Kayınçonun Mahalle Treni...

Sihirli kutu adını verdiğimiz televizyon, nispeten yerini yavaş yavaş sosyal medyaya bırakıyor gibi görünse de hâlâ çoğumuz için hem eğlence hem de bilgi kaynağı olmaya devam ediyor.

Abone Ol

Ancak, uzun yıllardır Türkiye’de sabah saatlerinde yayınlanan kadın ve realite programlarının artan izleyici kitlesi, toplumsal hayatımızda ciddi olumsuz etkiler bırakmaya başladı. Bilhassa çocuklar, gençler ve yetişkinler üzerindeki bu etkiler, izlenme oranlarının yükselişiyle daha belirgin hale geldi. "Rüzgar eken fırtına biçer" sözünün doğruluğu burada da kendini gösterirken söz konusu yayınlar, bireylerin zihinsel dünyasına olumsuz tohumlar ekmeye devam ediyor.
Her şeyden önce küçük çocukların tam da ekran karşısında oldukları saatlerde ve hem zihinsel hem de duygusal gelişim açısından en savunmasız oldukları anlarda bu konuların işlenmesi bugüne kadar neden göz ardı edildi? İlle de doğru bir adım atılması için Cumhurbaşkanı'nın konuya el mi atması gerekliydi? Hükümete uzak ya da yakın tüm kanallarda yayınlanan ve çoğunlukla kavgalar, aile içi tartışmalar, boşanma davaları ve hatta cinayet gibi hem dramatik hem de korkunç içeriklerle dolu bu programlar, çocuklar üzerinde travmatik etkilere sebep oluyor. Ayrıca çocukların güvenli bir aile ortamına duyduğu ihtiyaç zedelenirken, şiddeti ve çarpık ilişkileri normalleştiren mesajlar içeren yayınlar, neredeyse sıradan dizi film gibi izlenmeye devam ediliyor. Ekranda gördükleri yoğun dram ve kaos, çocukların duygusal gelişimini olumsuz yönde mutasyona uğrattığı için onları stres, kaygı veya güvensizlik hisleriyle baş başa da bırakıyor "Ağaç yaşken eğilir" atasözü de, çocukların bilinçaltında şekillenen bu olumsuzlukların ileriki yaşamlarında nasıl büyük problemler doğurabileceğine dikkat çekerken atalarımız bir kez daha haklı çıkıyor.
Gençler ise hayatın anlamını ve kimliklerini keşfetme aşamasında olan bireyler olmaları münasebetiyle sabah saatlerinde yayınlanan bu kaos yayınları, onlara kolay yoldan ünlü olma, dikkat çekme ve yüzeysel ilişkiler üzerinden bir yaşam tarzını teşvik ediyor. Bu programlarda kullanılan dil, argo ifadeler ve nezaketsizlik, gençlerin sosyal normlarını şekillendirdiği gibi çoğunun gerçek dünyada nasıl davranmaları gerektiğine dair yanlış bir algı oluşturmakta ve "Üzüm üzüme baka baka kararır" atasözü ise tam da burada devreye girmektedir. Gençler ve çocuklar günbegün maruz kaldıkları bu tür içeriklerle daha benmerkezci, hoşgörüsüz ve hırçın bireyler haline geliyor.
Ayrıca, bu tür programlar gençlerin başarıya ulaşma yollarını çarpıttığı gibi eğitim ve çaba gerektiren uzun vadeli başarılar yerine, kısa vadeli dikkat çekme ve skandallarla dolu bir şöhret hayatını özendiriyor. Gençler, sosyal medyanın da desteğiyle bu tür içeriklere kapılarak gerçekçi olmayan hedeflere yönelirken hayal kırıklığı yaşadıklarında ciddi psikolojik sorunlarla karşı karşıya kalabiliyorlar.
Sabah saatlerinde evde kalan birçok yetişkin, özellikle ev hanımları, işsiz bireyler ve emekliler bu programları izleyerek zaman geçirseler de bu içeriklerin çoğunlukla gerçek hayatın karmaşıklıklarını basitleştirerek gösterdiğinden bihaber duruma gelmişler ve artık yadırgamamaktadırlar. Aile içi meseleler, boşanmalar, aldatmalar ve sosyal ilişkiler hakkındaki bu basmakalıp anlatılar, yetişkinlerin kendi yaşamlarına da olumsuz bir şekilde yansıyabilmektedir. "Kır atın yanında duran ya huyundan ya suyundan" derler ya, işte ekranda sürekli kavga, gürültü ve entrika izleyen bireyler, kendi hayatlarında da benzer sorunlar yaşadıklarında, bu programlardan gördükleri sorun çözme yöntemlerine yönelebilecekleri gibi zaten toplumda var olan değer erozyonuna da katkı sağlayacaklardır. Ailevi değerler, sadakat, hoşgörü gibi kavramlar da  zayıflatıldığından bireylerin ilişkilerde yüzeysel ve bencil davranışlara yönelmesi de işte bu yüzdendir. Bu durum da, toplumda derin çatlakların oluşmasına zemin hazırlamaktadır.
Öncelikle televizyon kanalları, sadece izlenme oranı ve reklam gelirleri peşinde koşmak yerine, yayınladıkları içeriklerin toplum üzerindeki etkilerini de göz önünde bulundurmalıdır. Sabah saatleri, özellikle çocukların evde olduğu zaman dilimidir. Bu saatlerde eğitici, bilgilendirici ve pozitif içeriklerin sunulması, hem çocuklar hem de yetişkinler için çok daha faydalı olacaktır. Her şeyin fazlası zarar olduğundan bu programların sürekli olarak sunulmasının da toplum üzerindeki yıkıcı etkileri de aynı biçimde fazla olacaktır.
Bu tarz içeriklerin yaygınlaşması, toplumun değerlerini aşındırmakta ve bireyler arasındaki ilişkileri zayıflatmaktadır. Medyanın bu konuda daha sorumlu davranması ve izleyicilere daha kaliteli içerikler sunarak toplumsal gelişimimizi destekleyen içeriklere yönelmesi hiç şüphesiz geleceğimizi de şekillendirecektir.