Kalemin âhı kaldı satırlarda... Birer gözyaşı oldu, aharlı kâğıtlarda mürekkep damlaları.
Her kalemin kendince uzun bir varoluş hikâyesi ve yine kendince bir yok oluş hikâyesi vardır. Mürekkep zaten baştanbaşa bir serüven.
Kandillerin raks eden alevlerinden kubbeye doğru kıvrım kıvrım yükselen isin (siyah duman) aylar belki de yıllar süren yolculukları neticesi oluşan birkaçdamlaya mürekkep diyoruz değil mi?
Ölümsüz satırların şahidi mürekkep...
Aslında yolculuğa çıkarken 'kalemin âhı' demiştik, lakin mürekkep 'kalemsiz ben neylerim' diye feryadı koparınca onun da gönlünü alalım deyip bir iki cümle de onun için kurmazsak olmazdı.
Artık şimdi, rahat rahat, kalemin derinden derinden çağlayan, kulakları, gönülleri dağlayan âhı-zarına (inleme) kapı aralayabiliriz.
Kalem, kalem olalı hiçkendini bu denli yalnız ve perişan hissetmemişti. Kalem artık, terk edilen bir sevgili. Bir daha peşine düşülmemesine terk edilen bir dost. Yalnız mı yalnız uzak mı uzak şimdi gönüllerden, ellerden.
Kalem artık, kalemliğinden utanır oldu. Kalemin şaşalı saltanatı sona erdi sessiz sedasız. Bir jübile bile yapılmadı kalemlere. Bu ne vicdansızlık, bu ne vefasızlıktır anlamak mümkün değil?
Daktilolar, elektronik daktilolar, bilgisayarlar, akıllı telefonlar ve bilumum klavyeli, klavyesiz yazı araçları sevinçten göbek atabilirler artık. En güçlü rakiplerini alt ettiler artık. Şimdi sahnede parmakların tuşlarla dansı var, mekanik ve geometrik. Başparmak artık yön tayin etmiyor, kayarcasına satırlarda.
Kalemin ahı, inletiyor yeri, göğü. Varır mı acep kamışların feryadı Karahisâri` lerin, Hamit Aytaç` ların bârigâhına bilinmez zahirde ancak, ehli anlar.
Parmaklarla kâğıt üzerindeki raksını özlüyor ve için için gözyaşı döküyor kalem, en sadık dostu kâğıtlara.
Yılların ezeli iki dostu, birbirine son kez sarılıyor belki de birkaçyaşlı, titrek ellerin sayesinde. O yüzden daha bir samimiler, daha bir vefalılar birbirine karşı.
Kalem, kelamı ölümsüzleştirirdi satırlarda. Akardı ırmak gibi, kıvrım kıvrım, erbabının görmüş geçirmiş gönül pınarından beyaz sayfalara.
Kalem, sahibinin hünerli elleriyle ne ölümsüz eserlere imza atmıştı bir bilseniz. El yazması eserler denilen dev hazineler, kalem ile ehli kalemin müşterek çalışmasıyla vücuda gelmişti.
Hat ve hattat kalem ile neşvünema buldu. Bugün hala varlarsa varlıklarını kaleme borçlular.
Kalem ya da kamış, hattatın zarif ve hünerli parmaklarında en nadide şaheserler ortaya çıkarıyordu. Harfler alelâde değil, adeta bir raks uyumu içerisinde peşpeşe diziliyor, bazısı incelerek, bazısı kıvrılarak, bazısı da ince bir yay çizerek ilerliyordu tezhipli ya da aharlı kâğıtlar üzerinde.
Kalem sadece hat ve hattatlar için olmazsa olmazlardan değildi elbette. Yazabilen, yazan, düşünen, mütefekkir, münevver, muallim ve daha eli kalem tutan her insan, her bilgin, her ressam için de bir elzemdi kalem.
Kur`an nasıl Mushaf olurdu kalemsiz?
Şair, gönül dilini nasıl dökerdi çağlara?
Devirden devire nasıl gelirdi mısralar?
Sultanlar, nasıl ferman buyururdu uzaklara?
Kadılar, hükümlerini ne ile yazardı kader denilen ömür defterine?
Hâkimler, idam kararından sonra neyi kırardı, kalem olmasaydı?
Bilginler, formüllerini nasıl ulaştırırdı bu günlere?
 şıklar sevdalarını mektuplarla ulvileştirebilirler miydi ya da gurbet, sılada anlaşılabilir miydi kalemsiz?
Kalem, gönle, kalbe tercümandı.
Kalem, duygulara, tercümandı.
Kalem, maziye, hâle tanıktı.
Kalem, geleceğe atıftı.
Sonra, kalem etrafında oluşan, onunla beslenen bir iş, bir kültür vardı. 'Kalem işi' denilen ayrı bir dünya oluşmuştu. Hepsi kalemin âhıyla sarsıldı derinden ve tarih sayfasında şimdiden yerlerini aldılar.
Kalemlikler vardı türlü türlü, renk renk, desen desen. İçlerinde de kalemler vardı çeşit çeşit. Her kalemin ayrı bir yeri vardı. İçinden birinin yeri daha bir ayrıydı şüphesiz. O, çok özel işler için kullanılır öyle her işe koşulmazdı. Belki bir imza için belki de bir mektup için açılırdı. Kim bilir ne zaman, ne amaçla alınmıştı o kalem de?
Hediye kalemler de unutulmamalı. Dostlardan gelmişti bazıları. Onlar çok kıymetliydi.
İşte, bu türlü türlü kalemler, türlü türlü hikâyeleri ile bir bir tarihin çöp sepetinde yerlerini aldılar. Şimdi onların yerinde bilgisayarlar, dijital kalemler saltanat sürüyor. Parmaklar onlarla haşır neşir şimdilerde. Ama şu bir gerçek ki, bu günün modern kalemleri, kâğıtlarla asla dostluk kuramıyor, kuramayacaklar da. Arada mesafeler var çünkü.
Bir de kalem dostlukları vardı. Kalem sahiplerinin kalemleriyle kurdukları dostluklar kadar, ehli kalemle kurdukları dostluklar da dikkate şayandı. Kalemle kurulan dostluklar kaybolurken, beraberinde insani dostlukları da alıp götürdü.
Hâlâ kalemlerini terk etmeyen vefalı kalem sahipleri yok değil, ama sayıları o kadar az ki, bir elin parmaklarını geçmez. Onlara kıymet vermek, örnek almak ve asırlarca süren bir güzelliği yaşatmak gerekir.
Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, insanlarla gönül bağı kuramıyor. Çünkü hep insanın maddi cephesine hitap ediyor. İnsanın ruh dünyasını göz ardı ediyor. Ama şu da bir gerçek ki, ruha hitap etmeyen her ne varsa âlemde, gelip geçicidir dostlar.
Gelip geçici olmayan değerlere sarılmak gerekir. Çünkü bu insana daha iyi gelirde ondan.