Çocukken zaman kavramı hiçgeçmezdi, okul hayatında o ders saati bitmez, en eğlenceli dakikalar dediğimiz teneffüslerimiz çabucak geçerdi. Okuldan geldiğimizde sokakta geçirdiğimiz vakti annemizin 'Hava kararana kadar dur' demesiyle havanın hemen kararması ve zamanın su misali akması da   cabasıydı. Koca bir okul haftası geçmez, her sabah bugün de mi gideceğiz hüznüyle hazırlanırken, haftasonu tatilinin nasıl geçtiğini anlamazdık... Çocukken hep büyümeyi ve büyüdüğümüzde her şeyi yapacağımızı söylerdik bizden büyüklere. Bilmezdik büyüdükçe aslında omzumuza binen yükün katlanacağını, Çevremizdeki insanlarla yaptığımız   tartışmaların sadece silgi yüzünden olmayacağını,   büyüdüğümüzde anlayacaktık. Sıra arkadaşımız ile bölüştüğümüz kareli defterimiz, ya da kalemtıraşımız ile aslında büyüdüğümüzde yüzleşecektik, arkadaşlarımızın bize yapacağı yanlışlarla. Sevdiğimiz insanların, bizleri sevmediğini yaptığı kötülükleriyle fark edecektik. 
Ve yine sayamayacağız onca şey... Yapılan onca hata... Söylenen ve dönüşü olmayan sözler...
Büyüdük de ne oldu?
Neyin samimiyeti, tadı, vakti, özgürlüğü kaldı? Hiçbir şeyin..
Çocukken aldığımız nefesin, geçen vaktin ve yaşın bir anlamı varken, şimdi bir şeyler ile yüzleşme korkusuyla kabuğumuza çekilip öyle duruyoruz. Ve büyüdükçe çocuklaşıyoruz. Büyüdükçe 'Keşke çocuk kalsaydık' diyoruz. Halbuki bizler büyürken kötüleşiyoruz. 
O 'özgürlük' olarak adlandırdığımız halin   arkasına geçip her şeyi yapacağımızı sanıyoruz.
Yaptıklarımızın ardından anlıyoruz bazı şeyleri, sonrasında yapılan keşkeler anlamsız kalıyor..
Bilinçli olarak yaşamalı insan hayatını,
Hayata kattığı farklılıklar insanın farkındalığını temsil etmektedir.