TARİHİN ÖTEKİ YÜZÜ

Güney Afrika’nın başvurusuyla Lahey Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde İsrail aleyhine açılan soykırım davası sürüyor. Güney Afrikalı hukukçuların iddianamesi ve gösterdiği kanıtlar göz doldurdu. Gerçekten iyi hazırlanmışlardı derslerine ve heyet halinde tam manasıyla hukukşinas olduklarını gösterdiler.

Tabii ki İsrail gibi bir ahtapot ülkeye karşı açılan bu davada Güney Afrika Cumhuriyeti’nin başvurusu çok değerli, bir o kadar da şaşırtıcıydı. Dünyada bu kadar devlet, hele ki “İslam devleti” dururken neden iş Güney Afrika gibi hiç beklenmeyen ve yakın tarihinde apartheid yani ırk ayrımcılığı utancı bulunan ülkenin omuzlarına düşmüştü?

İşin aslı şu ki, Güney Afrika yalnız ırk ayrımcılığından değil, hatta çok daha fazla bir işgale uğramış ülkenin adım adım, yarım asır içerisinde özgürleşmesi sürecinde yaşadığı azaplardan dolayı bu davada öncülüğü almayı hak etmişti.

75 yıldır, hatta 1918’de Osmanlı egemenliğinin ortadan kalkmasından beri toprakları işgal edilen ve eşit olmamak bir yana, yaşama haklarının da ellerinden alındığı bir ortamda ölüm-kalım savaşı veren Filistin’e benzer çok tarafı var Güney Afrika’nın.

Kendisi kurtulmuştur gerçi ama kurtuluş sürecinin sembol ismi Nelson Mandela’nın dediği gibi mazlum halkların kurtuluşuna öncülük etmek ve henüz kurtulmamış ülkelerin de aynı yollardan kurtuluşlarını gerçekleştirmesini sağlamak Güney Afrika’nın görevlerinden biri olarak tanımlanmıştır kurucu lideri tarafından. İşte bu görevin gereğini yerine getirmektedir Lahey’deki hukukçular.

Peki Güney Afrikalılar neler yaşamıştı?

17. yüzyıldan itibaren gelip yerleşmiş olan sömürgeci beyazlar ülkede yönetime tamamen hakimdi. Siyah çoğunluğun nüfusu beyazlardan 5,5 kat fazlaydı ama ayrıcalıklar hep beyazlardaydı. Yalnız ayrıcalıkları değil, toprağın yüzde 80’ininden fazlasını ellerinde tutuyorlardı (tıpkı İsrail gibi).

Yerlilerin büyük kısmını “Bantu anayurtları” denilen birbirinden kopuk küçük topraklara tıkıştırmak istiyorlardı (Filistin’deki yerleşimcilerin haritayı bıçak darbeleriyle bölen sitelerini hatırlayın). Oysa yerliler 1 milyon km2’den büyük olan ülkenin her tarafına yayılmış durumdaydı. Şimdi onlar “Bantu” denilen kamplarda yaşamak zorundaydı (Filistin mülteci kamplarını düşünün).

Prof. Türkkaya Ataöv’ün Emperyalizmin Afrika Sömürüsü adlı kitabında verdiği bilgilere göre “Bantu anayurtları” o tarihte nüfusları 18,5 milyon olan siyah kitleye 65 bin milkare toprak bırakıyordu, nüfusu 4,2 milyon olan beyazlara ise 27 kat daha fazla, yani 406 bin milkare toprak kalıyordu. Üstelik beyazların sahip olduğu topraklar maden yönünden çok daha zengindi.

Beyazlar ülkeye gelmiş, insanların emek ve toprağını sömürdüğü yetmezmiş gibi bir de işgal etmiş, o da neyse ama bu defa o topraklardan çıkarıp rezerve ettikleri “Buntu”lara yerleşmek zorunda bırakılmıştı.

1976 yılında insafa gelip Bantulardan birine bağımsızlık hakkı tanıdılar ama kısa sürede bu hakkın önemli bir kısmını geri aldılar. Çünkü fosfor ve bakır yatakları vardı geri aldıkları bölgede. Buraya yerleştirilen siyahlar işsizdi, topraklar az ve çoraktı. Derme çatma yerlerde yaşıyorlardı (7 Ekimden önce Gazze’dekiler gibi).

Siyahlar toprak satın alamıyor, çalışma imkânları neredeyse ortadan kaldırılıyor, haklarındaki bütün bilgileri içeren defterleri yanlarında taşımaları mecburi tutuluyordu. Grev yapamazlardı. Beyazların devleti istediği ırka istediği kadar toprak satabiliyordu. Karışık evlenme yasaktı. Siyah ile beyaz çiftler olamazdı. Tam bir polis devleti kurulmuştu. Siyahlara, beyazların bölgelerinde oturum hakkı tanınmıyor, seyahat hakları kısıtlanıyordu. 1964 yılında Bantular dışında oturmaları yasaklandı vs.

Bütün bunların Filistin’de kurulan işgalci devletin uygulamalarıyla ne kadar benzediğini fark etmiş olmalısınız. Lakin şurası daha önemli:

İsrail’in arkasında duran ABD ve İngiltere Güney Afrika’nın da arkasındaydı. Ancak “mülk zulm ile abad olmaz” kuralı işledi ve 27 yıl hapiste yatan Mandela çıldırmış kitlelerin sevinç çığlıkları arasında özgürlüğüne kavuşurken bu hamleye ne ABD ne de İngiltere’nin setleri mani olabilmişti.

17 Mart 1992’de yapılan referandumla Güney Afrika’nın tarihinde yeni bir sayfa açılıyor ve Mandela iki yıl sonra ilk siyahi devlet başkanı olarak göreve başlıyordu.

Irkçı Güney Afrika ile ırkçı İsrail bir zamanlar çok yakın ilişki içindeydi. Güney Afrika zincirlerini kırmıştı. İnşaallah sıra Filistin’de. Ağabeylik yapıyorlar yani…