İş ve üretim dünyasının gazetelerde, haftalık dergilerde sunuluşuna hiçdikkat ettiniz mi? Kültürü geriye iten bir reklâm dili ile sınırsız (!) izlenimi veren bir görünüm. Hafta sonu eklerinde, bol estetik sosu ile servis edilen bir yeme-içme dünyası.
Bütünüyle egoya seslenen, nefsi Roma`nın şehvetiyle ünlü şehvetiyle siyasal erki, dişiliğindeki olanca dejenerans yıvışması ile bir arada yürütmüş Messalina`sını çağrıştıran bu İstanbul rahatlığı, ciddî bir sosyoloğun bence konusu olmalıdır.
Bu aldatıcı estetik, Havva`yı Cennet`te tereddüde düşüren iğva ile nerdeyse eşdeğerdir. Azgın şölenlerde altın tozunu, Fellini`nin Satyricon filmindeki yılansı bakışlarla baş ve işaret parmağının arasından çorbasına bırakan eğlentiye, kendini bulduğu iddia edilen Türk Sineması var mıdır? Ayarlı sinema eleştirmenleri jüriler ikili oynuyor.
Edebiyatın, özellikle şiirin gazetelerden derece derece ama ustaca dışlandığı 12 Eylül 1980 sonrasında bu toplumun can damarı olan şiirle insanımızın arasına iblisçesine girildi. Özal`ın -hazırlanmış ve hazırlanılmış- liberalizm atağında yerleşik olumlu değerlerin yerle bir edilişine tanık olmadık mı?
Buyursunlar incelesinler bakalım, Şiir ile Dejenerans arasındaki orantı bağı ne gösterir? Buna cesareti olan var mı?
Şiiri roman ile ifna etmek işi o kadar da üzerine gidilmeyecek bir konu değildir. Roman dedim ya, şiire karşı çıkartılan anlatı furyasının, hakikî sanat eseri roman ve öyküyü de sahnenin dışına itecek cinsten olduğunu görmeye kim var? Romanımsı`lardan dem vuruyorum. Öykümsülerden dem vuruyorum.
Konforizmin istilâ ettiği ruhlarımızdan dem vuruyorum. Derin diplerde ruhlarımızın asıl problemlerinden düşünce, inanç, meşrep tanımayan korkunççözülüş karşısındaki iğren uzlaşmacılıktan dem vuruyorum.
Sermayenin tadını almış, iktidar körleşmesine uğramış, İslâmî biçimler altında, çağdaş yağmada yerini almış, yani konformizme hiçitirazı olmamışından dem vuruyorum. Sadece biçimler, alışkanlıklar ve İstanbul`da mıntıka farkı var. Bir öz sorunu yok.
Öz kaygısı olsa, edebiyat ihtiyacı olur çünkü. Edebiyat-dışı sinsî sızmaların kapitalist liberal sol ruha uşaklıktan, ya da 1000 yıllık devletin sona ermesi uğruna, inadından vazgeçmeyeceğini ilân etmiş olumsuz, kuruyan ve kurutan muhafazakârlığın, meselâ hakikî bir öz ve ruh taşıyan bir Türk Sineması`nın oluşmasına hiçsıcak bakmamış olduğunu düşünüyorum. Şimdi atılım peşindekilerin de ruhça o tutucu konformizme biatlı olduğundan bunun da yeni bir tür alışkanlık olduğundan dem vuruyorum, Konformizmin kölesi, büyüye iştahlı.