Ne Namık Kemal ne de Abdülhak Hamid ve Mehmet Akif (Milli Marşı`mızı dahi gençlerimizin, sözlük kullanarak okumak zorunda olduğu bir garabettir yaşadığımız.) Halit Ziya, Hüseyin Rahmi, Yakup Kadri, Refik Halit, Ömer Seyfettin, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Faruk Nâfiz, Kemâlettin Kamu, Reşat Nuri, Peyami Safa, Ahmet Hamdi, Sait Faik, Kemal Tahir, Ahmet Muhip, Necip Fazıl, Orhan Veli, Â rif Nihat, Cahit Sıtkı; Bunların hiçbirisi gençliğimizin dil ve kültür hafızasında yer etmemiştir. Onlardaki üslup zenginliğinin tadına varamayan, sadece sokakta konuşulan dille yetinen insanlarımızın Avrupalı ve Amerikalı yabancıların televizyon konuşmalarındaki argo kelimelerine dahi özenmelerinden daha tabii ne olabilir. Bunun bir izahı olsa gerek zenginliğinin farkında olmayan ve onu hakkıyla kullanamayan birinin, başkalarının elindeki değerli değersiz her nesneye özenmesi meselâ!
Ahmet Haşim diyordu 'Süleyman Nazif, kelimelerin serdârı idi. Kelimeler, şimdi onsuz, başıboş bir sürüdür,' Bir şahsın ölümü veya yaşaması bu kadar tesir eder mi bir yapıya etmemeli; Peki bugün kaçgencimiz tanıyor Süleyman Nazif`i?
İstifade Edilen Kaynaklar
- Yavuz Bülent BAKİLER- Sözün Doğrusu 1-2
- Ahmet Hamdi TANPINAR- Huzur
- İlhan AYVERDİ- Misalli Büyük Türkçe Sözlük