İnsan bir gününü kanaviçe gibi işliyor, her bir ilmek, dokunuş hatıralarına nakşediliyor. Bazen şehir insanın ruhuna tesir ediyor, bazen de insan ruhu şehri yeniden şekillendiriyor.
Edebi eserlere ilham olan şehirlerin başında İstanbul geliyor. Divan şairleri İstanbul’a olan aşklarını şiirlerinde dile getirmişlerdir.
XIX. asır şairlerinden Ahmed’in Dвsitвn-ı Medhiyye-i İstanbul başlıklı, şehir methiyesinde 10 ve 16. bentleri arasında İstanbul şöyle övülür:
“İstanbul cennete benzeyen, güzelliği arşa dayanan, altından mermerler gibi parlak olan, yeryüzünde benzeri olmayan, İrem bağı gibi bir şehirdir. Şüphesiz ki cennet bağları, inci, cevher, türlü nimetler ile cennetteki gibi güzel erkekler ve kadınlar İstanbul’dadır. İstanbul’un Nuruosmaniye, Mahmutpaşa ve Süleymaniye gibi yerlerine gidilmeli ve Bayezit Camisi’nde muhakkak bir ramazan orucu tutulmalı ve İstanbul her iki bayramda da gezilmelidir. İstanbul, Arafat Dağı gibi kurbanların toplandığı; sadık âşıkların, sevgililerine kavuştuğu; herkesin buluşma alanı olan Fatih Meydanı’yla gezilecek bir şehirdir. Lalesi ve gülüyle zevk veren İstanbul’un Yenikapı’sına yaz mevsiminde gidilmelidir. Cerrahpaşa’nın mahbupları gam ve kederi dağıtırken, Aksaray’dan bir iki gonca ağızlı sevgiliyi görmek güzeldir. Altın ve gümüşü seven sevgililere sahip olan İstanbul’un Mustafapaşa’sında cambazlar oyun oynarlar. Şehremini’nin güzelleri güzellikte Hz. Yusuf gibidir ve Yusufpaşa’nın güzelleri de göz alıcıdır. İstanbul’da âşıklar ve sevgililer çoktur. Şehzadebaşı güzelleri önlerinde el bağlanacak kadar güzelken, Vefa güzelleri de âşığın ciğerini dağlar. Kıztaşı’ndaki güzeller ise âşıkları daima ağlatırlar.”
Kısa kış günlerinde ikindi vaktinin sonuna doğru Fatih’te, Saraçhane semtinin batı yönüne doğru yürürken güneşin son ışıkları, gökyüzünün pembe, mavi, beyazın tonları ile dalga dalga güzelliği parklara, her bir sokağa,her bir mahalleye ayrı yansır. İstanbul öyledir nereye başınızı çevirseniz bir tablo ile karşılaşırsınız.
Fevzipaşa Caddesi’ni dik kesen Kıztaşı’na doğru sapınca, Kıztaşı Sütunu beni tarihi selamlama ile karşılar. Küçük bir meydanın ortasında yer alan gösterişli sütun, Evliya Çelebi’ye göre Cerrahpaşa’daki Arkadius, Divanyolu’ndaki Çemberlitaş sütunlarından sonra İstanbul’un üçüncü tılsımıdır. Kıztaşı “Markianos Sütunu” 455 yılında Doğu Roma İmparatoru Marcianus adına dikilen asırlık anıtsal bir sütundur. Latince kitabesinin çevirisi şöyledir:
“İşte bu imparator (birinci yurttaş) Marcianus'un anıtıdır / Ki Tatianus bu eseri adamıştır”
Kıztaşı Sütunu’nun üzerinde bir Korint başlık bulunmaktadır. Kızıl-gri Mısır granitinden iki parça halinde yapılmıştır. Kaidesi dört yüzlüdür ve beyaz mermerdir. Meydana yüzlerce kez hangi sokak, mahalle arasından çıksam ilk defa görmüş hissiyatını yaşarım. Akşam vakti hava kararmaya yakın sütunu incelerken ayın farklı evrelerine şahitlik etmek müthiştir.
Konstantinopolis fethedildikten sonra İstanbul’un ilk kurulan mahallelerindendir Kıztaşı Mahallesi. Kıztaşı Meydanı öyle güzeldir ki hangi mahalleden dönüş yolunu seçeceğine karar vermek güçtür. İş çıkışı fırından ekmek alanlar, ders çıkışı arkadaşları ile salep içenler, muhallebi yemek için sıra bekleyen gençlerin muhabbetleri, masa sandalyelerini toplayan çay ocakları, çoktan kapatıp gitmiş esnaf lokantaları sokağın renkleri de neşesi de başkadır. Sakin bir mahalle arasına girince ekmek fırınının önünde yığılı odunlar 80’li yıllara götürür insanı. Plazalar arasında sıkışmış semtlerden bunalanlar, kadim Fatih İlçesi’nin Kıztaşı Meydanı’nda huzur bulabilirler.
Kıztaşı, insanın ruhuna ferahlık veren mahalle dokusu mahalle kokusu. Sorulması gereken şu ki: İnsan Kıztaşı’nın ruhuna ne katıyor ya da ruhundan ne eksiltiyor?