Kaan Sidar Ü stad ile atçılık, at sevdası ve Türkiye`de atçılığın serencamına dair gerçekleştirdiğimiz mülakatın ikinci bölümünü değerli okuyucularımızın irfanına saygıyla arz ediyoruz.
Kaan Bey Türkiye`de atçılığın ve at yarışlarının nasıl bir hikâyesi var?
Atın biz Türkler için ne kadar önemli olduğuna sohbetimizin daha önceki bölümünde değinmiştik.  Devlet-i Aliye-i Osmani son döneminde atçılığa ne yazık ki gerekli önemi verememiş başta İngiltere olmak üzere Fransa, Almanya, ABD, Avusturya-Macaristan, Rusya,  hatta İspanya gibi zootekni konusunda ileri gitmiş  ülkelerin yaptığı gibi milli bir binek atını ortaya çıkarmayı başaramamıştır.
Osmanlı ordusunun vurucu gücünü oluşturan süvari birliklerinde Safkan Arap, ya da yarımkan yerli atlar kullanılmış, saray erkanının kullanımına mahsus atlar dışında ilmi temelleri olan  bir yetiştiricilik politikası izlenmemiştir.    
Türkiye`de ilk at yarışları 1860`larda Kâğıthane ve İzmir`de düzenlenmiş, hatta Sultan Abdülaziz 300 altın tahsisat ayırarak İzmir`de kendi adına Sultan koşusunu ihdas etmiştir. Osmanlı devletinin son döneminde Enver Paşa`nın gayretleriyle ve müttefikimiz olan Almanya`nın desteğiyle bazı ıslah çalışmaları yapılmaya gayret edilmişse de kalıcı sonuçlar elde edilememiş, çalışmalar akamete uğramıştır. Bu kapsamda 1909 yılında Osmanlı Jokey Kulübü kurulmuş ve başkanlığına da sonradan Sadrazam olacak olan Sait Halim Paşa seçilmiştir. Bu girişim ne yazık ki 1911 yılında Trablusgarp savaşıyla birlikte yarıda kalmış daha sonra kurulan Islah-ı Nesli Feres (At Neslini Islah) Cemiyeti Veliefendi çayırında 1. Dünya savaşına kadar at yarışları düzenlemişlerdir.  Cemiyetin adından da anlaşılacağı üzere bu yarışların ana amacı yetenekli atları bulup ortaya çıkararak damızlık elde ederek ülkedeki at neslini ıslahtır. Mütareke döneminde de özel girişimciler tarafından İstanbul`da at yarışları düzenlendiğini kayıtlardan biliyoruz.
İstiklal Harbi sırasında Gazi Mustafa Kemal Paşa`nın öncülüğünde moral amaçlı olarak Ankara ve civarında at yarışları düzenlenmiştir. İstiklal harbimizin kazanılmasında süvarilerimizin büyük katkısı olduğunu unutmamamız gerekir. Fahreddin Altay Paşa`nın komutasındaki süvari kolordumuz düşmanın arkasından dolaşarak manevra sahasını daraltmış ve düşman birliklerini darmadağın vaziyette İzmir`e doğru kaçmaya mecbur bırakmıştır. İzmir`e ilk girenler de kahraman süvarilerimiz olmuştur. Cumhuriyetin ilanından sonra 1926 yılında Yarış ve Islah Encümeni kurularak Türkiye`de at yarışlarını düzenleme yetkisi bu kurula verilmiştir. Ankara Hipodromu da bu dönemde Milano da bulunan ünlü San Siro Hipodromu`nun mimarına inşa ettirilmiştir. 1979 yılına kadar hizmet veren bu güzel hipodrom ne yazık ki Ankara Belediyesi`nce el konularak yok edilmiştir. Tribünleri hâlâ ayakta ve resmigeçitler için kullanılıyor. Aynı dönemde aslında Bizans Tekfuru Köse Mihal`in çiftliği olan ve Köse Mihal Osmanlı tarafına geçtikten sonra devlet mülkü olan ve asırlardır at yetiştirilen Çiflikat-ı Hümayun bünyesindeki Karacabey Harası da elden geçirilerek bu tesiste Safkan Arapların yanı sıra, İngiltere`den ithal edilen damızlık aygır ve kısraklar kullanılarak İngiliz atları da yetiştirilmeye başlanmıştır.
Karacabey Harası`nda yetiştirilen İngiliz atları yarış ve yetiştiriciliğimizin dünya standartlarına yaklaşması konusunda büyük hizmetler vermiş olup hala da Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı Tigem bünyesinde hizmetlerine devam etmektedir.
Bütün bunlar olup biterken Binicilik ve Engel Atlama dallarında da yeni gelişmeler olmaktaydı. Binicilik sporunun ülkemizdeki öncüleri ordumuzdaki süvari subaylarıdır. Devletimizin kurucusu Atatürk`ün talimatıyla getirilen Fransız Süvari Albayı Taton`un biniciliğimize büyük hizmetleri olmuştur. Albay Taton nezaretinde hazırlanan Binicilik Milli takımımız 1934 yılında İtalya`da düzenlenen ve o tarihte Avrupa`da düzenlenen en önemli engel atlama müsabakası olan Mussolini Kupası`nı tüm Avrupa ülkelerini geride bırakarak kazanmıştır. Bu binicilik tarihimizdeki en büyük başarıdır ve bugüne kadar bir benzeri yaşanmamıştır.
Sonrasında atçılık sektöründe bir gerilemeden söz edebiliriz kanaatimce;
Doğrudur. 2. Dünya harbi nedeniyle bu çıkış devam ettirilemedi, yaşlanan atlarımızın yerine yenileri konulamadı maalesef.  Bu vesileyle bu kupayı kazanan süvarilerimiz Saim Polatkan, Eyüp Öncü, Cevat Gürkan ve Cevat Kula`ya Allah`tan rahmet diliyor, atları Güçlü, Çakal, Yıldız ve Ü nal` ı da burada anıyorum.
Meşhur süvarilerimize yetişebildiniz mi?
Ben ata bindiğim dönemde  E. Süv. Alb.   Saim Polatkan`ı yakından tanıdım. 90 yaşını geçmişti, ata binemiyordu ancak hâlâ antrenörlük yapıyordu. Bu takımdan Cevat Gürkan Generalliğe terfi etti, diğerleri ise albay rütbesiyle emekli olarak biniciliğimize yıllarca hizmet ettiler, yeni öğrenciler yetiştirdiler.
Eyüp Öncü`nün oğlu,  kendi gibi şampiyon bir binici olan Kemal Öncü ağabeyime de buradan saygı ve selâmlarımı gönderiyorum. Binicilikle uğraştığım yıllarda asker kökenli milli binicilerimizden Ramiz Egeli ve İbrahim Murat hocalarım oldular. Ramiz Albay iki olimpiyat koşmuş, İbrahim Albay ise Viyana`da düzenlenen uluslararası müsabakada  ünlü şampiyon Winkler`i geçmiş  usta antrenörlerdi. Ayrıca yine ünlü binicilerimiz Salih Koç, Selim Çakır, İlhan Önen, Fikret  Obakan, Ziya Azak, Cemalettin Zorlu`yu rahmetle anıyor, Domino adlı atıyla kudret dalındaki 2.10 m.`lik atlama rekoru hâlen kırılamamış olan Kemal Özçeliğe de sağlıklı ömürler diliyorum.
Asker binicilerle başlayan binicilik hikâyemiz 1960`lardan sonra sivil binicilerimizin de yetişmeye başlamasıyla devam etti. Bu biniciler arasında TunçÇapa, Levin  Okçuoğlu, Kemal Öncü, Bülent Bora ve Fevzi Atabek ön plana çıkan isimler oldular ve ülkemizi Balkan şampiyonalarında başarıyla temsil ettiler.
Süvari sınıfının lağvedilmesiyle birlikte Maslak Ayazağa`da bulunan Süvari Okulu da  1970`lerde kapatıldı, bu okulun son komutanı hocam Ramiz Egelidir.
Okul kapatılınca biniciler ne oldu?
Süvari subayları tank sınıfına naspedildiler, müsabık asker biniciler de Kara Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde kurulan Sembolik Yarışma Grubu`nda kariyerlerine devam ettiler, hâlâ da devam ediyorlar.
Gençbinicilerde durum nasıl?
Ü lkemize kaliteli konkur atlarının ithali, yetenekli gençbinicilerin yetişmesi ileriye dönük ümitlerimizi artırıyor. Binicilik federasyonu Başkanı Sayın Bülent Bora da bu konuda büyük çabalar sarf ediyor.
Ü lkemizde engel atlamaya uygun bir yerli ırkın bulunmayışı ve at temininde dışa bağımlı olmamız geçmişte biniciliğimizin gelişmesinin önündeki en büyük engellerden biri olmuştur. Yerli bir ırk geliştirme konusundaki çalışmalar süreklilik arz etmediğinden kalıcı bir başarı elde edilememiştir.  Maddi imkânsızlıklar yurtdışından at getirmeye elvermediğinden biniciliğimiz uzun yıllar yarış hayatı bitmiş İngiliz atlarıyla idare etmek zorunda kalmıştır. Ancak bu atların arasında çok yetenekli ve başarılı atların da çıktığını söylemek isterim.
Hangi atlardan söz ediyorsunuz?
Tuğrulbey,  Chopin, Mozart,  Kazanova, Martel ve Topaz adlı atları özellikle sayabiliriz.
Kadın biniciler var mı?
Var tabii ki. İlk kadın binicilerimiz arasında Melahat Aksel, Ü nlü atçı Özdemir Atman`ın kızkardeşi Esin Zembilci ve Madam Olga Saviç`i anmadan geçmek olmaz. Madam Saviç`i yakından tanıdım. Aslen bir Alman Prensesi ve Heykeltıraş olan Olga von Hessen, sonradan yine ünlü atçılarımızdan Mürsel Saviçile evlenerek Saviçsoyadını almıştır.
Tanışır mıydınız?
Evet.   İkimiz de erkenci olduğumuzdan manejde her sabah selamlaşır, 90`lı yıllarda      Madam  Cocktail adlı atına ben de Hayta`ya biner günlük idmanımızı yapardık. Madam Saviçgerçek bir aristokrat ve tevazu abidesi bir hanımefendiydi.
Biniciliğimizin önünde başka ne türden sorunlar var?
Biniciliğimizin gelişmesinde diğer bir engel de dünyada kökü kazınmış olmasına rağmen ülkemizde hâlâ zaman zaman karşılaştığımız at vebası ya da ruam diye bilinen mankafa hastalığıdır. Bu hastalığın tedavisi yoktur, insanlara da bulaşabilmekte ve ölümcüldür. Yabancı devletler Türkiye`den gelecek atlara bu nedenle izin vermediklerinden ve sıkı karantina tedbirleri uyguladığından atlarımız yıllarca yurtdışındaki müsabaka ve yarışmalara iştirak edememiş ve bu durum atçılığımızın ve biniciliğimizin gelişmesinde olumsuz rol oynamıştır.
Bugünkü durumda hâlâ bu sorun devam ediyor mu?
Bu konudaki sorunlar maalesef hâlâ devam ediyor ve bugüne kadar çözülememiş olması da ülkemizin ve atçılığımızın ayıbıdır.
Buradan tekrar yarışçılığa dönelim dilerseniz;
Hay hay; Yarışçılığa yeniden geri dönecek olursak Cumhuriyet sonrasında İngiliz yetiştiriciliğine başlanmasının yanı sıra elde bulunan Safkan Arap stoğunu da güçlendirme amaçlı olarak Irak ve Suriye`den damızlık aygır ve kısrak ithalatı da yapılmıştır. Bunlardan Baba Kuruş, Baba Sa`d ve Hilalüzzaman adlı aygırlar çok başarılı olmuşlardır ve soyları halen devam etmektedir. Ü lkemizde Arap atı yetiştiriciliği halen Tarım ve Orman Bakanlığ`na bağlı Karacabey, Anadolu ve Sultansuyu haralarında ve özel haralarda yapılmakta olup yarış idmanına girmeye hazır hale gelen taylar her yıl düzenlenen satışlarda açık artırma usulüyle satılmakta ve yeni sahipleriyle buluşmaktadırlar.
Ü lkemizde Yarışçılık ve Yetiştiricilik 1941`de kurulan yarış Atları ve Yetiştiricileri Derneği`nin akabinde 1950`de ise Türkiye Jokey Kulübü`nün kurulmasıyla yeni bir boyut kazanmıştır. Yarış düzenleme yetkisi önce cemiyete sonra ise TJK`ya devredilmiştir. TJK bugün de Tarım ve Orman Bakanlığımızın denetiminde yarış otoritesi olarak faaliyetine devam etmektedir.
Koşulardan da söz edebilir misiniz?
Ü lkemizin en büyük koşusu 3 yaşlı İngiliz taylarına mahsus olan 2400 metre mesafeli Gazi Koşusudur. Gazi Koşusu, ünyanın en önemli koşuları olan İngiltere`de koşulan Epsom Derby ve ABD Kentucky Derby`nin muadilidir.
Mevcut durumdaki problemler neler?
At yarışları geçtiğimiz yıl Varlık fonuna devredildi bu devirden sonra TJK`nın bu yetkisinin devam edip etmeyeceği konusunda bir belirsizlik mevcuttur. TJK`nın kurulmasıyla birlikte Türk atçıları yurt dışından damızlık ve tay alımına hız verdiler. Bu dönemde Eliyeşil, Atman, Giraud, Clarke, Atığ, Simsaroğlu gibi büyük eküriler pistlerimizdeki varlıklarını hissettirmeye başladılar ve bu ekürilerin bazılarının sonraki kuşaklarının formaları halen pistlerimizde yarışmaktadırlar.
Altyapıda ne durumdayız?
Bugün itibarıyla Türk At yarışçılığı sahip olduğu alt yapıyla dünya genelinde belli bir düzeye gelmiş olmakla birlikte henüz kalıcı ve sürdürülebilir bir başarıyı yakalayabilmiş değildir. Eğer problemlerimizi çözebilirsek, atlarımız uluslararası koşularda söz sahibi olabilecektir.   
Bahsettiğiniz başarıda rol oynayacak amiller nelerdir?
Burada rol oynayan etkenlerden bahsedersek benim kanaatimce  bunda kaliteli damızlık eksikliği dışında  veterinerlik, antrenörlük, seyislik, nalbantlık gibi uzmanlık gerektiren konulardaki eğitim ve deneyim eksikliği önemli rol oynamaktadır. Yanlış anlaşılmak istemem elbette çok değerli veterinerlerimiz, deneyimli ve başarılı antrenör seyis,  nalbant ve jokeylerimiz var, ancak ne yazık ki sayıları yetersiz, eğitim imkanları kısıtlı. Sayıları artmalı ve kendilerini geliştirebilmeleri için yurtiçi ve yurtdışında eğitim imkânları sağlanmalı. 
Eküriler nasıl yönetilmeli?
Bir ekürinin yönetimi şirket yönetmeye benzer.   Ekip çalışması, herkesin üzerine düşeni yerine getirmesi başarının anahtarıdır. Yarış hayatı henüz başlamamış bir tayı hazırlamak, ve yarış koşmak uzun ve zahmetli bir süreçtir. Sabır , dikkat, bilgi ve tecrübe gerektirir. Her atın karakteri ve yetenekleri farklıdır.  Atını iyi tanıyan bu işte başarılı olur. Orijin, yani atın soyu başarının temel anahtarlarından biridir. Ü nlü bir söz var 'İyi kan aldatmaz.' Evet iyi kan lazım ama yetmez. Tayın doğumundan itibaren beslenmesi, bakımı, uygun koşullarda barındırılması, iyi muamele görmesi ruhsal ve fiziksel  gelişiminde büyük önem taşır. 
Vala Sidar: At ahırda koşar!
Babamdan duyduğum ve eski atçıların çok tekrarladığı sözler vardır. At parayla alınmaz, at ahırda koşar gibi.  Bunlar en pahalı atın her zaman en iyi at olmadığını, ahır bakımının başarıdaki rolünü anlatan değerli sözlerdir.
Bir tayın başarılı olacağı nasıl anlaşılır?
Bir atta yarış karakteri olup olmadığı taylığından itibaren gösterdiği emareler ile anlaşılabilir. Atlar sürü hayvanlarıdır. Sürü halinde merada koşan taylar birbirileriyle rekabet ederler, bunlardan bazıları diğerlerinden öne çıkarlar.  Göze çarpmayan, dikkat çekmeyen tayların sonradan gelişim gösterip büyük şampiyonlara dönüştüğü de vakidir. 20. Yüzyılın en büyük yarış atı ve aygırı Northern Dancer çok ufak tefek bir fiziğe sahip olduğundan 15.000 dolar gibi cüzi bir fiyata satışa çıktığı halde hiçtalip çıkmamış buna canı sıkılan yetiştiricisi tayı satıştan çekmiş. Northern Dancer  yarış ve hara kariyerinde milyonlarca dolarlık gelir elde etmiş adını atçılık tarihine altın harflerle yazdırmıştır.
Atçılığımızın dünya standardına erişmesine yönelik neler yapılabilir?
Atçılığımızın dünya standartlarına erişebilmesi İngiltere, Fransa, İrlanda, ABD ve Avustralya gibi bu işte en ileri düzeyde ülkeleri yakalaması elbette mümkündür. Ancak bunu başarabilmemiz için ilgili tüm mercilerin dâhil olacağı kapsamlı bir stratejik plan hazırlanmalı ve sabırla uygulanmalıdır. Tabii bunu başarabilmek için gerekli finansal desteğin de olması gerekir. Gerekli finans kaynağı olmadan başarı hayaldir.    Son 20 yıldır ülkemizde yurtdışından gelen atların da katılabildiği enternasyonel koşular düzenleniyor. Bu koşulara yurtdışından gelen vasat düzeyde atların ülkemizin en iyi atlarını kolaylıkla geçiyor olmaları bu konuda kat etmemiz gereken uzun bir yol olduğunu göstermektedir. Enternasyonel koşular düzenlenmeye başlamadan önce Arap atçılığında dünyanın en iyisi olduğumuzu sanmak gibi bir yanlışımız vardı.  Yurtdışından gelen Arap atları bunun böyle olmadığını öğrenmemize vesile oldu.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Peygamber Efendimizin (sav) döneminde gerçekleşen bir olayı anlatarak sözlerime son vermek istiyorum. Bilindiği üzere Efendimiz (sav) atlara düşkünlüğüyle tanınan bir zattı.  Biniciliği teşvik eder ve çeşitli vesilelerle yarış düzenletirdi. Bir gün otlakta otlayan kısrak sürüsünü seyrederken yanındakilere kısrakların bir süreliğine açve susuz bırakılmasını emreder,  süre dolduktan sonra da savaş davullarının çalınmasını ve kısrakların önüne ot ve su konulmasını emreder. Kısraklar ota ve suya yönelirken  - sadece beş tanesi savaş davullarına itaat ederek binicilerini beklemeye başlarlar. Peygamberimiz (sav) bu kısrakların diğerlerinden ayrılmasını ve soylarının dikkatle takip edilmesini emreder. Bu atların adları Küheylan, Seklavi, Ü beyyan,  Hamdani ve Hedban`dır.  El Hamse yani beşli olarak adlandırılırlar ve ülkemizdeki Arap atlarının soyağaçları bu kan hatlarına dayanır.
  Bu soyların korunmasında ve günümüze kadar gelmesinde Türkiye`nin Güneydoğusundan başlamak üzere Irak, Suriye, Ü rdün ve Suudi Arabistan topraklarında yaşayan göçebe Şammar kabilesinin büyük katkısı olmuştur.
Çok teşekkür ediyorum ilginiz için;          
At sohbeti bitmez tükenmez bir sohbettir. Tadına doyum olmaz. Sizlere bana bu fırsatı vererek naçizane bir katkı vermeme vesile olduğunuz için teşekkür ederim. Sözlerime bir Arap atasözüyle son veriyorum.
Dünyanın saadeti atın sırtındadır.                                                                                                                                                                                                                                                                                     
Saaded`üd-dünya âlâ zahr`ül-hayl/Dünyanın saadeti atın sırtındadır.