İstanbul Sur İçi’nde her adımda kültürel mirasın zenginlikleri ile buluşuruz. Cami, kilise, müze, saray tarihin kalbi bu bölgede çarpar. Keşfetmeye ömrümüz yeter mi, kaç ayakkabı eskitiriz bilinmez.
Özellikle İstanbul’un fethinden sonra sur içinde çok sayıda cami inşa edilmiştir. Kur’an ilimlerinin yanı sıra felsefe, tıp, matematik, astronomi ve kimya derslerinin de öğretildiği camiler, eğitim ve öğretim faaliyetlerinin aktif olduğu fiziki mekânlar olarak önemlidir. Zamanla cami çevresine külliyeler inşa edilmiştir.
Günümüzde halen yerli ve yabancı turistlerin çekim merkezi halinde olan camiler turizm açısından da önem arz etmektedir. İstanbul Müftülüğü ’nün verilerine göre İstanbul’da üç bin iki yüz yetmiş bir cami bulunuyor. Fatih; İstanbul ilçeleri arasında açık ara farkla üç yüz otuz bir camisi ile ilk sırada yer alıyor.
İstanbul’un en uzun isimli camisi kabul edilen; Kadı Hüsameddin Çamaşırcı Hacı Mustafa Efendi 18 Sekbanlar Camii’sidir. Camiye adım atar atmaz, küçücük metropolde Anadolu Mahallesi ya da köy camilerinin samimiyeti sarar.
İlk kez Kanuni Sultan Süleyman döneminde, İstanbul Kadısı Hüsameddin Çelebi 1540 yılında camiyi inşa ettirir. Daha sonra burada mezarı bulunan 18 sekbanın mezarlık alanı cami haziresine eklenmesiyle, 18 Sekban ismi de camiye eklenmiş olur.
Terim olarak sekban, Osmanlı merkez ve taşra kuvvetlerinden bazılarını teşkil eden birlikler için kullanılır. Sekbanların varlığı I. Murad devrine kadar gitmektedir. Sekban teşkilatı Yıldırım Bayezid zamanında gelişmiştir. 1451 yılına kadar Yeniçeri Ocağı’ndan ayrı bir sınıf olarak varlığını sürdüren devşirme kökenli sekbanlar, Karaman seferinden dönüşte bahşiş için ayaklanınca, Fatih Sultan Mehmet tarafından ocağa dâhil edilmişlerdir. Bunların amiri olan sekbanbaşı da zamanla ocağın yeniçeri ağasından sonra gelen ikinci yüksek rütbeli zâbiti olmuştur.
Ni’melCeyş, güzel asker demektir. İstanbul’un kuşatması esnasında nimelceyş olarak tabir edilen askerlerden şehit olanların büyük bir kısmı, şehre girerken karşılaştıkları direniş esnasında diğer bir kısmı ise şehre girdikten sonra sokak içlerindeki çatışmalarda şehit düşerler. Şehit oldukları mekânlara defnedilirler. On Sekiz Sekbanlar Şehitliği, Evliya Çelebi’ye göre, İstanbul’un merkezi olan Şehzadebaşı’nda, Şehzadebaşı Camii karşısında Kadı Hüsameddin Camii’nin hemen yanında yer alan İstanbul’un Fethi’nden sonraki ilk şehitliklerdendir.
Şehitlikte medfun on sekiz sekbandan sadece Hamza bin Hızır’ın ismi biliniyor. Şehitlik girişinde solda bulunan kabir taşında şu ifadeler yazmaktadır:
Hüve’lHallâku’l Bâki Kethûdâ- yıŞühedâ-i Sekban Hamza bin Hızır Hazretlerinin Ruhuna Fatiha H.857 (1453)
Uzun yıllar bu isim ile bilinen camii 1755 yılında büyük bir yangında hasar görür. Çamaşırcı Hacı Mustafa isminde bir hayırsever camiyi onarır. Ve onun ismi de mermer levhaya eklenir. 1865 yılında Altunizade İsmail Efendi tarafından bir onarım daha görmesine karşın bugün bizlere kolaylık olsun diye mi eklenmemiştir bilinmez, isim eklenmez. 1960’da tamir edilir. 1997 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye’si caminin kıble duvarındaki şehitliğin çevre duvarlarını yeniler, sağ taraftaki bahçesine bir mermer şadırvan inşa edilir ve son tadilat ile bugünkü halini alır. Camiden çıkışta meydanda martıların gösterisi izlenmeye değer.
İstanbul Sur İçi Bölgesi’nin müptelasıyız. Anlatılmaz yaşanır. Fatihli olmak ayrıcalıktır. Sefasıyla cefasıyla ille de Sur İçi, çünkü o bir aşktır.